Tevessül Hakkındaki Hadîslerin Tahriçleri – 5. Bölüm

4. HADİS

Enes b. Mâlik (Radıyallahu anh) şöyle demiştir:

“Hazreti Alî’nin annesi Fatma binti Esed vefat ettiğinde, kabrine def­nedilirken, Allah Resûlü (aleyhisselâtü vesselâm) gelir ve içinde yan yata­rak şöyle duâ etmeye başlar:

الله الذى يحيى ويميت وهو حى لا يموت اغفر لأمي فاطمة بنت أسد ولقنها حجتها ووسع عليها مدخلها بحق نبيك والأنبياء الذين من قبلى فإنك أرحم الراحمين.

“Allah, yaşatan ve öldürendir. O, ölümsüz bir hayata sahiptir. Annem Fatma binti Esed’in günahlarını affet, ufkunu aç! Nebi’nin ve benden ön­ceki enbiyanın hatırı için kabrini genişlet. Çünkü muhakkak Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.”[1]

Hadise Zayıf Diyenlerin Görüşü

Elbânî, bu hadis hakkında şöyle diyor:

Ebû Nuaym, (v. 430/1039) et-Taberânî yoluyla Hilyetü’l-Evliya’da (III, 121) rivâyet eder, ikisine göre de onun isnadı zayıftır. Zira isnadındaki Ravh b. Salah tek başına bunu rivâyet ettiği için münker hadistir. İbn Adiy de Ravh’ı zayıf görür.

Elbânî Ravh b. Salah için Dârâkutnî dedi ki, “hadiste zayıf” olduğunu söyler; cerh mübhem olduğu takdirde bile, iki sözü arasında tezat söz ko­nusu olunca, ölçü olarak kabul edilemez. Buradaki gibi hadis açıktan cerh olmuşsa hiç kabul edilemez.

İbn Hibbân (v. 354/965) ve Hâkim’in Ravh’ı tevsik ettiklerine baka­rak, bazıları bu hadisi takviye etmek istemişlerdir.[2]

Hadise Sahih Diyenlerin Görüşü

Heysemî hadisin senedi hakkında şöyle demektedir:

Râvîlerden Ravh b. Salah, İbn Hibbân ve Hâkim tarafından sika görül­müş­tür. Ne var ki, onda zayıflık vardır. Diğer râvîler ise Sahih’in ricali­dir.”[3]

Ayrıca o, İbn Hibbân ve Hâkim’in râvî Ravh b. Salah’ı tevsik etmele­rini yeterli bulmamakta ve onların bu noktada tesahüllerinin maruf oldu­ğunu da ifâde etmektedir.[4] Ancak biz Elbânî’nin: “Hadisin isnadı Taberânî ve Ebû Nuaym’a göre zayıftır” şeklindeki ifâdesini, pek de objektif bula­mamakta ve bunun yanlış anlamaya müsait olduğunu görmekteyiz. Çünkü bu ifâde tarzından, Taberânî ve Ebû Nuaym’ın hadisi zayıf gördükleri ma­nası çıkmaktadır. Hâlbuki her iki hadisçiden de böyle açık bir beyan mev­cut değildir.

Mesela Ebû Nuaym[5] hadisin garip olduğunu ve sadece teferrüdde bulu­nan Ravh b. Salah vasıtasıyla hadisi kaydettiğini söylemekte, râvî veya hadisin zayıf olup olmadığı hakkında bir kanaat belirtmemektedir.

Hâfız Ğumârî, şöyle diyor:

Hâfız Nûruddîn el-Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid‘de şöyle demektedir: ‘Ravh İbnü Salâh’ın dışındaki râvileri Sahîh’in râvîleridir. O’nu (Ravh’ı) da İbnü Hibbân ve Hâkim sika/sağlam ve güvenilir bulmuşlardır. (وفيه ضعف)/(Ve fîhi da’fun)/onda bir parça zayıflık da var­dır. (Heysemî’nin sözü bitti.)’

Ben (Ğumârî) de derim ki; Ravh İbnü Salâh, İbnü Seyyâbe İbnü Amr el-Hârisî‘dir. Ebû’l-Hars diye künyelenir. İbnü Yûnus onu Târîhu’l-Ğurebâ’da zikreder ve şöyle der: Mavsıl’dan olup Mısır’a gelmiş ve orada hadîs rivâyet etmiştir. Ondan münker rivâyet edilmiş­tir. İbn-i Adiy onu el-Kâmil’de zik­retmiş, O’ndan iki hadîs rivâyet et­miş ve “hadîsleri çok olup bazılarında münkerlik vardır”, demiştir.

Dârekutnî, o, hadîsde zayıftır demiştir. İbn-i Hibbân onu es-Sikât(isimli kitâb)da zikretmiştir. Hâkim, sika ve emniyet edile­cek birisi­dir, dedi. İkiyüz otuz üçte vefât etti.

Şu hâlde hadîs, İbnü Hibbân ve Hâkim’in görüşlerine göre sahîhdir. Çünki onların şartlarına göredir. Dârekutnî ve İbn-i Adiyy’in görüşlerine göre ise zayıftır. Lâkin zayıflığı (sağlamlığa) yakın ve kat­lanılabilecek bir zayıflık olup şıddetli bir zayıflık değildir. Çünki onlar Ravh’ı, rivâyetini terk etmeyi îcâb ettirecek bir zayıflıkla suçlamadılar. Aksine onu zayıf bulmaktaki ibâreleri, cerh’de hafîf olan ibârelerden kabûl edilirler. Bu dediğimizi, ön­ceden Heysemî’den nakletmiş oldu­ğumuz onda bir parça zayıflık da vardır sözü dahî te’yîd etmekte­dir. Zîrâ bu ibâre, hadîs ve ricâl kitâplarından da bilineceği gibi, zayıf­lığın azlığı ve hafîfliğini ifâde eder.

