Neden İlim Öğrenmeliyiz?

NEDEN İLİM ÖĞRENMELİYİZ?
اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم
اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ
İlim öğrenmek her bir müslümana farzdır”.[4] ayetinden anlamaktayız.
   İbn’u Abdi-l Berr’in Cami’u Beyani l-İlm, Hatîb-i Bâğdâdî’nin El-Fakîh ve l-mütefekkıh ve El Câmi’ isimli eserleri bu hususta yazılan geniş ve kıymetli eserlerdendir.
Allah (celle celalühü), ilmi kullardan söküp çıkararak almaz. Aksine onu içlerinden alimleri alarak alır. Nihayet hiçbir alim bırakmaz ve insanlar cahil başlar edinirler.Onlara sorulur.Onlar da ilimsizce fetva verirler.Böylece saparlar ve saptırırlar.”
   “Gece kâranlık parçaları gibi bir takım fitneler olacak (şirk ve küfre ait düşünce ve pratik,musibet ve imtihan dalgaları zifiri kâranlık gibi fert,aile ve toplum üzerine çökecek)O kâranlıklar içinde kişi sabah mümin akşam da kafir olacak.Ancak ALLAHın cc ilim ile dirilttiği kimseler bundan müstesna olacak.”[6]

   “Bir takım fitneler olacak .Gece kâranlık parçaları gibi ….Onların içinde kişi sabah mümin akşam kafir olacak .Bir takım kavimler dinlerini azıcık dünya malı kârşılığında satacaklar.[7]
Mümin kalabilmek için de ilim öğrenip öğretmek …Başkalarına imanı kazandırmak için de ilim öğrenip öğretmek ….Onların imanlarını korumak için de ilim öğrenip öğretmek…

   İlim öğrenip öğretmenin en mühim ve vazgeçilmez faydalarından biri de,İslam düşmanlarının İslam için kurdukları tuzak ve kazdıkları çukurları görüp gösterebilmektir.İslam’ı bilmediğimiz ve bildiğimizin gereğini yaşamadığımız taktirde firasetten, yani Allah’ın nuru ile bakabilme kabiliyetinden mahrum kalacak,düşmanlarımızın tuzaklarına ve çukurlarına kaçınılmaz olarak düşeceğiz,yahut düşenleri seyretmekle yetineceğiz.

   Günümüzdeki İslam düşmanları, geçmişlerinden kendilerine intikal eden tecrübelerden de faydalanarak,ümmeti değişik usûllerle,gerek onları yeterinden fazla dünyaya heveslendirerek gerekse ilim yollarını tıkayarak önce cahilleştirdiler.Diğer yanda da Müslümanların içinden bir takım usullerle avladıkları ve başkalarını avlamak için yedirip besledikleri,Müslümanların içinde gezdirip dolaştırdıkları,konuşturup öttürdükleri,satın alınmış yahut kiralanmış çorbacı işbirlikçiler eliyle İslam’ı, Allah’ın (celle celalühü) indirdiğinden farklı hale getirmeyi, ona son ve öldürücü darbeyi vurmayı hedeflediler.Ve ne yazık ki hedeflerine büyük ölçüde ulaştılar.

