Hatm-İ Hâcegân Bid’at Mıdır?

HATM-İ HÂCEGÂN HAKÎKATEN BİR BİD’AT MIDIR?
 

Hüseyin Avni


اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ
اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه و صحبه اَجْمَعِينَ
ارحمنا)/irhamnâ… Bunların hepsi, hem âyetlerde hem de hadîslerde vardır.
vardır.
[1]
Birkaç hadîs
(Bir): Buhârî (ve Müslim) Ebû Hureyre radıyallahu anhu’dan rivâyet ettiler:
“Eğer (kulum) beni bir topluluk içinde zikrederse, ben de onu onlardan daha hayırlı bir topluluk içinde zikrederim.”[2]
(İki): Bezzâr ve Hâkim el-Müstedrek’de Câbir radıyallahu anhu’dan şöyle dediğini rivâyet etmiş, Hâkim sahîh olduğunu söylemiştir:
“Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem yanımıza çıktı ve şöyle buyurdu: ‘Ey insânlar!.. Allah celle celâlühû’nun meleklerden olan seriyyeleri vardır ki, yeryüzündeki zikir meclislerine iner ve dururlar. O halde cennet bahçelerinde nimetleniniz.’ ‘Cennet bahçeleri nerededirler?’ denildi de, O, zikir meclisleridir, buyurdu.”[3]
(Üç): Müslim’in ve Hâkim -ki lafız Hâkim’indir- Ebû Hureyre radıyallahu anhu’dan yaptıkları rivayete göre Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
“Allah’ın seyyâr ve fudalâ melekleri vardır ki, yeryüzünde zikir meclisleri ararlar; zikir meclisine geldikleri zaman bazıları bazılarını kanatlarıyla semaya kadar örterler. Allah celle celâlühû nereden geldiniz, der; onlar da seni tesbîh etmekte, tekbîr etmekte, sana hamdetmekte, seni tehlîl etmekte/lâ ilâhe illellâh demekte olan kullarının yanından geldik, derler…”[4]
(Dört): Müslim ve Tirmizî, Muâviye radıyallâhu anhu’dan rivâyet ettiler:
“Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem Ashâbından bir halkanın yanına çıktı ve ‘sizi (bu halkaya) oturtan nedir?’ buyurdu; onlar da ‘Allah celle celâlühû’yu zikretmeye ve O’na hamd etmeye oturduk’ dediler…”[5]
———————————————–
Üçüncüsü: Hatm-i Hâcegândaki Zikirlerde Belli Sayılar,
İsteyenin Kendine İstediği Sayıda Zikri Vird Edinmesi Vardır.
———————————————–
Zikirde belli sayıların olması, yapılan zikri saymak ve isteyenin kendine istediği sayıda zikri vird edinmesi de Sünnet’te bulunan ve Selef’de olan ve yapılan bir şeydir ki bu -zamânımızın yeni ham Hâricîleri bir yana bırakılırsa- eski ve yeni âlimlerden hiçbir kimse tarafından inkâr edilmemiştir.
Namaz sonrası yapılan otuz üçer tesbîhât, sabah ve akşam namazlarından sonra söylenen on kelime-i tevhîd, her gün yapılan yetmiş veya yüz istiğfâr, güneş doğarken ve batarken söylenen yüz tesbîh… Bunlar Sünnetle ta’yîn edilen sayılar.
Sahâbe de başka bir takım değişik sayıları kendilerine vird edinmişlerdir. Bu husûsta -uzun olacak ama- İmâm Süyûtî’nin bir risâlesini tercüme edip buraya almak istiyoruz:
 
EL-MİNHA FÎ’S-SİBHA[6]
———————————————–
[Tesbîh Âletiyle Tesbîh Çekmek Câiz Değil midir?]
———————————————–
 
بسم الله الرحمن الرحيم الحمد لله و سلام على عباده الذين اصطفى
Bundan sonra…[7]
Uzun zamandır ‘tesbîh(âletin)inSünnet’te bir aslı var mıdır?’ diye sorulmaktadır. O yüzden onun hakkında gelen hadîsleri ve eserleri (Sahâbe söz, iş ve takrîrlerini) araştırıp bularak bu cüz’ü topladım. Yardım istenen sadece Allah celle celâlühû’dur.
