Bir Tasavvuf Düşmanlığı Klasiği

BİR TASAVVUF DÜŞMANLIĞI KLASİĞİ
YÂHUD DA
AKADEMİK AHLAKSIZLIĞIN DERİN BUUDU
اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحيِم اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىٰ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَاٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
ve bunu savunanların delillerini şöyle sıralamaktadır:
d-Hz. Hızır, Hz. Musa’ya “bilmediğin bir şeye nasıl sabredersin?”[2] diyerek ondan farklı olarak başka bilgilere sahib olduğunu göstermiştir. Hz. Musa da “senin hiçbir işine karşı çıkmam[3] diyerek ona karşı tevazu göstermiştir. Bü tün bunlar o kişinin bazı konularda Musa’nın üstünde olduğunu ve peygamber olmayan bir kişinin peygamberden üstün olamayacağını göstermektedir.
e– Ebubekir el-Asem: “Onu ken dimden yapmadım” ayetinin Hz. Hızır’ın peygamber olduğunu gösterdiğini söylemiştir. Zira bunun an lamı, yaptığım o işi kendi içtihadımla değil, Allah’ın vahyetmesiyle yaptım, demektir.
f– Rivayetlerde Hz. Musa’nın Hz. Hızır’ın yanına geldiğinde “es-Selamu aleykum” dediği, Hz. Hızır’ın da “ve aleyke’s-Selam ya nebiyye Beni İsrail” dediği, Hz. Musa’nın ona “bunu kim sana söyledi? (Benim İsrailoğullarının peygamberi olduğumu nereden bi liyorsun?)” demesi üzerine Hz. Hızır’ın: “Seni bana gönderen (Allah)” dediği kaydedilmektedir. Bu da Hızır’ın bunu ancak vahiyle bilmiş olacağını göstermektedir. Vahiy de ancak peygamber olan kişi ye gelir.[4]] [5]
İbrahim Sarmış’ın yukarıdaki kalın ve büyük köşeli parantezler arasında “Fahruddin er-Razî, Hz. Musa ve Hızır’la ilgili kıssayı tefsîr ederken Hz. Hızır’ın peygamber olduğunu söylemekte ve bunu savunanların delillerini şöyle sıralamaktadır” şeklindeki sözünü okuyunca ne anladınız?
(Bir): “Râzî, alâkalı âyetin tefsîrinde Hızır aleyhisselâm’ın bir nebî olduğunu söyledi” öyle değil mi?. Halbuki O, asla böyle bir söz söylemedi; yalan söyleniyor.
(İki): “Razî, naklettiği bu ileri sürülen görüşleri kabûl etti ve onlara karşı hiçbir söz söylemedi.” Bu da katmerli bir yalan. Aksine O, bu delîllere i’tirâz etti, onları delîl olabilecek ağırlıkta görmediğini açıkça ifâde etti ve ileri sürülen her bir ‘hüccet’in ardında sırasıyla aşağıdaki i’tirâzları getirdi.
İmam Fahruddîn er-Razî’nin de diği sadece şunlardı:
[Bu âyette bir takım mes’eleler vardır:
Birinci Mes’ele, “kullarımızdan bir kul buldular” sözüdür ki, onda iki bahis vardır:
Birinci Bahis: (Âlimlerin) çoğu bu ‘kul’un bir peygamber olduğunu söylediler ve bu görüşlerine dâir bazı delîller ileri sürdüler…
(Râzî, İbrahim Sarmış’ın yukarıya aldığı maddelerden her birinin sonuna şu i’tirâzları ve süâlleri getirdi:)
a-“Birisi, ‘peygamberliğin bir rahmet olduğunu kabûl ediyoruz; ancak her rahmetin peygamberlik olması lâzım gelmezdiyebilir. (Başka rahmetler de bulunabilir; dolayısıyla buradaki ‘rahmet’ ‘peygamberlik’ olmayabilir.)”
b-“Bu zayıf bir delîl getirmedir. Çünki, zarûrî (öğrenmek ve kazanmak yoluyla olmadan -avam havas- herkes tarafından kaçınılmaz olarak bilinen) ilimler, işin ba şında Allah celle celâlühû’dan ge lir. Bu da ‘peygamber’ olmayı göstermez.”
c-“Bu da zayıf bir delîl getirmedir. Çünki peygamber, ne i’tibârıyle peygamber hâline geldiyse o ilimlerde peygamber olmayana uymaz, diğerler ilimlerde ise böyle değildir; (sepet yapmak ilmi gibi ilimlerde onlardan bilmediği şeyleri öğrenebilir.)”
d-“Bu da zayıf bir delîl getirmedir. Çünki câizdir ki, peygamber olmayan, peygamberden peygamberliğinin bağlı olmadığı ilimlerde üstün olabilir. Neden bunun câiz olmayacağını söylediniz? Eğer ‘bu nefret uyandırır da ondan’ derlerse, biz de ‘Öyleyse Mû sâ aleyhis selâm’ın Allah’ın O’na Tevrât’ı indirmesinden ve O’nun la vasıtasız konuşmasından son ra Hızır aleyhisselâm’dan öğren meye gönderilmesi de nefret u yandırır’ deriz.. Eğer, ‘bu nefret u yandırmaz’ derlerse, biz dahi ‘kendi dedikleri hakkında da öyle denir’ deriz.”
e-“Bu da zayıf bir delîldir ve zayıflığı açıktır.”
f-“Birisi, ‘bunun kerâmetler ve ilhâmlar bâbından olması neden câiz olmasın?!…’ diyebilir.][6]
Görüldüğü gibi delîl zannedilenler bir bir çürütülmüştür. Üstelik, Hızır aleyhisselâm’ın Nebî veya velî olması bizce çok da mühim değildir. Bu noktada gereksiz yere yırtınmak kimseye bir şey kazandırmaz.. Evet, O, muhakkıkların bir çoğuna göre nebîdir. Velî olduğunu söyleyenler de sadece Sûfîler değil, içinde muhaddislerin imâmları da bulunan Şerîat âlimleridir. Ancak, şuradaki nakilde görüldüğü gibi, ortada müthiş bir nakil sahtekârlığı ve kandırma var. Esâs fikirler makaslanmış ve anlatılmak istenen tepetaklak edilmiş. Râzi’ye iftirâ edilmiş. Oysa Onun getirdiği i’tirâzlarla şunların delîl değil şüb he olduğu ortaya çıkmıştır. Bunları Salah Abdul fettah[7] isimli bir baş kasının kitâbından aynen nakletmek de kimseyi kurtarmaz. Çünki onun da naklettiği Tefsîr-i Kebîr ellerde dolaşmaktadır. İbrahim Sarmış tarafından ona bakılmamış olması düşünülemez. Şâyet, bakılmadıysa bu affedilmez bir eksiklik, bakıldı da es geçildiyse bu da Yehûdî ve Hristiyânvârî bir tah rîf ve aldatma, veya okurları hayvan yeri ne koymaktır. Böylesi sahtekârlıklar çağdaş Ehl-i Sünnet ve Tasavvuf düşmanlarının ehass-ı havâssındandır. Bu denli sahtekârlıklar -tenzîhe şâyan çok az değerli zevât hâric tutulursa- meselâ, M. Ebû Reyye gibi çoğu yerli ve yabancı akademisyenlerde sayılamayacak kadar fazladır. İnşâellah bu yazıyla böyle bir seriyi başlatmış olmakla, benzer ilmî ahlaksızlıkları teşhîr et meyi hedefliyoruz. Tevfîk sadece Allah celle celâlühû’dandır.
 
