Hoşgörü mü, Müsâmaha mı?

HOŞGÖRÜ MÜ, MÜSÂMAHA MI?
اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم
اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ
, yenilerde uydurulmuş hoş görmek manasında. bir masdardır. Hoş kelimesi de, fârisîce bir lafız olup manası, iyi[3]
,semah, semahat, sumuh, sumuha, semh, simah, sahî (cömert) ve civanmerd (keremli) olmak… Müsâmaha, bir hususta unf (sertlik) ve şiddet ve su’ûbet (zorluk) eylemeyip (çıkarmayıp) rıfk (yumuşaklık) ve sühûletle, kolaylıkla muamele etmek.[4]
, görmezlikle gelme, aldırmama, bir kabahatliye karşı (hikmet Îcâbı) şiddet göstermeyip geçiverme.[5]
, Beşeri Hukûk’ta; güçsüz ve zayıfların hiçbir şekilde göremedikleri, güçlülerin de suç ve zulümlerini simyacı veya sihirbaz muamelesiyle kâra ve fazilete çevirdikleri bir şey… Beşeri Ahlâk’taki yeri de, Beşeri Hukûk paralelinde ve mutlak doğrulara yakınlığı ve uzaklığı ölçüsündedir. Mutlak ve sınırsız müsâmaha, hukûkî ve ahlâkî değerleri imhaya götürmekle nizâm ihlaline (düzen bozmaya) sebeb olacağından, anarşist ruh ve felsefeye sâhib olmayan, hukûk, ahlâk ve gerçek düzenden yana olan hiç bir akıllı kimsenin kabullenemeyeceği bir şey… O halde, kim, kime, ne zaman, hangi hususlarda nasıl ve ne kadar müsâmaha ederse, bu, müsâmaha sınırlarını taşıp laubâlilik ve lakaydlık halini almaz?…
, kendisine müsâ-maha edilmekle başkalarının cezalandırılmayacağı, göreceği mü-sâmahayla suç işlemeye özendirilmeyecek, hatta benzeri başka suçlardan çekinmesi ve kaçınması kesin veya muhtemel olan bir kimseye olursa isabetli olur. Suçlunun sizin müsâmahanıza mazhar olup, cezalandırılmaması, onu başka suçlara azmettirecekse veya suçsuz başka kimseleri cezalandırmak manasına gelecekse, bu, müsâmaha değil suç azmettiriciliği, yataklığı ve zulüm olur.
(Müsâmaha et ki (Mevla’dan ve onun ilhamı ile ehli insaf kulları tarafından) sana müsâmaha edilsin.) kudise sirruhû, bazı fakihlerden şöyle bir nakilde bulunmaktadır: Kim bir şarkıcıdan veya bir başkasından (ittifakla ve icma’ ile haram olan) bir şarkı dînler veya (kesin) haram olan bir işi görür de onun inanarak veya   inanmayarak güzel olduğunu söylerse, o anda mürted/dînden dönen biri haline gelir. Çünkü o, Şerîat’ın hükmünü ibtâl etmiştir. Kim de Şerîat’ın hükmünü ibtâl ederse, bütün müctehidlere göre mümin olmaz.[7]
)[8]
’nin aşağısındaki tehdit unsurları yüzünden, küfür sözünü telaffuz etmenin, küfre sebeb olmayacağına dair, seleften yapılan, sahasında delil olamayacak bir takım rivayetler ve dört mezhebin dışında boy atmış bazı fıkhî nakiller, bir nev-i şübhe olmak haysiyeti ile, kendilerini kesin ifadelerle kafirlikle suçlamamıza mani olsa da, küfür tehlikesinin kendileri için az kalsın kati olacak mertebede kuvvetli olmasına mani değildir. Her nevi küfrî metodu mücadelelerinin strateji ve üslûbu kabul ve tatbîk edenler şu hadisten irkilmezler mi?
)[11]
)[14]
… Bu mümkün değildir. Çünki, (Dediler ki, sen bize, bizi atalarımızı üzerinde bulunduğumuz şeylerden (ilkelerden) çevirip uzaklaştırmak ve yeryüzünde (iktidar,otorite v.b şeylerle alakalı) büyüklük siz ikinizin olması için mi geldîn? Halbuki biz size asla iman eden (inanan, güvenen, sizi doğrulayan) kimseler değiliz.)… Olmaz… Artık maymun gözünü açtı …
… Bu da olmaz. “Geliyoruuuz, elinizdekini alacağız ve tahtınızı başınıza geçireceğiz”naralarıyla artık iyice uyanıp, gayet dikkatli nöbet bekleyenlerin, değerli varlıklarını çaldırmaları muhâl mertebesine yakın denilebilecek derecede zordur.
… Yani, bir şeyler vererek… Maldan mı? Yetmez… Kabul etmezler. Çünkü târîh boyunca etmediler … Candan mı? O da yetmez… Ya? Dînden… Ne kadar?. Almak istediğinize göre… Ne kadar para o kadar köfte… Her şeyleri demek olan idârî ve ekonomik otoriteyi istiyorsanız, çok şey isterler… Âdâbı/edebleri versek?… Olmaz… Sünnetleri?… Olmaz… Farzları?… O da olmaz… Nitekim bir çoklarınca bunların hepsi verildi, yine de olmadı. Ya ne kaldı? Var, var… İman…. Olur mu canım?… Canınız isterse…
) Ne müthiş bir mu’cize!… Aynen öyle olmakta… İslam ve imanı pazarlayarak İslam’a ve imana kavuşacaklarını zannedebilecek kadar akılsız, ilimsiz, firâsetsiz ve şahsiyetsiz olabilen bu zavallılar, kesin olarak hüsrâna uğrayacaklardır… Asla hedeflerine ulaşamayacaklar… Ulaşsalar, daha doğrusu ulaştırılsalar bile, bu hedef kesinlikle Rahmânî bir hedef olmayıp, şeytânî bir hedef olacaktır.
(girer) ise, (kendi iradesiyle) üstlendiğini (o İslam dışı yolu ve sâhiblerini) ona tevliye ederiz (ona vali yani dost veya sultan ederiz. Veya musallat ederiz. Veya, onu o yolda bırakırız. Veya o yolu ona sevdiririz) ve onu cehenneme sokarız…)[16]
Bu da şu zaman, zemin ve şartlarda çok zor… Çünki maddi güç muvâzenesi/dengesi yok… Ya, bu dengesizlik kaldırılacak -ki bu dahi, artık sebebler dâiresinde son derece güçtür- yahut Rabbimizin buyurduğu gibi, (Onlara (düşmanlara) karşı, gücünüz yettiği kadar kuvvet)(Kim, Allah(celle celâlühû)’dan (hakkıyla)[22]
وَصَلَّى الله عَلَى سيدنامحمد وَ عَلَى اَلِه وصحبه كلما ذكره الذاِكرون وغفل عن ذكره الغافلون وَ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالمَين


[18] Enfal/60

) (Tirmizi, İbnü Mâce, Hâkim. Azîzi 3/476)

[22] Talak:2