(Birinci Hadîs): İbnu Ebî Şeybe, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve Hâkim,(Abdullah) İbnu Amr radıyallahu anhumâ’dan rivâyet etmiş ve Hâkim ‘sahîh’ olduğunu söylemiştir:
“Nebi sallahu aleyhi ve sellem’in tesbîhleri eliyle saydığını gördüm.”[8]
(İkinci Hadîs): -İbnu Ebî Şeybe, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Hâkim, Yüseyre radıyallahu anhâdan -ki hicret eden (Sahâbe) kadınlar(ın)dan idi- şöyle dediğini rivâyet etti:
“Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
(Ey kadınlar!..) Tesbîh’e (sübhânellâh demeye), tehlîl’e (lâ ilâhe illellâh demeye) ve takdîs’e (‘sübhâne’l-meliki’l-kuddûs’ veya ‘sübbûhun kuddûsün Rabbu’l-melâiketi ve’r-rûh’ demeye) sarılın, ğâfil olmayın, tevhîdi unutursunuz. (Onları) parmak uçlarınızla sayın. Çünkü onlar, (bedeninizden, kendileriyle ne yaptığınız) sorulacak ve konuşmaları istenecek olan(uzuv)lar-dır.”[9]
(Üçüncü Hadîs): Tirmizî, Hâkim ve Taberânî, Safiyye radıyallâhu anhâ’dan şöyle dediğini rivâyet ettiler:
“Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem yanıma girdi; önümde tesbîh etmekte olduğum dört bin hurma çekirdeği vardı. O, ‘nedir bunlar, ey Huyey’in kızı?’ dedi. Ben, ‘onlarla tesbîh ediyorum’ dedim. O, ‘senin başında dikildiğimden beri bunlardan daha çok tesbîh ettim’ buyurdu. Ben, ‘(onu) bana (da) öğret, ey Allah’ın Resûlü!..’ dedim. O, (سبحان الله عدد ما خلق من شئ)/‘Allah’ı, yarattığı şeyler adedince tesbîh ederim’, buyurdu.”[10]
Bu hadîs de sahîhdir.
(Dördüncü Hadîs): Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbnu Mâce, İbnu Hibbân ve Hâkim Sa’d İbnu Ebî Vakkâs radıyallâhu anhu’dan rivâyet etmişler ve bu rivâyetin Tirmizî Hasen, Hâkim de sahîh olduğunu söylemişlerdir:
“Sa’d ve Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem bir kadının yanına girmişler, kadının önünde de hurma çekirdekleri veya küçük taşlar vardı; tesbîh ediyordu. Bunun üzerine Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem, ‘bundan dahâ kolay’ veya (râvînin tereddüdü) ‘daha efdal olanı sana haber vereyim mi?’ buyurdu…”[11]
(Beşinci Hadîs): Hilâl el-Haffâr‘ın Cüz’ünde, Beğavî‘nin Mu’cemu’s-Sahâbe’sinde ve İbnu Asâkir‘in Târîh’inde, Mu’temir İbnu Süleymân yolundan Ubeyy İbnu Ka’b’dan, Onun, dedesi Bakıyye’den, Onun da Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’in azâdlı kölesi Ebû Safiyye’den yaptıkları şöyle bir rivâyet vardır:
“(Ebû Safiyye’nin) önüne bir deri yaygı konulur ve içinde taşlar bulunan bir sepet getirilir, onunla günün yarısına kadar tesbîh ederdi; sonra da kaldırılırdı. Birinciyi kılınca[12] (o sepet tekrâr) getirilir, onunla akşama kadar tesbîh ederdi.”[13]
(Altıncı Hadîs):(Yine), Ahmed İbnu Hanbel deez-Zühd’de, Yûnus İbnu Ubeyd’den, anasının şöyle dediğini rivâyet etti:
“Ebû Safiyye‘yi -ki O Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem’in Ashâbındandı ve komşumuz idi- küçük taşlarla tesbîh ederdi.”[14]
(Yedinci Hadîs): İbnu Sa’d,Sa’d’ın kölesi Hakîm İbnudDeylemî’den, “Sa’d İbnü Ebî Vakkâs‘ın, taşlarla tesbîh ettiği”ni rivayet etmiştir.[15]
