Mü’min’e Kâfir Demenin Hükmü

MİNE KÂFİR DEMENİN HÜKMÜ
{ مَنْ قَالَ لِأَخِيهِ يَا كَافِرُ فَقَدْ بَاءَ بِهَا أَحَدُهُمَا }
 
اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم
اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ
{ مَنْ قَالَ لِأَخِيهِ يَا كَافِرُ فَقَدْ بَاءَ بِهَا أَحَدُهُمَا }
[1]
{ إِذَا قَالَ الرَّجُلُ لِأَخِيهِ يَا كَافِرُ فَقَدْ بَاءَ بِهَا أَحَدُهُمَا } 
Kişi kardeşineey kâfir!’ derse, şübhesiz ki kâfirlik ikisinden birine döner.”
{ إِذَا قَالَ الرَّجُلُ لِأَخِيهِ اَنْتَ كَافِرٌ اَوْ يَا كَافِرُ فَقَدْ بَاءَ بِهَا أَحَدُهُمَا } 
Kişi kardeşine ‘sen bir kâfirsin’ veya ey kâfir!’ derse, şübhesiz ki kâfirlik ikisinden birine döner.”[2]
{ إِذَا كَفَّرَ الرَّجُلُ أَخَاهُ فَقَدْ بَاءَ بِهَا أَحَدُهُمَا }
Kişi kardeşini kâfirlikle suçlarsa, şübhesiz ki, kâfirlik ikisinden birine döner.’[3]
{ أَيُّمَا رَجُلٍ كَفَّرَ رَجُلاً فَأَحَدُهُمَا كَافِرٌ }
 Hangi adam bir adamı kâfirlikle suçlarsa, onlardan biri kâfirdir.”[4]
{ أَيُّمَا رَجُلٍ كَفَّرَ رَجُلاً فَإِنْ كَانَ كَمَا قَالَ وَإِلَّا فَقَدْ بَاءَ بِالْكُفْرِ}          
 “Hangi adam bir adamı kâfirlikle suçlar ve eğer o kişi dediği gibi (kâfir) ise (bir mes’ûliyyeti yoktur) ; değilse, o kâfirliği (kendine) döndürür.[5]
{ أَيُّمَا امْرِئٍ قَالَ لِأَخِيهكَافِرٌ فَقَدْ بَاءَ بِهَا أَحَدُهُمَا إنْ كَاَنَ كَمَا قَالَ وَإِلَّا رَجَعَتْ عَلَيْهِ }
“Hangi kişi kardeşine kâfir derse, şübhesiz ki kâfirlik ikisinden birine döner; eğer dediği gibiyse (bir vebâl gerekmez) aksi hâlde (bu suçlama) kendine döner.’[6]
{ أَيُّمَا رَجُلٍ قَالَ لِأَخِيه يَاكَافِرُ فَقَدْ بَاءَ بِهَا أَحَدُهُمَا }
Hangi adam kardeşine ‘ey kâfir!.’ derse, kâfirlik ikisinden birine döner.”[7]
Ehl-i Kıbleden hiçbir kimseyi, hiçbir günah sebebiyle -o günahı helâl saymadıkça- kâfirlikle suçlamayız.’[8]
Kişi îmândan, ancak onu îmâna sokan şeyler(in hepsini, yâhud bir kısmını veya birin)i inkâr etmekle çıkar.’[9]
Doksan dokuz şey bir kimsenin mü’minliğini, bir şey de kâfirliğini gösteriyorsa, ona kâfir denemez, mü’minliğine hükmedilir.’[10]
Şimdi yukarıdaki sözleri nasıl anlayacağız?
Sıradan câhil kimselerin, yâhud öz İslâmî anlayışı raydan çıkmış az buçuk mürekkep yalamışların veya cüz’î İslâmî ma’lûmâtını İslâm dışı bilgiler ve zihniyyetlerle karıştırıp beynini ve kalbini mozaik beton hâlinde dondurarak kayalaştıranların anladığı gibi mi, yoksa İslâm âlimlerinin ve âriflerinin anlayıp anlattığı gibi mi anlayacağız?
Mes’eleye girmeden önce birkaç Husûsun bilinmesi lâzım geldiğine inanıyoruz. Bunlardan her biri bir bakıma sorulan şu suâle başlı başına birer cevâbdır.
Birinci Husûs
Büyük Günâhı İşleyeni Tekfîr Etmemek, Onu Günâha Cesâretlendirmek ve Azmettirmek İçin midir?
Evet, ilmî çerçevede kesin ve sahîh, te’vîl kabûl etmez Şer’î dayanak bulunmadan, olur olmaz bir şekilde, önüne geleni tekfîr etmek, sapık tâifelerin, tekfîr etmemek de Ehli Sünnet’in şiârıdır.
Ancak ihtimâlli noktalarda ise, şimdilerde yapıldığı gibi lâubâlî ve lâkaydî davranmak aslâ câiz olmayıp, hakkında küfre girmek ihtimâli bulunan kimselerin mutlaka küfür tehlikesiyle korkutulmaları lâzımdır.
Hattâ -değil küfür ihtimâli- kâfir yapmayacak olan haramlarda bile gerek şu günahı işleyen, gerekse onu gören Mü’minlerin son derece korkması ve dehşete kapılması gerekir. Zîrâ,
Ahmed İbnu Hanbel, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî’nin Abdullâh İbnu Mes’ûd radıyellâhu anhu’dan merfû’ ve mevkûf olarak[11] yaptığı rivâyette şöyle buyrulmuştur:
{ إِنَّ الْمُؤْمِنَ يَرَى ذُنُوبَهُ كَأَنَّهُ فِي أَصْلِ جَبَلٍ يَخَافُ أَنْ يَقَعَ عَلَيْهِ وَإِنَّ الْفَاجِرَ يَرَى ذُنُوبَهُ كَذُبَابٍ وَقَعَ عَلَى أَنْفِهِ قَالَ بِهِ هَكَذَا فَطَارَ }

   ‘Şübhe yoktur ki Mü’min, günahlarını, sanki dibine oturduğu ve başına yıkılmasından korktuğu bir dağ gibi görür. Yine şübhe yoktur ki fâcir,
[13]
Birinci Cihet
İkinci Cihet
[20]
{ أَلا لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ الَّذِينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاً }
 Hey!… Allah’ın la’neti, (insanları) Allah’ın yolundan engelleyen ve onda eğrilik arayan (veya Allah’ın yolunu yâhud yolunda olanları eğriltmeye çalışan) zâlimlerin üzerine olsun…” 
{ قُتِلَ أَصْحَابُ الْأُخْدُودِ }
[23]

 
وَصَلَّى الله عَلَى نَبِيِّنَا وَ عَلَى اَلِهِ و سَلَّمَ تَسْلِيمًا كُلَّمَا ذَكَرَهُ الذَّاكِرُونَ وَ غَفَلَ عَنْ ذِكْرِهِ الْغَافِلُونَ وَالْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالمَينَ
 


günahkâr kelimesi yerine münâfıklafzı geçmektedir. Eğer bu lafızfâcirlafzını açıklıyorsa, ma’nâ bellidir; değilse, amelî münâfıklıkdemek olan sahtekârlık damlayan bir fâcirlik, yâhud bir başka tehlikeli mana murâd edilmektedir. Allâhu a’lem

Şerhu’lÂkâid  (142) Kestelî Hâşiyesi ile beraber, târîhsiz.