Cinsî Münâsebette Ters İlişki

 

بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم

Şî‘a İmamlarından Humeynî’yi se­ven ve ona sempati du­yan, ancak hakkında faz­la bil­giye sâhip ol­ma­yan birinin, Humey­nî’nin cin­sel birleşimde ters ilişkiye cevaz verdiğini öğ­rendiğinde şaşkınlığa kapılarak, bu konuda sor­duğu soruya, İs­la­moğlu’nun kendi internet si­tesinden verdiği cevâbı aynen aktarıyoruz:

“Aziz mümin,

Bu yaklaşım tam da “İmam Şafii kişinin öz kızıyla zinasının caiz olduğuna fetva veriyor” demek kadar kendini bilmezce, alçakça ve art niyetlidir.

Evet, Şafii, kişinin zinadan olma kızıyla nikâhlanmasına cevaz verir. Bu cevaz bizce de yanlıştır. Fakat Şafii’nin usulünden kaynak­la­nır. Şimdi biri kalkıp “Şafii, kişinin kızıyla ev­lenmesi caizdir diyen bir adamdır” derse ter­bi­yesizlik etmiş olmaz mı? İşte Ayetullah Humey­ni için denilen de tam buna benzer. Bu, Aye­tul­lah Humeyni’nin icat ettiği bir şey değil ki.

Ta İbn Abbas’ın öğrencisi Ikrime “kadın­larınız sizin tarlanızdır, tarlanıza nere­den­/nasıl ister­seniz öyle varınız” ayetini her­hangi bir sınır­la­ma olmadığı şeklinde yorumlamış, Ehl-i Beyt Okulu genellikle bu yorumu benim­semiş, Ehl-i Sünnet okulu ise bu yaklaşıma iti­raz etmiştir.

Şöyle ki: Tarla ürün veren yerdir. Dola­yısıyla tarla denilmeye, rahme açılan ka­dınlık uzvu layıktır ve ayet örtülü olarak onu kas­tet­miştir.

Zira dölyolu ancak “tarla” vasfını al­maya la­yık­tır. Diğer yol için insan ürünü olan ço­cu­ğun doğumunda rol oynamadığı için “tar­la” deni­le­mez.

Dolayısıyla ayette kapalı olarak kas­te­dilen “tenasül organıdır” ve ayetin açılımı da “kadınlarınız sizin nesillerinizin tohumunu ekip o tohumun mahsulü olan çocuklarınızı hasat ettiğiniz tarlanızdır; o tarlaya tenasül yo­lundan olmak şartıyla, hangi pozisyonda, hangi yön­den, hangi usulle varırsanız varın, bu sizin bi­leceğiniz iştir” denilmiştir.”

İslamoğlu cevabının sonunda da:

“Bu, ilmi bir mevzudur. Farklı mezhep­ler­deki Alim ve fa­kihlerin kendi aralarında tartış­tıkları ve ihtilaf ettikleri bir meseleye böylesine basit, sığ ve bu­ram buram mezhep holiganlığı kokan bu çirkin yaklaşım merduttur, edep­sizlikdir, verdi­ğim Şa­fii örneğinde olduğu gibi­dir.” diyerek birkaç cümleyle beraber cevabını bitirmiştir.

Yukarıda naklettiğimiz Mustafa İslamoğ­lu’nun cevabı
www.mustafaislamoglu.com/388_Cinsel-Iliskide-Arkadan-Yaklasma.html  adresinden değiştirme yapılmadan ay­nen alınmıştır. Şimdi bu bâtıl görüşü reddetmek üzere deriz ki:

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

Mustafa İslamoğlu’nun kendi sitesinde ya­yımladığı cevâbı ve bu cevaptaki ifâdelerini redde başlamadan önce şunu ifâde etmek iste­riz; bizim şahısların şahsiyetlerine hakāret etme gibi bir ahlâkımız yoktur. Zâten inancımızın da bu türlü ahlâkı yasakladığı bilinmektedir.

An­cak şahısların sâhip olduğu fikirlerin ve bu düşünce bazındaki söylemlerinin doğru ol­madığını ve ilimsizlik, bir de kime güvenilip tâbi olacağını bilememek sebe­biyle Ehl-i Sün­net mensupları arasında bu yanlış fikirlerin kabul gördüğünü ve kafaların karıştığını müşâ­hede ettiğimizde, el­bette bunlara cevap ver­me­nin dînî vazîfemiz olduğu da unutulmaması ge­reken bir gerçektir.