(Sekizinci Hadîs): İbnu Ebî Şeybe el-Musannef’de, Sa’d’ın kölesinden, “Sa’d’ın taşlarla veya hurma çekirdekleriyle tesbîh ettiğini” rivâyet etti.[16]
(Dokuzuncu Hadîs): İbnu Sad et-Tabakat’da şöyle dedi:
Bize Ubeydullah İbnu Mûsâ haber verdi (dedi). (Ubeydullâh) bize İsrâîl haber verdi (dedi). (İsrâîl) Câbir’den (haber verdi): Bir kadın O’na (Câbir’e), Fâtıme binti Hüseyin İbni Alî İbni Ebî Tâlib’den rivâyet ederek şöyle dedi:
“O (Fâtıme), düğüm atılmış bir ip ile tesbîh ederdi.”[17]
(Onuncu Hadîs): Abdullâh İbnu Ahmed, ez-Zühd Zevâid’inde, Nuaym İbnu Muhriz[18] İbni Ebî Hureyre’den, O (Nuaym), dedesi Ebû Hureyre’den şöyle rivâyet etti:
“Ebû Hureyre’nin iki bin düğümlü bir ipi vardı; onunla tesbîh çekmedikçe uyumazdı.”[19]
(On Birinci Hadîs): Ahmed İbnu Hanbel de ez-Zühd’de (isnâdıyla) Kasim İbnu Abdirrah-mân’ın şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
Ebû’d-Derdâ’nın bir kese içinde Acve hurması çekirdeklerinden hurma çekirdekleri vardı; sabah namazını kılınca onları birer birer çıkarır, onlarla tesbîh ederdi.”[20]
(On İkinci Hadîs): İbnu Sa’d, Ebû Hureyre’den şöyle rivâyet etti:
“(Ebû Hureyre) yarısı beyaz yarısı kara (alaca) olan hurma çekirdeğiyle tesbîh ederdi.”[21]
(On Üçüncü Hadîs): Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs’de (isnâdıyla)[22] merfû’ olarak şöyle rivâyet etti:
“Tesbîh âleti (Allah celle celâlühû’yu) ne güzel hatırlatıcıdır!…”[23]
(On Dördüncü Hadîs): İbnu Ebî Şeybe (el-Musannef’de) Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anhu’dan rivâyet etti:
“(Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anhu) taşlarla tesbîh ederdi.”[24]
(On Beşinci Hadîs):(İbnu Ebî Şeybe yine) Ebû Nadra yoluyla, Tufâve(denilen bir yer)’den olan bir adamdan şöyle dediğini rivâyet etti:
“Ebû Hureyre radıyellâhu anhu’nun yanında konakladım; O’nunla beraber, içinde taşların -veya hurma çekirdeklerinin- bulunduğu bir kese vardı. Tükenene kadar onlarla sübhânellâh derdi…”[25]
(On Altıncı Hadîs):(İbnu Ebî Şeybe yine) Zâzân’dan şöyle dediğini rivâyet etti:
“Ümmü Ya’fûr’dan tesbîhlerini aldım. Alî’ye vardığımda, ‘Ümmü Ya’fûr’a tesbîhlerini geri ver’ dedi.”[26]
Sonra, Celâl el-Bülkînî asrında yaşayan müteahhir bir yazara âid[27] Tühfetü’l-‘İbâd’da[28] tesbîh âleti hakkında güzel bir bâb gördüm. Orada aynen şu ifâdeleri müşahade ettim: Âlimlerin bazısı şöyle dedi: Tesbîhlerin parmak uçlarıyla sayılması İbnu Amr hadîsinden dolayı tesbîh âletinden daha iyidir. Ancak şöyle de denilmektedir: Tesbîh eden kimse yanılmayacağına güveniyorsa parmak uçlarıyla sayması daha iyi olur; değilse, tesbîh âleti evlâdır. Şübhesiz ki, Ebû Hureyre radıyallâhu anhu gibi kendilerine işâret edilen (meşhûr olan), kendilerinden (ilim ve feyz) alınan ve kendilerine i’timâd edilen efendiler (büyük zâtlar) tesbîh âleti edinmişlerdir. Ebû Hureyre’nin iki bin düğüm bulunan bir ipi vardı, onunla on iki bin tesbîh çekmedikçe uyumazdı. Bunu İkrime şöylemiştir.