و صلى الله تعالى على سيدنا و نبينا
و على آله و صحبه وسلم تسليما
كلما ذكره الذاكرون وغفل عن ذكره الغافلون والحمد لله رب العالمين


[1]    [Kehf:66], İbrahim Sarmış, Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm:75

[2]    [Kehf:68], İbrahim Sarmış, Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm:75

[3]    [Kehf:69], İbrahim Sarmış, Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm:75

[4]    [Abdulfettah el-Halidî, a.g.e. 178,180], İbrahim Sarmış, Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm:75

[5]    İbrahim Sarmış, Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm:74-75

[6]    F. Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr:7/481-482 (D.İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut-1415)
Bu baskıdaki i’tirâzda geçen (و لقائل ان يقول لا نسلم) ibâresinin doğrusu(لا نسلم) değil,(لا)sız olarak sadece (نسلم)dur. Nitekim eski matbû’ nüshalarda böy ledir. Kolay bulunması düşüncesiyle eski baskıdan değil de yeni baskıdan kaynak gösterilmiştir.

[7]    Dipnotta bazen Abdulfettah el-Ha lidî, bazen de Salah Abdulfettah el-Halidî ismi geçmektedir. Muhtemelen bu ismin doğrusu, Salah İbnü Abdil fettah isminde yer alan iki alem/özel isim ‘salah’ ve ‘Abdülfettah’ arasındaki ‘ibn’ kelimesinin hazfiyle Salah Abdul-fettah (Abdulfet tah oğlu Salah) haline gelmiş şeklidir ki, bu nev’î tasarrufun câizliği dil profesörlerince bilinmese de erbâbına ma’lûmdur. An cak muhtemelen kısaltmak maksadıy la adamın ismini yazacakken babasının ismini yazabilmek âlimimizin(!) il mî derinliğini(!) de göstermektedir.