El-hâsıl bu hadîs, zayıflığı hükmüne rağmen (müctehid) imâmların ah­kâm husûsunda delîl getirdiği zayıf hadîslerin birçoğundan daha güzel ve daha kuvvetlidir. Nitekim bununla şu hadîsler tartıldığında bu dediğimiz bilinecektir…

Şaşılacak bir husûstur ki, (zayıftır iddiâsıyla bu hadîsi karalamaya ça­lışan) şu tâifenin kendisi, murâdlarına uyduğu vakit zayıf hadîsle amel edebiliyor ve onu sahîh hadîsin önüne geçirebiliyor. Nitekim, bid’atları ve sapıklıkları için delîl getirdikleri hadîslere vâkıf olundukta bu (dediğimiz) bilinecektir. Bu ise, (hadîslerle), gazâbı îcâb ettiren bir oynamadır. (Ğumârînin sözü bitti.)

Taberânî‘nin el-Kebîr‘inin muhakkiki(!) ve nâşiri de şöyle söylü­yor:

Bu hadîsi Musannif (Taberânî) el-Evsat‘ta (356-357, Mecmau’l-Bah­reyn) dahî rivâyet etti ve bunu Âsım‘dan sâdece Süfyân rivâyet etti. Bu hadîsle Ravh İbn-i Salâh teferrüd etti/tek kaldı. Heysemî el-Mecma (9/257)’de, Onda Ravh İbn Salâh vardır. İbnü Hibbân ve Hâkim onu sağlam bulmuşlardır. Onda bir parça zayıflık da vardır, demiş­tir. Bunu Musannif yoluyla Ebû Nüaym da el-Hilye(3/121)’de rivâyet etmiş­tir.

Râvî bazen nisbî bir zayıflık sahibi olur. Yani o, kimi zaman zayıf olur ama bazı isnadlarda zayıf olmaz. Bazen sika olur ama bazı isnadlarda zayıf olur. Bazen de zayıf bir ravinin bulunduğu bir isnad bu zayıflığı telafi ede­bilecek başka sebeb veya sebeblerle zayıf olmaktan kurtulabilir

Burada önümüzde birtakım imamların sahih olduğunu söylediği bir rivâyet var. O bakımdan başka birtakım imamlar tarafından zayıflıkla suç­lanan bir ravi yüzünden bunları sözlerinin hemen heder edilemeyeceği ve çizilemeyeceği, o yüzden son derece temkinli davranmak gerektiği size hatırlatılıyor. Yoksa Elbânî açıkça böyle dedi diyen yok

O raviyi zayıf olmakla suçlayan sözü edilen imamların bu metnin zayıf olduğuna dair sözleri yoktur

Hasen rivâyetlerin râvîleri, elbette müfesser/sebebi açıklanmış bir cerh ile Sahih’in râvîsi olmaktan düşerler. Durup dururken düşmezler. Bu müfesser olan cerh sebebiyle, şu hadise hasen denilmiştir. Yoksa mübhem olan cerh belli şartlarla râvînin sağlamlığına zarar vermezdi.

Râvînin sikalığı (güvenirliği) münakaşalı olduğu gibi, zayıflığı da tartılıyorsa, böyle bir râvînin rivâyeti hasen olur.

Bilenler bilir ki; Cerh-Ta‘dil usûlünde (sikadır, güvenilirdir demek) müfesser olma (neden güvenilir olduğunu tefsir edip açıklama ve ispat) şartı olmadığı halde, cerhde (zayıftır demekte) bu şart vardır.

“Cerhin ta’dilden önce gelmesi” yani hakkında hem zayıf, hem de gü­venilir denilen râvînin zayıf olmasının öne geçeceği mutlak olmayıp, cerhin müfesser olması şartıyla sınırlıdır.

Oysa bu râvîdeki cerh müfesser olmayıp (sebebi açıklanıp izah edil­meyip), mübhemdir. Mübhem cerh ise, muteber değildir. Ancak büyük ve meşhur hafızlarının mübhem cerhi, makbul ise de, bu ihtilaflı olmayan nok­talardadır.[6]

Hâlbuki bu râvimizin zayıflığı ve güvenilirliği ihtilaflı ve tartışmalıdır. Üstelik zayıflık adaletle değil de, zabt (hafızada tutmak ve unutmamak) ile ve az olduğu zaman, hadisin derecesi sadece hasenlik mertebesine düşer.

Elbânî Silsiletü’d-Daîfe(rakam:23)’de Heysemî’nin el-Mecma‘daki di­ğer râvîleri sahîh’in râvîleridir sözüne, Ahmed İbnü Hammâd her ne ka­dar sağlam birisiyse de, sahîh sâhipleri ondan rivâyet etmediler, Ondan sâdece Nesâî rivâyet etti diye­rek i’tirâz etti.

Ravh İbnü Salâh’a gelince. Her ne kadar İbnü Hibbân ve Hâkim onu sağlam buldularsa da, bu ikisi tesâhül/gevşeklik ile tanınan kim­selerdir… Oysa, onu zayıf bulanların cerh’i şu tenkîd imâmlarından müfesser/ açık­lanmış bir cerhdir. O da münkerleri rivâyet etmesidir. Böy­lesi bir râvî hadîsi rivâyette yalnız kalırsa o rivâyet ile hüccet ileri sürül­mez. Şu hâlde hadîs zayıftır.