(On Yedinci Hadîs): Ebû Dâvûd’un es-Sünen’inde, Ebû Nadra el-Ğıfârî’nin şöyle dediğine dâir bir rivâyet vardır:
“Bana, Tufâve’den bir şeyh, şöyle söyledi: Medîne’de Ebû Hureyre’ye misâfir oldum. Ben, misâfir yüzünden ondan daha çok ve daha kavi kol ve ayak sıvayan (hizmet etmeye girişen) bir adam görmedim. (O adam şöyle) dedi: Bir gün ben O’nun huzûrundayken, O, sedirinin üstündeydi. Beraberinde, içinde taşların yâhud hurma çekirdeklerinin bulunduğu bir kese, aşağı tarafında da kara bir câriye vardı. O, şu taşlarla tesbîh çekiyordu. Nihâyet kesedekileri bitirince keseyi câriyeye attı. O da onları toplayıp tekrâr keseye koydu ve hemen Ebû Hureyre’ye geri verdi…”[29]
Denilmiştir ki, ‘Ebû Hureyre radıyallahu anhu mücezza’,[30] hurma çekirdeği ile tesbîh ederdi.’
Hafız Abdulğanî, el-Kemâl’de, Ebû’d-Derdâ Uveymir radıyallahu anhu’nun (hâl) tercümesinde, günde yüz bin tesbîh çektiğini anlatmıştır.
(Hafız Abdulğanî, el-Kemâl’de) Seleme İbnu Şebîb’den deşöyledediğini zikretmiştir: “Hâlid İbnu Ma’dân Kur’ân okumasından ayrı olarak kırk bin tesbîh çekerdi; öldüğünde, yıkanmak için teneşir üzerine konulunca parmağını şöyle hareket ettirmeye başladı -yani tesbîh ile.”[31]
Ma’lûm ve muhakkaktır ki, yüz bin, hattâ kırk bin ve bundan daha azı parmak uçlarıyla sayılamaz. Bununla doğru olarak ortaya çıkmış ve sâbit olmuştur ki, Ebû’d-Derdâ ve Hâlid İbnu Ma’dân (bu sayıdaki tesbîhleri) bir âlet ile sayıyorlardı. Allah celle celâlühû en iyi bilir.
Ebû Müslim el-Havlânî rahmetullahi aleyh’in bir tesbîhi vardı. Bir gece tesbîh elindeyken kalktı. (Râvî şöyle) dedi: Tesbîh döndü ve koluna sarıldı ve tesbîh çekmeye başladı. Bunun üzerine Ebû Müslim döndü; tesbîh de kolunda dönüyor ve şöyle diyordu: Seni tesbîh ederim, ey yerden bitenleri bitiren ve ey varlığı dâim olan!.. (Ebû Müslim, hanımına), ‘gel, ey Ümmü Müslim!.. Bak tuhaf olan şeylerin en tuhaf olanına…’ dedi. (Râvî), ‘Ümmü Müslim derhal geldi; tesbîh, dönüyor ve tesbîh çekiyordu; (Ümmü Süleym) oturunca da tesbîh de sustu’ dedi. Bu hâdiseyi, Ebû’l-Kasim Hibetüllâh İbnu’l-Hasen et-Taberî,Kerâmâtü’l-Evliyâ” isimli kitâbında anlattı.
Şeyh İmâm Ârif Ömer el-Bezzâr şöyle dedi: Şeyh Ebû’l-Vefâ Kâkiş’in -Arabî olarak Abdurrahmân ın- efendim Şeyh Muhyiddîn Abdülkadir el-Geylânî’ye –kadde-sellâhu ervâhahum’a- verdiği tesbîh, onu yere koyduğu vakit tane tane dönerdi.