Evvelâ şunu ifâde edelim ki; İslamoğlu her zamanki âdeti üzere, cin­sel ilişkide ters yo­lu kullanma konusunda net olarak kendi görü­şünü beyân etmeyip sanki bu konu fazla önem arz etmeyen, Hanefî-Şâfi‘î arasındaki ihtilaflı herhangi bir konuymuş gibi meseleyi basit­leş­tirerek ortaya koymuştur.

 Hâlbuki Hane­fî­ler­den ez-Zeyla‘î (3/181), Mâlikîlerden ed-Düsûkî Hâşiyesi (4/314), Şâ­fi­‘­îlerden Muğni’l-muhtâc (4/144), Hanbe­lî­lerden Keşfü’l-kınâ‘ (6/94) ve el-Muğnî (16/40) gibi hak olan dört mezhebin muteber fıkıh kitaplarında cin­sel ilişkide makatı kullanmanın haram oluşu açıkça belirtilmiştir.

Yâni dört mezhep bu konuda ittifak et- mişlerdir. Hat­tâ bunu yapan kişilere yerine göre tâzir cezâsını bile gerekli kılan mezhepler olmuştur. Biraz önce zikrettiğimiz kaynaklara bakıldığında bu­nu görürüz.

Ayrıca bu konudaki ittifâkı sâdece yu­ka­rı­daki kaynaklar değil, mezhep kitap­la­rı­nın he­men hemen hepsinde görmemiz müm­kün­dür. Cinsel ilişkide ters yaklaşma fiilinin yasaklığını ifâde eden birçok hadîs-i şerîf ol­du­ğu gibi, sahâbeden ve tâbi‘înden de birçok na­kil vardır. Bakınız:(Abdürrazzâk, el-Musan­nef, no:17069-17080; İbni Ebî Şeybe, el-Musannef, no:20952-20959; Ebû Dâvûd, no:2164, Sahih İbni Hibban, no:4203, İbni Mâce, no:1923)

İslamoğlu cevâbında; İbni Abbâs (Radı­yal­lâ­hu Anhümâ)nın öğ­rencisi Ikrime (Radıyallâhu Anh)ın, Bakara Sûresinin 223. âyet-i kerîmesinin:

﴿ نِسَاؤُكُمْ حَرْثٌ لَكُمْ فَأْتُوا حَرْثَكُمْ أَنَّى شِئْتُمْ ﴾

“Ka­dınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanı­za ne­re­den/nasıl isterseniz öyle varınız” cümlesini: “Cinsel ilişkide bir sınırlama yok­tur” şeklinde yorumladığını söylemiştir.

Hâlbuki İslamoğlu’­nun naklinin hilâfına İbni E­bî Şeybe“el-Musannef”inde Ikrime (Radıyallâhu Anh)ın: “Kişi hanımına arka yoldan yaklaşmaksızın, ister oturarak, ister ayakta, her halde yaklaşabilir” dediğini nakletmiş­tir (no:16­929).

Ikrime(Radıyallâhu Anh)dan gelen bu rivâ­ye­ti, yâni kadına arka yoldan yaklaşmanın ha­ram oluşu hakkındaki rivâyeti “et-Taberî”, “İbni Ke­sîr”, “el-Beğavî” ve “ed-Dürru’l-Mensûr” gibi tefsir­lerde de görmemiz mümkündür. 

Kevserî(Rahimehullâh)ın gerek “Makālâtın­”da ve ge­rek “Fıkh-u ehli’l-Irâk”ında ifâde ettiği gibi, İslâm adına fetvâ verecek birinin, sahâ­be, tâbi‘în ve tebe‘i tâbi‘înin görüşlerini nakle­derken şu kaynaklara bakmadan fetvâ ver­mesi doğru de­ğildir ki, bu kaynaklarda; Ab­dürrezzâk(211) “el-Musan­nef”, İbni Ebî Şey­be(235) “el-Musannef”, Sa‘îd b. Mansûr(229) “es-Sünen”, Vekî‘(197) “el-Mu­sannef”, Bey­hakî(458) “es-Sünen”, İbni Ab­dilberr(463) “et-Temhîd” ve “el-İstizkâr” gibi eserlerdir.