Deriz ki; aslında Allâme Ğumârî, derin bir vukûfla söylenilecek olan­ları söyledi. Lâkin biz ilmi ve idrâki ma’lûm muhâtabların seviyele­rini he­saba katarak, sözü fâideli uzatmak manasında olan ıtnâb yo­luyla biraz daha uzatıyor ve diyoruz ki;

Şu tenkidçilerin tenkidinin, hafif cerh olduğu ve bunun râvîyi en fazla hasenlik mertebesine düşürebileceği gösterildikten sonra, bu çokbilmişçe uzatmalar hepten lüzumsuz olur.

Mütekaddim muhaddislerin yani, önceki hadisçilerin dilinde “münker” tabirinin râvî tarafından “teferrüd edilen garîp” manasında kullanıldığı erbabınca bilinen bir husustur.[7]

Nitekim Ravh, bunu rivâyet etmekte tek kaldı, ifâdesi de şu dediği­mizi teyid etmektedir. Muteahhir muhaddislere/sonraki hadisçilere göre ıstılah edinilen münker, zayıflık sebebi ise de, teferrüd ve ğarabet, mutlak olarak zayıflık sebebi değildir. Dolayısıyla Ravh’ın münker rivâyetleri de­mek, rivâyette tek kaldığı haberler demek olabilir ki, bu, rivâyetinin her halü kârda zayıflığını icab ettirmez.

İbn Hibbân ve Hâkim’in, sözü edilen tesâhülü/gevşekliği mutlak ol­saydı, eserleri sahih ismine lâyık görülmezdi. Aksine, tahkik odur ki, onlar, haseni de sahihin mertebelerinden bir mertebe kabûl etmişlerdir ve bu onlara göre bir ıstılâhtır.

Dolayısıyla bu husûsta onlara itirâz edilmez. Hasen, ister sahihin bir kısmı manasında nevi/çeşidi olarak, isterse onun kasîmi/mukâbili ve karşıtı olarak kabûl edilsin, hadis âlimlerinin çoğuna göre makbûl bir delildir.

İbn Adiyy ile Dârekutnî cerh ve ta‘dil imâmıdır da, İbn Hibbân ile Hâ­kim tenkitçi imâmlardan değil midir? Elbette onlar da cerh ve ta’dilde ictihâdlarına mürâcaat edilecek nükkâddan/tenkidçilerdendirler. Nitekim bu, cerh ve ta‘dil kitaplarına âşina olanlarca malûmdur. Öyleyse işinize geldiği yerde cerh ve ta’dil imâmlarının bir kısmını silip atmak ve canınız istediği kimselerin anlamadığınız ifâdelerine sarılmak da ne oluyor?

Hüccet olmamak, hiçbir işe yaramamak demek değildir. Bazen başka delillerin ve meselenin teyid ve takviyesine yaraması da yeterlidir.

Üstelik bir hadîs, hasen li gayrihî bile olsa, cumhûra göre tek başına delil olmaya yeterlidir. Kaldı ki, bu rivâyet şu kadar da aşağı düşmez. Ak­sine, bir görüşe göre sahih, başka bir görüşe göre de hasendir.

Sahih’in râvîsi demek, her zaman sahih ismi verilen Buhârî mi veya onun gibi sahih olan belli kitapların bir râvisi mi demekdir? Yoksa bazen sikalığı bir rivâyeti sahih yapmaya yetecek seviyede olana da şâmil midir, değil midir? Belki Heysemî kendine ait bir ıstılâh olarak geniş yelpazeli bir manayı kastetmiştir? Bütün bunları kesin hatlarıyla bilip zaptetmeden Heysemî’ye itirâz edilmez. Hem, râvî sika/sağlam oldukdan sonra, asıl me­seleye nispetle böylesi bir tâli noktadaki itirâz, sadece meseleyle alâkasız faydası olmayan bir malûmâtfuruşluk ve sözü uzatmak olur.

İbn Adiyy (v. 365/975) ile Dârekutni, sadece şu isnatta geçen bir râvî için zayıftır, dediler; râvi bu rivâyette olması bakımında zayıftır demedik­leri gibi, bu rivâyet içinde zayıftır demediler. Üstelik râvîdeki zayıflık da birçok yanıyla içtihadi bir husus olduğu gibi, bu zayıflığın, isnadı zayıf yapıp yapmayacağı dahi içtihat ile alakalı bir husustur.

Hem de râvideki zayıflık, tek başına olarak isnadı zayıf yapmaya her zaman yetmeyebilir. Veya şu isnad, başka birtakım telafiler ile zayıf ol­maktan kurtulabilir. Dolayısıyla, şu iki imâmın bu isnatla alakalı olmaksızın, üzerinde konuşulan râvî hakkındaki hükümlerinden kalkarak, sadedinde olduğumuz isnada zayıflık damgası vurmak, ehil olmayanlarca yapılan doğru olmayan yeni bir şeydir.

İbn Abdilberr, İbn Abbâs’tan, İbn Ebî Şeybe de Cabir’den bu hadisi nakletmiş, Deylemî ve Ebû Nuaym da ayrı rivâyetlerde bulunmuşlardır. Netice olarak başka başka senetlerle rivâyet edilen bu hadisler, birbirlerini kuvvetlendirmektedir.[8]

Bir an tenezzül edip, rivâyetin zayıf olduğunu kabûl edelim ve sora­lım: Bu zayıf hadis, sizin o zayıf aklınızın görebildiği mücerred reyinizden de mi zayıftır? Zayıf hadis, hadisçilere göre, en kuvvetli mücerred/salt görüşten daha kuvvetlidir.

Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvûd es-Sicistanî’ye izafe edilen görüşe göre; “Başka hadis bulunmadığı takdirde ahkâma ait meselelerde zayıf hadislerle amel edilir”.[9]

Hâsılı, bu hadis sahih veya en azından hasendir. Bundan aşağı düş­mez. Nitekim Allâme Hâfız Abdullah el-Ğumârî böyle demiştir.[10]

Burada dikkat edilmesi gereken bir şey daha vardır. Bu ve diğer rivâyetlerde Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Allah’a tevessül ettiği peygamberlerin hepsi vefat etmişlerdir.

Bu rivâyetin ortaya koyduğuna göre, “onun hakkı için” ya da “hak eh­linden olan kimseler hürmetine” diyerek duâ etmek câizdir. Üstelik bu zatların vefat etmiş olmaları, onlarla tevessül edilmesine engel değildir.

Buraya kadar olan açıklamalar Hüseyin Avni Hoca’dan alınmaydı.

Bu hadis hakkında bir de Mahmûd Saîd Memdûh‘un nakiline bakalım:

Ben(Mahmud Saîd el-Memduh): derim ki;

Taberânî’nin Şeyhi Ahmed İbnu Hammâd İbni Zuğbe sika bir ravî olup Nesâî’nin şeyhlerindendir ve ondan Sahîh’de rivayet yapılmamıştır.

Ravh İbnu Salâh’a gelince…

Hakkında ihtilaf edilmiştir; onu bazıları sika bazıları da zayıf gör­müş­lerdir. O halde onun gibi bir râvînin hâlini açıklamak için ictihada ihti­yaç vardır.

Suâlâtü’s-Siczî“de yazıldığına göre Hâkim, onun hakkında “Sika­dır, me’mûn’dur” demiş. İbnu Hibbân onu “es-Sikat”ta (8/244) zik­retmiştir. Ya’kûb İbnu Süfyân el-Fesevî, “el-Ma’rife ve’t-Târîh“de (3/406) ondan rivâyet yapmiştır ki bu zat ona göre sikadır. Fesevî, (et-Tehzîb:11/378) “Ben bin küsür şeyh’ten hadîs yazdım hepsi sika zat­lardır” dedi.

Onu cerhedene (zayıflıkla suçlayana) gelince…

O, cerhinin sebebini söylememiş ve onu açıklamamıştır.

Dârekutnî, “el-Mü’telif ve’l-Muhtelif“inde (3/1377) “Ravh İbnu Salâh es-Seyyâbe, İbnu Lahî’a‘dan, Sevrî‘den ve başkalarından rivâyet yap­maktadır; hadîsde zayıf idi ve Mısır’da otururdu” demiştir. Benzerini İbnu Mâkülâel-İkmâl“de (5/15) ve İbnu Adiyy “el-Kâmil“de (3/1005) söy­lemiştir.

Bu, müphem ve tefsîr edilmeyen bir cerh olup ondan önce zikredilen ta’dîl karşısında reddedilir. Nitekim (Usûl-i Hadîsde) böyle mukarrerdir. Bunun misâli Hâfız’ın “el-Feth“in Mukaddime’sinde (sh:437) Muhammed İbnu Beşşâr İbni Bundâr‘ın tercümesindeki şu sözüdür:

Amr İbnu Alî el-Fellâs zayıf olduğunu söylemiştir; ama bunun sebe­bini zikretmemiştir. Bu yüzden (tenkıdçiler) onun cerhine iltifat etme­miş­lerdir.” (Hâfız’ın Sözü Bitti.)

Elbânî şu iddialarda bulundu:

1- Ravh İbnu Salah hakkındaki cerh, İbnu Yûnus‘un “ondan münker rivâyetler yapıldı” sözü ve İbnu Adiyy’in el-Kâmil’de “Hadîslerinin ba­zısında münkerlik vardır” kavli ile müfesserdir.

Ben derim ki; Elbânî’nin bu sözü aşağıda gelecek iki vecihde görüle­cek bir söz kaldırır:

Birincisi: İbnu Yûnus ve İbnu Adiyy’in iki ibâresi cerhe delalet etmez.

İbnu Dakîk el-Îd, Nasbu’r-Râye (1/179) ve Fethu’l-Muğîs‘de (1/347) ya­zıldığına göre “Şerhu’l-İlmâm“da şöyle dedi:

“Bir râvînin rivâyetlerindeki münker haberler çok olmadıkça ve iş hak­kında ‘Münkeru’l-hadîs‘ denilmesine varmadıkça onun için onların (cerh ve ta’dîlcilerin) ‘Revâ menâkîre/birtakım münker haberler rivâyet etti’ sözleri tek başına rivâyetinin terkedilmesini gerektirmez. Çünkü ‘Münkeru’l-Hadîs’ râvîde bir vasıftır ki onunla hadîsi terkedilmeyi hakeder.” (İ. D. El-Îd’in sözü son buldu.)

İkincisi:

Onların (cerh ve ta’dîlcilerin) “Revâ’l-Menâkîre/münker haberleri rivâyet etti” veya “Ruviyet anhu’l-menâkîru/ondan münker haberleri rivâyet edildi” sözlerinin de cerh ile alakası yoktur. Zîrâ bu münker rivâyetler, onun şeyhlerinden veya ondan rivâyet edenlerden olmuş ve o sadece bunu (münker haberi) taşımakta olan bir şey rivâyet etmiş olabilir.

Hâkim, Dârekutnî’ye (Suâlât:217-218) Süleymân İbnu Şurahbîl‘in hakkında sordu; O da “Sikadır” dedi. Ben (Hâkim) de “Yanında münker rivâyetler yok mu?” dedim. O da “Onları zayıf olan râvîlerden rivâyet etmektedir” dedi. (Hâkim’in Sözü Bitti.)

O halde münker haberleri rivâyet eden her râvî hadîs âlimlerine göre “zayıf” değildir.