Kâdı Ebû’l-Abbâs Ahmed İbnu Hallikân Vefeyâtü’l-A’yân’da şöyle dedi: Bir gün, Ebû’l-Kasim Cüneyd İbnu Muhammed rahimehullâh’ın elinde bir tesbîh göründü; (O’na) ‘sen şerefine rağmen eline tesbîh (mi) alıyorsun?’ denildi; (O, bu), kendisiyle Rabbime ulaştığım yoldur, ondan ayrılmam’ dedi.[32]
Bunun (tesbîhin kullanılması) hakkında (isnâdı, Hasen-i Basrî’ye varan) müselsel bir hadîs rivâyet ettim.[33]
[Süyûtî, bu (‘ben falancıyı elinde tesbîh olduğu halde gördüm ve ona şöyle şöyle sordum’ sözüyle) müselsel olan muttasıl isnâdıyla Ebû’l-Hasen el-Mâlikî’den Cüneyd’i elinde tesbîh bulunduğu halde gördüğünü, ve O’na, ‘ey üstâd!.. Sen bu zamana kadar tesbîh ile beraber misin?’ diye sorduğunu, O’nun da, ‘üstâdım Ma’rûf el-Kerhî’yi elinde tesbîh olduğu halde gördüm’ dediğini rivâyet ettikten sonra, isnâdın son halkası olark Hasen-i Basrî’yi zikretti ve Ömer el-Mâlikî’nin O’na aynı suâli sorması üzerine],
Hasen-i Basrî, şöyle dedi: ‘Bu (tesbîh âleti), önceleri kullandığımız bir şeydir; sonraları onu bırakacak değiliz ya!.. Allah celle celâlühû’yu kalbimle, elimde ve dilimde zikretmeyi seviyorum
Şâyet, tesbîh edinmekte şu büyüklere muvâfakat, onların inci dizisine girmek ve bereketlerini elde etmekten başka bir şey olmasaydı, bu itibârla (yine de) [işlerin en mühimlerinden] ve en kuvvetlilerinden olurdu. Nasıl öyle olmasın ki?.. O, Allah celle celâlühû’yu zikrettiren bir şeydir. Çünkü insanın onu görüp de Allah celle celâlühû’yu zikretmediği az olur. Bu da onun en büyük faydalarındandır. Selefden biri -rahi-mehullah- onu, bununla (“müzekkire” /zikrettirici kelimesiyle) isimlendirmiştir.
Onun faydalarından biri de devâmlı zikretmeye âlet edilmesidir; onu her ne vakit görse bir zikir âleti olduğunu hatırlar; bu hatırlama da onu zikretmeye çeker götürür. Allah azze ve celle’yi zikretmeye götüren sebeb ne güzel bir şeydir. Kimisi onu “kavuşturmak ipi”, kimisi de “kalblerin râbıtası” diye isimlendirmektedir.
Sözüne güvendiğim birisi, bana, bir kafile ile Beyt-i Makdis’in kapısında (veya sokağında) olduğunu haber verdi ve şöyle dedi: Bir Arab müfrezesi o kafilenin tamamının elbiselerini soydu, onlarla beraber benim de elbiselerimi soydu. Sarığımı aldıkları zaman başımdan bir tesbîh düştü; onu gördüklerinde ‘bu adam tesbîh sâhibi birisiymiş’ dediler ve benden aldıklarını bana geri verdiler; ben de selâmet içinde döndüm gittim.
Ey kardeşim!.. Bu parlak mübârek âlete ve (üstünde) topladığı dünyâ ve Âhiret hayırlarına bak!..
Ne Selef’den, ne de Halef’den hiçbir kimseden, zikrin tesbîh ile sayılmasının câizliğinin yasaklandığı nakledilmemiş, aksine çoğu tesbîhle zikri saymaktadırlar ve bunu mekrûh görmemektedirler. Birisi tesbîh sayarken görülmüş ve ona ‘Allah celle celâlühû’ya karşı mı sayıyorsun?’ denilince, ‘hayır, O’nun için sayıyorum’ demiştir.
(Tarafımızdan kısaca) anlatılmak istenen şudur: Sünnet-i Şerîfe’nin getirmiş olduğu belli sayıdaki zikirlerin ekserisi, çoğu kez parmak uçlarıyla sayılamaz. Şâyet sayılması mümkün olsa bile, bununla uğraşmak huşûu yok eder. Halbuki murâd edilen de budur. Allah celle celâlühû en iyisini bilir.