   Bu sebeple,görüyoruz ki,bir yanda sünnetleri,vacipleri ve farzları,hatta iman esaslarını,diğer yanda da mekruhları ve haramları,hatta şirk ve küfrü tartışabilmektedirler.Kimileri daha da ileri giderek tartışmaya gerek bile duymadan,bazen kesin haram bazen da kesin şirk olan birtakım şeyleri mubah hatta Dinin gereklerinden görüp gösterebilmekte,diğer yanda da, kesin farzları hatta iman esaslarını tartışmasız bir şekilde budayabilmekte ve inkâr edebilmektedirler.
Bu çorbacı satılmışların ve kiralık katillerin, münâkaşa ettikleri hemen hemen her mesele,esasen dolaylı veyâhut dolaysız politik temellere dayanmaktadır…
Asrın firavun ve deccallarının politik maşaları olmayı,bir iş ve rol olarak benimseyip kabul etmeyi ve gereğini yerine getirmeyi kişiliklerine uygun görebilip içlerine sindirebilmektedirler.
Ehli olmayanlara ictihad kapısını açarak,yeni meselelere çözüm getireceklerini iddia ettiler ama gerçek gayeleri bu değildi.Asıl maksatları müctehitleri ve ictihadlarını tartışma mevzuu yaparak çürütmekti.O yüzden konuşup ahkam kestikleri meseleler çoğunlukla müctehidlerin çözümleyip noktayı koydukları meselelerdi.İctihad ve tecdidleri inhiraf ve tahrifden başka bir şey değildi.
İslam’da, nesh’in olup olmadığını tartışmaları,hatta münakaşasız, “öyle bir şey yoktur,” demeleri, sizce ma’sum bir ilmi görüş beyanı mıdır?Öyle mi zannediyorsunuz? Kesinlikle hayır…Bu,tamamen siyasi bir hareketten ibarettir.Çünkü bu iddiayı önce Yahudiler ortaya attılar.Bununla, kendi tahrif ettikleri dinlerinin hükümsüz bırakılmasını,yerine de Hak dîn’i İslam dininin yerleşmesini engellemeyi hedefliyorlardı.İslam alimleri,neshin var olduğunu,sahabeden günümüze kadar ittifakla kabul etmişlerdir.

   Muhtemelen,münâfıklığı gereği, yalandan “Müslüman olduğu” nu söyleyen ve müslüman gibi görünen Mûsa İbn-u Meymûn gibi birisi olup sapık mutezile mezhebi alimleri arasında yer alan ve o mezhep alimleri tarafından bile sahiplenilmeyen Ebû Müslim’in dışında, neshi inkâr eden, bir asır öncesine kadar hiçbir alim görülmemiştir.Bu bir asır içerisinde de gerçekte alimlikle alakası olmadığı halde mezhep imamlarının ve fakihlerin önüne geçirilen alim kılıklı hâin câhil şaklabanlar tarafından bu meselenin yeniden ısıtılıp gündeme oturtulmasının,islamın siyasi otoritesinin zayıflatılıp çökertilmeye başlandığı zamanlarda olması,aklı başında kimseleri derinden derine düşündürecek bir husus olup meselenin siyasi olduğunun kuvvetli bir alametidir.

   Ahir zaman peygamberinin (sellellahü aleyhi ve sellem) peygamberlikle vazifelendirilmesinden sonra,kendi değiştirdikleri dinlerine göre yaşayan Hıristiyan ve Yahudilerin,nesih olmadığına,dolayısıyla da şeriatlarının nesh edilmediğine göre,son kitap Kur’ân-ı Kerîm’e ve son nebi Muhammed (sellellahü aleyhi ve sellem) Efendimize iman etme mecburiyetleri olmayacağından,artık cennete girebilecekleri iddiası ilmi bir iddia olmayıp tamamen siyasi bir manevradır.Çünkü, eğer onlar cennete girebileceklerse,ya cennete girebilmek için iman etme şartı yok,yahut iman etmiş olmak için peygamberlere ve kitaplara,veyahut da içlerinden Muhammed (sellellahü aleyhi ve sellem) Efendimize ve Kur’an-ı Kerim’e iman etme mecburiyeti bulunmamaktadır.Bunlar, hiçbir müminin tartışma konusu yapamayacağı kesin Îmânî mevzulardır.Ama bunlar bugün tartışılabiliyor ve geçmiş müçtehitlere hakâret etmemek ayıp sayılırken bu tartışmalara girenlerin karşısında söz söylemek af edilmez suçlardan görülüp gösteriliyor.