İbnu Adiyy, Kâmil’inde (3/1005-1006) Ravh İbnu Salâh’ın hâl tercemesini yazarken ondan iki hâdîs rivâyet etti ki, bu iki hadîsteki âfet ve haml/yüklenme Ravh İbnu Salâh’dan rivâyet eden râvîdendir.

İbnu Adiyy’in el-Kâmil’indeki âdeti -Hâfız’ın el-Feth Mukaddime’­sinde (Sh:429) anlattığı gibi- sikaya veya sika olmayana inkâr edilen hadîsleri rivayet etmesidir. O yüzden şayet İbnu Adiyy, Ravh İbnu Salâh’a inkâr edi­len bir şey bulsaydı tercemesinde onu elbette getirirdi. Lâkin o, onun tahdîs ettiğini tahrîc etti ve bu rivâyet münker idi; fakat bu, ondan başka­sına yüklenen bir şeydi. Artık iyi düşün…

Fâide:

Elbânî, zikri geçen hadîsin zayıf olduğunu anlatmak istedi ve İbnu Yûnus’un Ravh İbnu Salâh hakkındaki “Rüviyet anhu’l-menâkîru/ondan bair takım münker hadîsler rivâyet edildi” sözünü, kendisiyle râvînin zayıf kabûl edeceği müfesser cerh’den kabûl etti. O, bir yandan böyle der­ken tenakuza düştü ve cerh ve tadilcilerin bir başka râvî hakkında “Lehû menâkîru” sözlerinin mutlak manada cerh olmadığını itibar/kabûl etti. Bu, onun Şeyh el-Bûtî‘ye yaptığı reddiyesidedir. (Sh:66-67) Bundan da fazlası, O, “Münkeru’l-Hadîs” ifadesini müfesser olmaması gerekçesiyle kabûl edilmeyecek olan bir cerh olarak itibar etti. Es-Sahîha’sinda (1/769) böyle geçmektedir.

Sen görüyorsun ki iki söz arasında hiçbir fark yok; ama Elbânî’nin yap­tığı iki iş arasında bir fark var; doğru gördüğünü müdafaa için hadîs usûlü kaidelerinden uzaklaşmakta, görüşüne göre yürümektedir. Fellahu’l-müsteân…

Fasl:

Elbânî, İbnu Hibbân ve talebesi Hâkim’in Ravh İbnu Salâh’ı sika gör­melerini reddederken şu sözleri (Zaîfe‘si:1/32) söylemektedir:

“İbnu Hibbân sikadır hükmü vermekte gevşek birisidir. Zîrâ o, meçhûl olan râvîlerden bir çoğunun sika olduğunu söylemektedir… Hâkim de tesâhülde onun gibidir. Nitekim bu teracim ve rical ilminde mutazalli (mü­tehassis) olana gizli değildir. O halde tearuz anında onların sözünün hiçbir ağırlığı yoktur. O kadar ki, cerh, sebebi zikredilmeyen mübhem bir cerh bile olsa bu böyledir.” (Elbânî’nin Sözü Bitti.)

Ben (M. S. Memdûh) derim ki;

Bu, -meşğûliyyetine rağmen- İbnu Hibbân’ın tevsikını anlamayan, o­nun “Es-Sikât“ına iyi bakmayan ve tevsikını reddetmede acele eden bir kimsenin sözüdür. Halbuki en iyi olan, tafsîle gitmektir, işi ayırmaktır. İbnu Hibbân’ın tevsikı iki kısma ayrılır ki bunu O, “Sikât”ının mukad­dimesinde (1/13) açıkça ifade etmiştir:

Birincisi: Hakkında cerh ve tadil âlimlerinin ihtilaf ettiği kimse. Şâyet bu kişinin ona göre sika olduğu sübut bulursa onu “Sikât”ına, değilse onu bir başka kitabına koyar.

İkincisi: Ne bir cerh ile ve ne de bir tadil ile tanınmayan, şeyhi ve kendinden rivâyet eden sika olan ve münker bir hadîs getirmeyen kimse… Bu ona göre sikadır. İbnu Hibbân bu mezhepte tek başına de­ğildir. Lâkin bu çeşit ravîler cumhûra göre “mechûlü’l-hal/hâli bilinme­yen bir râvî”dir.[11]

Ona tesahulün (gevşekliğin) nisbet edilmesi sadece ikinci çeşite göre­dir. O halde İbnu Hibbân’ın sika bulmasını mutlak olarak heder etmek hata­dır; ona mutlak olarak/her bakımdan tesâhül nisbet etmek doğru de­ğildir. O ancak râvîlerin belli bir çeşitindedir ki ikinci kısımdır. Birinci kısıma ge­lince… Birinci kısım râvîler hakkındaki tevsîkı diğer imamların tevsîkınden aşağı değildir. Bu bilinince… İbnu Hibbân’ın Ravh İbnu Sa­lâh’ı tevsik etmesi­nin reddedilmesi kesinlikle açık bir söz kaldırır.

Ravh İbnu Salah’tan Hâfız Ya’kûb İbnu Süfyân, Fakîh ve Hâfız Mu­hammed İbnu İbrâhîm el-Bûşencî, Nesâî’nin arkadaşı sika hadîsçi Ahmed İbnu Hammâd İbnu Zağbe, Ahmed İbnu Rişdîn ile oğlu Abdurrahmân ve müezzin Îsâ İbnu Sâlih rivâyet yapmışlardır. Hak­kında cerh ve ta’dîl vardır. İbnu Yûnûs gibi bazıları İbnu Hibbân’dan ev­vel üze­rinde konuşlardır.