İbnu ’Asâkir Târîh’inde, Bekr İbnu Huneys’den, O da ismini söylediği bir adamdan şöyle dediğini rivâyet etti:
Ebû Müslim el-Havlânî’nin elinde kendisiyle tesbîh çekmekte olduğu bir tesbîh âleti vardı. Tesbîh elindeyken kalktı. Tesbîh döndü. Tesbîh koluna dolandı ve tesbîh çekmeye başladı. Ebû Müslim döndü. Tesbîh kolunda dönüyor ve şöyle diyordu: Seni tesbîh ederim, ey yerden bitenleri bitiren ve ey varlığı dâim olan!.. (Ebû Müslim, hanımına), ‘gel, ey Ümmü Müslim!.. Bak hele tuhaf olan şeylerin en tuhaf olanına…’ dedi. (Râvî), ‘Ümmü Müslim derhal geldi; tesbîh, dönüyor ve tesbîh çekiyordu; (Ümmü Süleym) oturunca ise tesbîh de sustu.’
İmâdüddîn el-Münâvî (iki beytinde) tesbîh (âleti) hakkında şöyle dedi:
(O tesbîh âleti), dağınıklığın dizilmiş hâlidir; onunla baş başa kalır.
Zeki olan ve (tesbîh âleti) onun himmetinden (dağınık olanları) bir araya toplar.
İsmi yüce olan Allah celle celâlühû’yu zikrederse,
O himmet üzerinde ayrılır heybetinden…
[Süyûtî’nin Risâlesi Bitti.]
———————————————–
Dördüncüsü: Hatm-i Hâcegânda Zikirin birisi tarafından yaptırılması vardır.
———————————————–
Sünnette ve Selef’in amelinde bu dahi vardır. Nitekim,
(Bir): Hâkim Şeddâd İbnu Evs radıyallahu anhu’dan şöyle dediğini rivâyet etti:
Şübhe yok ki biz elbette Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanındaydık; bir de baktık ki O şöyle buyurdu:
“Ellerinizi kaldırınız ve ‘lâ ilâhe illellâh’ deyiniz.”[34]
(İki): Taberânî, es-Sağîr’de ve İbnu Merdûye Abdullah İbnu Abbâs radıyallâhu anhumâ’dan şöyle dediğini rivâyet ettiler:
“Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem, Abdullâh İbnu Revâha’ya uğradı; arkadaşlarını zikrettiriyordu. Bunun üzerine Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem, ‘bakınız, siz, Allah celle celâlühû’nun nefsimi kendilerinin yanında hapsetmeyi bana emrettiği bir topluluksunuz’ buyurdu ve sonra (واصبر نفسك)/’kendini hapset’ âyetini okudu ve şöyle söyledi:
Şübheniz olmasın ki sizden ne sayıda kişi (zikre) oturursa, onlarla beraber o sayıda meleklerden meclis arkadaşları oturur. Allah celle celâlühû’yu tesbîh ederlerse onlarda tesbîh ederler, Allah celle celâlühû’ya hamd ederlerse onlar da O’na hamd ederler. Allah celle celâlühû’yu tekbîr ederlerse onlar da tekbîr ederler…”[35]
———————————————–
Beşincisi: Hatm-i Hâcegânda Zikirde halka şeklinde oturmak vardır.
———————————————–
Hatm-i Hâcegân’ın halka şeklinde olması ise, Sünnet’te yer alan ilim ve zikir halkalarıyla alâkalı nice hadîsden alınmıştır.