Eski Mısır müftülerinden ve Ezher Şeyh­lerinden olan Muhammed Bahît el-Mutî‘, “Ru’yetü’l-hilâl”le alâkalı yazmış olduğu risâ­lesinin son kısmında şöyle buyurmaktadır:

“Usûl-ü hadis ilminde, hadis metninin sıh­hati için nasıl ki senedin ittisali ve senedi oluş­turan râvîlerin halleri araştırılıyor ve o doğrul­tuda hadisin metni için “Sahih”, “Zayıf” veyâ “Mevzû”dur deniyorsa, fakihe nispet edilen bir sö­zün sıhhat veyâ adem-i sıhhatinin tespiti için rivâyet zinciri göze­til­melidir. Yâni bir hadîs-i şerîf hakkında yapılan tahliller o­lan ihtimaller fakihin kavli için de geçerlidir.”

Bahît’in bu ifâdelerinden; herhangi bir fa­kihin fetvâsını görür görmez, ne­reden alıntı ya­pıldığını bilmeden siyak ve si­bâ­kını araştırma­dan fetvâ vermenin doğru ol­ma­dığı anlaşılmak­tadır. Bu şekilde hareket etmek, kişinin dîne karşı ciddiyetsizliğinin gös­ter­ge­si­dir. Kur’ân-ı Kerîm’e abdestsiz doku­nul­ma­ya­cağını savunan bir yazar hakkında, İslamoğlu’nun kul­landığı “Dînini donundan biraz ciddiye alan Müslü­man” sö­zünü kendilerine hatırlatmak isterim.

İslamoğlu’nun gerek kendi internet site­sindeki sorulara verdiği cevaplarına ve gerek kitaplarına ve makalelerine baktığımızda farklı olma özlemi içinde olduğunu ve (خَالِفْ تُعْرَفْ) “Mu­hâlefet et meşhur ol” kāidesince, kenarda köşede kalmış cumhura muhâlif görüşleri şöh­ret i­çin arayıp bulup yayma hırsı içinde olduğu­nu görmemek müm­kün değildir.

Bu kişi, (Arap deyimlerinde geçen ve za­yıf, sağlam ayır­ma­dan bulduğu her bil­giyi alan kişiler hakkında kullanılan) “Hâtibü’l-leyl (ge­ce karanlığında odun toplayayım derken koy­nuna yılan alan kişi)” gibi, kafaları karıştırma adına nerde ne görürse sahih veyâ sakîmine bakmaksızın nakletmeyi kendine âdeta şi‘ar e­dinmiştir.

“el-Hidâye” şârihi İbnü’l-Hümâm bâzı kitaplardaki zayıf görüşlerin nakledilmelerini tenkit etmiş ve “Hiç bir Müslüman’ın bu tür görüşleri nakletmesi helâl değildir. Bunu yap­mak şeytana kapı aralamaktır. Bundan Allâh’a sığınırız!” demiştir. (Fethu’l Kadîr:8/440)

Bundan dolayı kişinin kalkıp da: “Ben bu gö­rüşleri benimsemiyorum sâdece naklediyo­rum!” demesi de doğru değildir.

İslamoğlu’nun ce­vabında dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, Efendimiz (Sallâllâhu A­leyhi ve Sellem)in güzîde sahâ­bîlerinden olan ve hi­lâfetleri ümmetin icmâ‘ıyla sâbit olan Ebû Bekr ve Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)ya hakāret e­den, her sabah duasında bu iki büyük halîfe ve kızları Âişe ve Hafsa vâlideleri­miz hakkında:

“Ey Allâh! Kureyş’in iki putuna ve iki kı­zına lânet et!” diye bedduâ eden ve on iki İma­mı Peygamberlerden üstün gören Humeynî gibi bir adamı, ümmetin ittifâkıyla mutlak müctehit kabul edilen İmâmı Şâfi‘î’ye denk tutmasıdır.

Humeynî’nin bu görüşleri için bakınız:(Humeynî, Keşf’ul-esrâr; Hukûmetü’l-İslâm, İmam­larda bulunan velâyetü’t-tekvîn bâbı, sh:536; Tahrîru’l-vesîle, no:12, 2/241; Seyyid Hüseyn el-Mûsevî, Lillâhi sümme li’t-târîh, sh:37, 87)

Bu vesîleyle bizler İslamoğlu’nun, cevâ­bında kullandı­ğı: “Humeynî hakkındaki bu yak­laşım, kendini bilmez­ce, alçakça ve art niyetli­dir” sözlerini kendisine aynen iâde ediyoruz.

İslamoğlu’nun kendince yeni bir terim çı­ka­ra­rak Şî‘a hakkında “Ehl-i Beyt Okulu” ifâ­desini kul­lan­ması da dikkate şâyândır.