Hâkim’in “sikadır” demesine gelince…

Bu tevsîkı tesâhul (gevşeklik) iddiasıyla reddetmek açık bir hatadır. Zîrâ âlimler onun sikadır demesini nakl edegelmişler ve buna itimad et­mişlerdir. Ricâl kitabları bununla doludur ve onlar önümüzdedirler. Hâ­kim hadîste zamanının insanlarının imamı idi. Cerh, ta’dîl, ilel ve hadîs ilimle­rinin hepsinde tam bir marifeti (teferrutlu bilgisi) vardı. Râvîler hakkında söz söylemekte meşayıhına mürâcaat ederdi. Dârekutnî -ki o, Hâkim’in meşayıhındandı- İbnu Mende‘den önde tutardı. Hâfız Ebû Hâzim el-Abdûy(î), “Şeyhlerimizi şöyle derken işittim” dedi: “Ebû Bekr İbnu İshâk ve Ebû’l-Velîd en-Neysâbûrî cerh, ta’dîl, hadîs illetleri, sahîhi ve zayıfı hakkında soru sormak üzere Ebû Abdillâh el-Hâkim‘e murâcaat ederlerdi.”

(Hâfız el-Abdûy[î]) şöyle dedi: Şeyh Ebû Abdillah el-Usmî‘nin ya­nında üç seneye yakın bulundum. Şeyhlerimizin tamamı içinde ondan daha takvâ sahibi ve daha çok araştıran birini görmedim. Bir şey ona müşkil/içinden çıkılması zor göründüğü zaman bana Ebû Abdillah el-Hâ­kim‘e mektûb yaz­mamı emreder, cevâbı gelince onunla hükmeder ve sö­züyle kesin hüküm verirdi. Meşayıha elli sene reis kılındı. (Sözü Bitti.) Tabakatü’ş-Şâfiiyye‘de (4/158) böyle yazılmıştır.

Evet… Zehebî, “Cerh ve ta’dîlde sözüne itimad edilecek kimseler” me­alindeki cüzünde (172) Hâkim’i zikretmiş ve onun Tirmizî gibi tesâhül sahibi kimselerden olduğunu söylemiştir.

Ben (M. S. Memdûh) derim ki;

Hâkim’in tesâhulü el-Müstedrek’teki[12] hadîsler için verdiği hükümlere hastır. Zîra bu eserin tamamını ayıklayamadan ölüm onu yakalamıştır. Ni­tekim bu yerinde ma’lüm olan bir husustur. Ravh İbnu Salâh’ı sika bulması da el-Müstedrek’in dışında olup “Süâlâtü’s-Siczî“dedir. Mütesâhil olduğu iddiassını kuvvetlendiren şeylerden biri de Ali (aleyhisselâm)’nin fazîleti hak­kındaki hadîsleri sahih hükmünü vermesi ve o hadisler yüzden şiddetle kı­nanmasıdır.[13] Hadîs ilmi kaideleri tatbîk edil­diği zaman söz onun sözü­dür ve hak onunla beraberdir. Bunun uzunca anlatılmasının başka bir yeri var­dır.

Onu el-Müstedrek dışındaki hükümleri ise, onlar diğer tenkıdçi imam­ların hükümleri gibidir. Hattâ sen onu bazı zamanlar teşeddüt göste­rip İbnu Kuteybe‘yi yalancılıkla suçlarken görürsün. Nitekim el-Mîzân‘da böyle yazı­lıdır. (2/503)

Muhammed İbnu’l-Ferec el-Ezrak‘ın tercümesinde (4/4) Zehebî şöyle dedi: Hakkında, sırf Huseyin el-Kerâbîsî ile arkadaş olduğu için Hâkim (ceh ile) konuştu. Bu fazla bir teannüttür. (Zehebî’nin Sözü Bitti.)

Hâkim, nice kez Buhârî ve Müslim’i râvîleri hakkında konuşulan hadîsi rivâyet ettikleri için ayıplamıştır. Tamam… Hâkim dedikleri gibi müte­sâhildir; Ravh İbnu Salâh hakkında “sikadır, me’mûndur” dedi. O halde bu râvî ona göre kabûl ve tevsîk derecelerinin en üstündedir. Bu sözü tamamiyle geçersiz saymak, Allah’ın bize ikame etmeyi emrettiği adaletten olmayıp aksine “O, sikadır” dememiz adâlettir… Şâyet son de­rece katı davranacak olursak, bu râvî kesinlikle sadûktur (deriz).

Bu tevsîk İbnu Hibbân’ın tevsîkıne katılırsa ve sen teannütün (illa da dediğim olacak inadının) en üst basamağındaysan bu râvîyi tevsikten ay­rılma imkânın yoktur. İbnu Hibbân ve Hâkim’in bu tevsîkını Ya’kûb İbnu Süfyân el-Fesevî’nin zımnî tevîkı de kuvvetlendirmektedir; çünkü o, meşayıhındandır. Şu halde bu râvînin hadîsi hasen olmaktan aşağı düş­mez. Doğruyu en iyi bilen Allah(Celle Celalühü)’tır.

Elbânî’nin “İbnu Hibbân ve Hâkim’in tearuz anındaki (başka tenkıdçilerin sözüyle çelişen) sözlerinin ise, -cerh sebebi zikredilmeyen mübhem bir cerh bile olsa- hiçbir ağırlığı (değeri) yoktur”[14] sözüne ge­lince…

Bilemiyorum Ya’kûb İbnu Süfyân el-Fesevî, Hâkim ve şeyhi İbnu Hibbân hadîs talebesinden midir, yoksa hadîs imamlarından mıdır veya dok­tora sahiplerinden midir? O halde bu görmezden gelme nedendir?… Bu tehvîl ne içindir? Elbânî’nin bu sözünde bu iki imâmın tevsîkının hepten heder edilmesi (tamamen atılması) vardır. Bu öyle bir hükümdür ki, söz kaldırır ve dinlenilmeye değdeğmez. Çünki o gerçeğe muhâliftir ve onda övülemeyecek bir cüret vardır.. Sonra çamurun suyunu daha da artırarak “Hattâ cerh, sebebi zikredilmeyen mübhem bir cerh bile olsa” dedi.