Sadece birkaçı:
(Bir): İmâm Mâlik, Ahmed, Buhârî, Ebû Dâvûd ve Tirmizî, Ebû Vâkıd el-Leysî’den şöyle dediğini rivâyet ettiler:
“Biz Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem ile beraberken bir de ne görelim ki, üç kişi uğradı. Onlardan biri, halkada bir aralık buldu ve oturdu.”[36]
(İki): İmâm Ahmed, el-Müsned’de rivâyet etti:
“Cennet bahçelerine uğrarsanız, (orada) otlanın. ‘Cennet bahçeleri de nedir’? dediler. O da ‘zikir halkalarıdır’ buyurdu.”[37]
(Üç): Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivâyet ettiler:
“Resûlüllah halkanın ortasına oturana la’net etmiştir.”[38]
Demek ki, Sünnetsizler inkâr etse de veya sünnet câhilleri bilmeseler de ilim ve zikir halkaları Sünnet’le sâbittir…
———————————————–
Altıncısı: Hatm-i Hâcegânda, Farz-ı Muhâl ve En Çok
Sâlih Kimselerin Bu Şekilde Bir Zikri Îcâd Edip Âdet Edinmeleri Vardır…
———————————————–
Âyetlerin ve hâdîslerin sustuğu noktaların mübâhlar dâiresi olduğunu hadîslerden öğreniyoruz:
“Allah celle celâlühû’nun, kitâb’ında helâl kıldığı helâl, haram kıldığı da haram, susup bir şey demediği de affedilmiştir. O halde Allah celle celâlühû’dan âfiyetini kabûl ediniz. Zîrâ hiç şübheniz olmasın ki Allah celle celâlühû hiçbir şeyi unutmuş değildir”[39]
“Şübheniz olmasın ki, Allah celle celâlühû bir takım farzları farz etmiştir, onları zâyi’ etmeyiniz, bir tâkım (haram ve yasak) çizgileri çizmiştir, onları aşmayınız; bir takım şeyler hakkında da size merhameti yüzünden, bir unutma olmaksızın sükût etmiş bir şey dememiştir ki, onları araştırmayınız.”[40]
Mübâhlar dâiresinde de açılacak güzel bir çığır yine hadîslerle meşrû’dur:
“Kim İslâm’da güzel bir çığır açar da kendinden sonra onunla amel edilirse, onun ve kendinden sonra onunla amel edenlerin ecri(nin bir misli) ona verilir.”[41]
Yine bu dâirede müslümânların güzel gördükleri şeyler Allah celle celâlühû katında da güzeldir:
“Müslümânların güzel gördüğü Allah celle celâlühû katında da güzeldir”[42]
Büyük Müctehid ve Muhaddis İbnu Dakîk el-‘Îd İmâm Nevevî’nin el-Erbaîn’ine yazdığı şerhde mübahların güzel ve iyi maksad-larla tâat hâline geldiğini, meselâ, meşrû ölçülerde yapılacak olan cinsi münâsebetin İslâmî niyyetlerle ibâdet olacağını söyler.[43]
Evet, bütün bunlara rağmen zamanımızın hidâyetten nasîbi olmayan koyu câhil Hâricî sapıkları “Hatm-i Hâcegân”ın bid’at olduğunu zannediyor ve söylüyorlar. Oysa ne âyetlerde, ne de hadîslerde böyle bir zikrin yasaklığına dâir bir şey getiremiyorlar.
Bilhassa, beşikteyken şeyh olup, hâlâ beşikten kalkamayan ve hâliyle hakîki şeyhlik ile beşik şeyhliğini karıştırdığı için hakîkî şeyhliği inkâr eden zavallı Ferit Aydın bakınız bir sohbet videosunda öz olarak ne diyor:
Nakşîlikte, Hatm-i Hâcegân’da (belli sayıyı korumak maksadıyla) taşlar kullanılmaktadır. Hasan Sabbâh’ın, devleti yıkmak için örgütlediği eşkıyâ çetesi de, devlet güçlerinin baskını ânında halka olup taşlarla zikir yapıyor gibi oluyorlardı. Öyleyse Hatm-i Hâcegân Hasan Sabbah ve eşkıyâ çetesinden alınmadır. (Son)
Şuradaki kimin rızâsı için(!) yapıldığı besbelli olan muazzam ispiyonu görebilmek için zeki olmaya ihtiyâç yoktur; biraz akıllı olmak yeterlidir. Böyle bir geri zekâlıya sekiz yaşındaki bir çocuk bile şu suâlleri sorabilir:
Bir: Şu husûsta târîhî, değil herhangi bir delîl, basit ve zayıf bir ipucu ve karîne var mıdır, varsa nedir? Biz diyoruz ki, yoktur; çünkü böyle bir delîle çok muhtâc olmasına rağmen bunu kendisi de getirememiştir. Öyleyse delîlden doğmayan mücerred bir imkân ve ihtimâl akıllılarca mu’teber olamayacağından, şu iddia bir deli saçması veya sarhoş hezeyânından başka bir şey değildir. Eğer şunlara göre mücerred imkân ve ihtimâl delîl olmak için yeterli olabiliyor ise, kendileri, muhtemelen İslâm düşmanlarından biridir veya onların bir ajânıdır, Yâhud, livata mübtelâsı it uğursuz takımındandır. Çünkü bunlar da birer imkân ve ihtimâldir. Ama biz böyle demiyoruz. Çünkü biz hislerini, ihtimallerini ve aklını İslâmî delîllere kurbân etme anlayışında olan mü’minleriz.