   Dinimizce haram ve mekruh olan şeyleri işleyenleri,hatta İslâm’ı kabul etmeyenlerin görüş,düşünce ve işlerini hoş görmek,hoşgörü havarisi kesilmek,artık kimilerinin dinlerinin çok mühim esaslarından olduysa,ortada dinin bekçileri durumundaki alimlerin ve idarecilerin,olmadığı,varsa da vazifelerini görmedikleri,veya uyudukları,bir de kiralık ve satılmış beslemelerin vahşi siyasete yalakalık yaptıkları gerçeği bütün dehşetiyle kendini göstermekte olduğu inkâr edilmez bir gerçektir.
Hedef,mü’minlerin, küfre ve isyâna kârşı bulundurmak zorunda oldukları kin ve nefretlerini yok etmek,iman asabiyet ve hassâsiyetini silmek,dolayısıyla da cihat ruhunu öldürmektir.
Küfür cephesi böylece, silah gücü ve haçlı seferleri ile elde edemediği, İslâmı yok etme planlarını, Müslümanların içinden kiraladığı veya satın aldığı kirâlık ve satılmış kâtiller eliyle elde etmektedir.
Bu,İslam’a kârşı tertip edilen ve hince yapılan değişik bir haçlı seferinden başka bir şey değildir.Bu işi yürütenler de bu seferin askerleridir…

   Kimi işbirlikçiler, önce sünnetleri münâkaşa mevzuu ettiler.Nihâyet o kaleyi kendilerince düşürdüler.Sonra,tesettür, baş örtüsü ve benzeri farzları tartıştılar.O kaleyi de kendilerince fethettiler.Nihâyet Îmânî meseleleri ele aldılar.Onu da hallettiler.Artık İslami ölçülere göre küfür sayılan düşünceler ve işler bile, mü’min sayılan kimilerince hoş görü mevzuu olabiliyorsa, operasyonları başarı ile noktalandı demektir.

   İcmâ’ ile harâm olan resim ve heykel yapma,bulundurma,yabancı kadınlarla tokalaşma ve benzeri şeyler artık mubahlaştırıldı.İsmi konmayan bir ibâhiyye mezhebi kuruldu.Çok fazla bulunan hak mezhepler bir batıl mezhep ilavesiyle daha da çoğaltıldı.
Bir Müslümanın hanımının başı açık olacak,ama hanımına başını kapat demesi doğru olmayacak.Bu nasıl ve kime ait bir söz olabilir?Herhalde bu, ben mü’minim diyen bir kimsenin,söylemeye cesaret edemeyeceği bir sözdür. Zira,Müslüman kadınların başlarını örtmeleri,ya dince maruf, yani güzel bir şeydir ya da (haşa)değildir.Değildir,diyenlere bir şey söylemeye, şu şartlarda müslümanın gücünün yetmediği bir zaman ve zemindeyiz.
Maruftur,diyen müminlere göre bu marufu emretmek farz, emretmemek de Kur’an-ı Kerim’in diliyle lanetlik bir şeydir.Kur’an-ı Kerim’in farz kabul ettiği bir şeyi doğru görmemek,müslümanın elinden gelmez.Ama görüyoruz ki bu iş,birilerince din mümessili ilan edilmiş kişiler tarafından bile işlenmektedir.

   Eğer İslami ilimleri, dünya işlerine, Allah’ı (celle celelühü), Rasülü’nü (sellellahü aleyhi ve sellem) ve kendini başkalarına değil de Allah’a (celle celalühü) satan İslam Âlimleri’ni karıştırmayanların,islamı öğretmek(!)için kurduğu kurumlardan ve bu iş için kiraladığı veyahut satın aldığı kimselerden değil de, Rabbani alimler’den öğrenirsek,İslâm’ın ıslah ve tecdîd’i kılıfıyla yapılan tahrif ve tahrip tehlikesini,bütün bu yapılanların zalim siyaset icabı yapıldığını görüp gösterebileceğiz.
Neden İslâmî ilimler’i öğrenip öğretmek zorundayız?Yukarıda sıraladığımız ve sıralayamadığımız daha bir nice gerekçe bu sorunun açık ve net bir cevabı olarak yeterli değil midir?

وَصَلَّى الله عَلَى سيدنامحمد وَ عَلَى اَلِه وصحبه كلما ذكره الذاِكرون وغفل عن ذكره الغافلون وَ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالمَين


[1] Zâriyât : 56

[2] Bakara : 30

[3] Ebû Hanîfe (Müsned), İbn-u Mâce, İbn-u ‘Adiyy, Beyhakî, İbn-u Abdi’l Berr (Câmi’u Beyâni’l İlm)

[4] Tevbe :122

[5] Ahmed İbn-u Hanbel (Müsned), Buhari, Müslim v.d.

[6] İbnu Mace,Taberani

[7] Hakim (Müstedrek)