Ben (M. S. Memdûh) derim ki; şiddeti ve hayırsızlığı iyice artırdın. Bu öyle bir söze misaldir ki, biz hadîsle meşğûl olan herkesi böyle bir heze­yan yapmaktan daha büyük görürüz. (Ona bunu yakıştırmayız) ve onun için (bu hezeyanı sebebiyle) haya ederiz.[15] Kendinden yardım istenilecek olan Allah’tır…

Geçmiş bilgilerin özü, Ravh İbnu Salâh “sadûk”, hadîsin isnâdı da hasendir. Allah en iyi bilir. (M. S. Memdûh’dan nakil bitti.)

Kabirden Faydalanma Şekilleri

Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’a atfedilen, “Dünya işlerinde şa­şırıp, hayrete düştüğünüz zaman, kabir ehlinden yardım isteyiniz!” [16] Bu sözden daha sağlam delillerimiz varken, bu delil yerine aşağıdaki deliller yeterli olur.

Allah dostu, evliyâ olarak bilinen insanların kabirlerinden “bana ço­cuk, ev, eş ver!” şeklinde istekte bulunmak, kabirlere çaput bağlamak, kurban kesmek, kabire karşı secde etmek, elbette sakıncalı ve yanlıştır. Böyle tutumlar, insanı şirke düşürür. Yapılması gereken, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın ve Sahabe-i Kirâm’ın yaptığı şekilde yapmak­tır.

Aracı kılınan kabirde yatan kişinin, Allah’ın dilemesi olmadan hiç bir şey yapmaya güçü olmayacağını bilmek lazımdır. Bu şirktir, sapık kabirciler denilirse, buna şirk diyen kişi farkında olmadan aşağıda görüleceği gibi, bu şekilde dua eden Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ı ve sahabeyi şirk ile itham etmiş olur. O zaman caiz olan şekli nasıl olmalı?

Kabirlerden Faydalanma İki Şekilde Olur

1. Kabirdeki Peygamberimiz’den veya bir Allah dostunun ruhundan bi­zim için Allah’a duâ etmesini isteyerek yardım istemektir.

2. Diğer usulüne uygun isteme ve faydalanma şekli de şöyledir: “Allah’ım! Peygamberlerin (veya) bu mezarda yatan dostunun hatırına bize yardım et!”

Geride tahrici yapılan 4. hadiste; Enes b. Mâlik şöyle demiştir: “Haz­reti Ali’nin annesi Fâtıma binti Esed vefat ettiğinde, kabrine defnedilirken Allah Resûlü gelir ve içinde yan yatarak şöyle duâ etmeye başlar:

الله الذى يحيى ويميت وهو حي لا يموت اغفر لأمى فاطمة بنت أسد ولقنها حجتها ووسع عليها مدخلها بحق نبيك والأنبياء الذين من قبلي فإنك أرحم الراحمين.

“Allah, yaşatan ve öldürendir. O, ölümsüz bir hayata sahiptir.

Annem Fâtıma binti Esed’in günahlarını affet, ufkunu aç, Nebi’nin ve benden önceki enbiyanın hatırı için kabrini genişlet, çünkü ancak sen mer­hamet edenlerin en merhametlisisin.” [17]

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bile Allah’tan isterken, öl­müş peygamberleri aracı kılıp, onların faydasını umuyor. Biz Peygam­ber’den daha yüce, masum muyuz ki, başkasına ihtiyacımız olmasın? Pey­gamberimiz buyuruyor ki: “Benim ölümüm de sizin için faydalıdır.” [18] Ashab-ı Kirâm, bunun ne demek olduğunu bizden daha iyi bildiği halde, gidip mübarek kabrinden, onu aracı kılmışken, ben neden yapamam ki? Ben kabirdeki kişi­den istemiyorum. Allah’tan istiyorum. Kabirdeki benim için dua eder. Allah dilerse duasını kabul eder, dilemezse etmez. Fakat bunları Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), sahabe yapmış, ben de yaparım. Böyle yapıla­bileceğine dair elimizde deliller vardır.

Resûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın şu sözüdür:

عن بكر بن عبد الله رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم:

حياتي خير لكم تحدثون ويحدث لكم، فإذا أنا مت كانت وفاتي خيرا لكم، تعرض على أعمالكم فإذا رأيت خيرا حمدت الله وإن رأيت شرا استغفرت الله لكم.

Bekr b. Abdullah (Radıyallahu anh)’tan rivâyet edilen bir hadis-i şe­rifte, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Benim hayatım sizin için hayırlıdır, (benim sağlığımda birtakım iş­ler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise vefâtım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem Allah’a hamdederim, şer görürsem Allah’tan sizin için af dilerim” hadis-i şerifidir. [19]

Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarına gösterilir. İşleriniz iyi ise sevinirler, iyi değilse ya Rabbi! İyi işler yapmaları için kalplerine ilham eyle, derler. [20]

İTİRAZ

Yaşayan, karşımızda hazır olan ve istediğimiz şeye sahip olan bir kim­seden bile her şeyi isteyebilmek, her halükarda caiz değilken, Nebi (aleyhisselam) ve ölmüş olan salihlerden, dua edebiliyorlar diye bunu talep etmek caiz ve meşru derken, mezardaki ölmüş herhangi bir ak­rabamızdan seslenerek bizim için dua etmesini isteyebilir miyiz?