Nitekim kendisi ikide bir “Ehl-i Beyt Oku­lu” ve “Ehl-i Sünnet okulu” ifâdelerini kullana­rak bunları birbirine karşıt şeylermiş gibi gös­terme çabasına girmiştir ki, İslamoğlu’nun bu üslûbu beraberinde bâzı şeyler gerektirir:

1) Bu hezeyanlar, Ehl-i Beyt’in Ehl-i Sün­net olmadığının, bunun için mukābil cihetlerde anıldığının sarih bir ifâdesidir ki, bu en başta Ehl-i Beyt’e bir iftirâdır.

Zîra Ali, Fâtıma, Hasen ve Hüseyn (Radı­yallâhu Anhüm)ile başlayan ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in eşleri ve diğer kızlarıyla (Radıyal­lâ­hu Anhünne) devam eden Ehl-i Beyt silsilesinin Ehl-i Sünnet olmadığını kabul etmek, onların Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sünnetinden ve yolundan ayrıldıklarını düşünmek olur ki bu fikir, Allâh-u Te‘âlâ’nın bizlere Ehl-i Beyt sev­gisini farz kılmasıyla da, Ehl-i Beyt’i bütün pis inançlardan ve davranışlardan temizlemek iste­diğini ifâde eden Ahzâb Sûresinin 33. âyet-i kerîmesinin beyânıyla da taban taban zıt düşer.

Hele hele Allâh-u Te‘âlâ’nın temiz tut­mayı murâd ettiğini beyan ettiği Ehl-i Beyt’i ters ilişki gibi murdar ve lânetli bir işe fetvâ vermekle itham etmek, Allâh-u Te‘âlâ’nın on­lar hakkındaki irâdesini işlemediğini söylemek­le eşdeğer bir cinâyettir!

2) İslamoğlu bu cevâbıyla Şî‘a’yı Ehl-i Sünnet mezhebiyle aynı seviyede göstermiştir.

Buradaki niyeti ise insanların Şî‘a hakkın­daki görüşlerini yumuşatmak ve gizli tut­maya özen gösterdiği kendi meşrebini bu yolla bir şe­kil­de his­set­tirmektir.

Nitekim bâzı yazarların İs­lamoğlu için; “O Sünnî gözüken ama Şî‘î ağzıyla konuşan bi­ridir” şeklindeki sözleri onun bu niyetini or­taya koymaktadır.

3) İslamoğlu Ehl-i Sünnet ile diğer sapık fırkalar arasında ayırım yapmayıp, onlar arasın­daki ihtilafları, Hanefî-Şâfi‘î arasındaki ihtilaf­larmış gibi basit göstererek, kendine sorulan sorulara ve­receği cevapta aklına en uygun olan görüşü rahat bir şekilde fetvâ olarak vermekte ve ken­disine mezheb imamları gibi hattâ daha üstün bir konum sağlamaya çalışmaktadır.

Kişiden sâdır olan akvâl onun zihni­ye­ti­ne delâlet eder. İslamoğlu’ndan sâdır olan bu söy­lemler de, onun, Ehl-i Sünnet’i dışlama ötesin­de, Şî‘î diye tanınan Râfizîle­ri fı­ra­k-ı dâlleden çıkarıp Ehl-i Sünnet’le eş­de­ğer o­larak saydırma ve onların görüşlerini de, say­gı­ya lâyık Ehl-i Sünnet mücte­hit­le­rin­den sâdır olan gö­rüşler gi­bi benimsetme çaba­sında olduğunu gösteri­yor.

O her ne kadar Ehl-i Sünnet’i doğrudan reddetmese de, kenarda köşede kalmış türlü türlü asılsız kavilleri ortaya çıkartarak Ehl-i Sünnet’in aslî inançları ve tartışılamaz olan meseleleri hakkında şüpheler meydana getir­mektedir. Bunu gafletinden veyâ hıyânetinden yapıyor olması halka vereceği zararı ortadan kaldırmaz.

Zâten şaz kavilleri ortaya atmasından mâ­adâ, Ikrime ve Taberî gibi zatların sahih ka­villerini tahrîfe yeltenmesi, onun bunları gafle­tinden yapmadığını ortaya koymaktadır.

Allâh-u Te‘âlâ Hazretleri tüm Müslü­manları gaflet uykusundan uyandırsın ve hakkı hak olarak bilip ona tâbî olmaya, bâtılı bâtıl o­larak bilip ondan sakınmaya bizleri muvaffak eylesin. Âmîn!