İstenebileceğinin caiz olduğu hangi delile dayanmaktadır?!

Meleklerin bizim için dua ve istiğfar ettikleri, Kur’an ve sahih sün­nette sabittir. Bizim için istiğfar ediyorlar diye “Ey arşı taşıyan melekler, günahlarım için Allah’tan affolunmamı dileyin.” diye seslenmek de meşru mudur?

CEVAP

Evet ölmüş bir akrabamızın kabri başında ona seslenerek bizim için dua etmesini isteyebiliriz. Aşağıda(*) geniş bir şekilde açıklanan 5 hadisteki sahabenin Resulullah’ın kabrinden Resulullah’a seslenerek ümmeti için dua etmesini istemesi delilimizdir.

 

* Yazı dizisinde bahse konu hadisler kastediliyor. (Editör)

 


[1] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, (no: 871, XXIV, 351). Ebû Nuaym et-Taberânî yoluyla Hilyetu’l-Evliya’da III. c. s.121.

[2] Elbânî, Tevessül.

[3]Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, XXIV, 351-352; Ebû Nuayım, Hilyetü’l-Evliya, II, 121. Hakim, el-Müstedrek, III, 116-117

[4] Elbânî, Tevessül, s.112; a.mlf., Daife, 1,79, 82.

[5] Ebû Nuaym, age, III, 121.

[6] Geniş bilgi için Tedribu’r-Râvî (1/308-311) ve diğer usul kitablarına müracaat edilebilir.

[7] Geniş bilgi için bakınız: İmâm Leknevî, er-Ref’ ve’t-Tekmîl, s. 143-144.

[8] Müellif burada, bu muhaddislerin kıssasının aslını rivâyet ederek “müdelles” bir râvînin diğerinden hadis almadığı halde almış gibi göstererek yaptığı rivâyet. ç.) bir rivâyet yapmadıklarını ifâde etmiş olmaktadır. Nitekim “mustahrac” hadis kitabları yazan âlimlerin çokça yapmış olduğu bir tarzdır bu. Bu husus usulü hadis kitaplarında tafsilatıyla açıklanmaktadır.

Müellif, Heysem’nin hadis hakkındaki görüşlerini üzerinde bir şey söylemeden aynen aktarmakla mesuliyetten kurtulmuştur. Bazıları, hadiste geçen duânın sadece Heysemî’nin rivâyetinde yer alıp diğer rivâyetlerde olmamasını sebep göstererek rivâyetin “illet” içerdiğini iddia etmişlerdir. Bu bir illet kabul edilemez. Zira bu rivâyette fazladan gelen ziyade “münker” ya da “ğarip” değildir ki biz onu reddedelim. Üstelik bu hadisin manasında birçok başka rivâyetlerde vardır.

Hadis hafızlarının “Sahih” olduğunda ittifak ettikleri Osman b. Huneyf rivâyetinde, bilinmektedir. İbn Teymiyye’nin el-Kelimü’t-Tayyib adlı eserinde “şu yürüdüğüm yolun hakkı için…” ifâdelerinin geçtiği bir rivâyet bulunduğu Muhammed b. Abdulvahhab’ın “Âdabu’l-Meşyi ile’s-Salât” kitabında zikrettiği birçok rivâyette bu lafızlarla duâ edildiği görülmektedir.

[9] A. Naim, Tecrid Tercemesi (Mukaddime), s. 343.

[10] İthâfu’l-Ezkiyâ, s. 20), Mefâhîm, s. 146.

[11] Râvî, mechûllerden olmayınca, İbnu Hibbân’ın Ravh İbnu Salâh’ın sika olduğunu söyle­mesi makbuldür; işi diğer tenkıdçiler gibidir.

[12]Bu et-Tenkîl’de (1/459) zikredilen bir şeydir. Elbânî bunu bastı ve onun için kavga verdi. O yüzden onda yer alan şeyler O’ndan taleb edilir. El-Müstedrek’teki tesâhulün Hâkim rahimehullahu teâlâ’nın, ömrünün bitmesi sebebiyle iyice araştıramadığı kısmı ile kayıdlanması/bağlanması gerekir.

[13] Açıktır ki, M. S. Memdûh bu sözünü ince ve haklı bir alay icabı söylemiş olabilir; yoksa Ali radıyallahu anhu efendimizin fazileti neden tenkıd mevzuu olsun?!…Mütercim.

[14]Onun bu sözünü Şeyh Hammad İbnu Muhammed el-Ensârî kitabında (44) nakledip kendine maletti. O’nun yazmamasını istediğim sözlerinden biri de Ravh İbnu Salâh hakkındaki (45) “Sen görüyorsun ki, cerh imâmlarının sözleri O’nun zayıf kabul edilmesinde ittifak etmiştir” sözüdür.

[15]Üzülme muhterem Mahmûd Saîd Memdûh… Onlar hayasızlık ve densizliğin ölçüsünü iyiden iyiye kaçırdılar.. Haklarında haya edilmeye değmez… Mütercim.

[16] Aclunî, Keşfü’l-Hafa, I, 85.

[17] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, (no: 871, XXIV, 351). Ebû Nuaym et-Taberânî yoluyla Hilyetu’l-Evliya’da III. c. s. 121.

[18] Kenzü’l-Ummâl, Fazâil: 31903

[19]İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 194, İbn Hacer, Metâlibu’l-Aliye, (no: 3853, IV, 22), Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, (no: 14250), VIII, 594.

[20] Minha 1/156 dan naklen Hamza Ahmed ez-Zeyn Müsned-i Ahmed Ta’lik-i X, 532, ez-Zeyn hadis sahihdir, diyor. Aynı yer.