Kaldı ki, şu usûlün Hasan Sabbah’dan değil de Selef’ten alınma olduğu hadîs kitablarına âşina olanlarca bilinen bir şeydir.
Nitekim, İmâm Dârimî, Sünen’inde yaptığı bir rivâyette, Ebû Mûsâ’l-Eş’arî, mescidde ellerinde küçük taşlar bulunan insanlardan meydana gelen bir zikir halkası görmüştü. (Birisi), yüz defâ tekbîr getirin, diyor, yüz defa tekbir getiriyorlardı. Sonra yüz defa lâ ilâhe illellâh deyin diyor, onlar da yüz defâ lâ ilâhe illellâh, diyorlardı. Yüz kere sübhânellah deyin diyor, onlar da yüz defa sübhânellâh diyorlardı. Ebû Mûsâ el- Eş’arî bunu hayırlı bir iş, İbnu Mes’ûd da bid’at olarak gördüklerini söylüyorlardı.[44]
Câhiller gürûhu İbnu Mes’ûd radıyellâhu anhu’nun bu rivâyetinin kendilerine bir delîl olduğunu zannedip dururken aleyhlerinde bir delîl olabileceğini de anlayacak fıkıhtan uzak olduklarını göstermektedirler.
———————————————–
Hâtime
Yoksa, Kur’ân’ın Toplanması ve Mushaf Yapılması da Bir Bid’at mıydı?
VeHatm-i Hâcegân Aleyhinde İddiâ Edilenler Hakkındaki Son Söz Nedir?
———————————————–
Yine Sahâbe radiyellâhu anhum’dan bir çokları Kurân’ı toplayıp Mushaflaştırmayı da Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem tarafından yapılmadığını ileri sürerek bid’at kabûl ediyorlardı.
Nitekim İmâm Buhârî rahimehullah, Sahîh’inde, Zeyd İbnu Sâbit radiyellâhu anhu’dan şöyle rivâyet etti: (Müseylemetü’l-Kezzâb’ın öldürüldüğü Benî Hanîfe kabîlesiyle harb edildiği, Yemen’de bir yer olan) Yemâme ahâlisiyle muhârebe edildiği senede Ebû Bekr bana haber gönderdi (ve beni yanına çağırdı.) Gittiğim zaman bir de ne göreyim! Ömer b. Hattâb radiyellâhu anhu O’nun yanında duruyor.
Ebû Bekr şöyle dedi: Ömer bana geldi ve dedi ki, Yemâme gününde Kur’ân okuyucular (hâfızlar)da ölüm şiddetli ve çok oldu. Ve ben gerçekten değişik yerlerde Kur’ân okuyanların öldürülmelerinin çoğalmasından ve böylece Kur’ân’dan büyük bir kısmın zâyi’ olmasından endîşe ediyor ve korkuyorum; Kur’ân’ın toplanmasını emretmeni (münâsib ve lüzûmlu) görüyorum. Ömer’e Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem’in yapmadığını nasıl yapacaksın? dedim. Ömer, bu -vallâhi- hayırdır, dedi. Ömer bana sürekli mürâcaat etti ve nihâyet Allah celle celâlühû bu hususta gönlümü genişletti; ve ben de bu husûsta Ömer’in kanâatine sâhib oldum.
Zeyd, Ebû Bekr bana, sen ithâm etmeyeceğimiz akıllı bir delikanlısın; Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem’e vahiy yazıyordun. Kur’ânı araştırıp topla, dedi. (Zeyd), Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem’in yapmadığını nasıl yapacaksınız? dedim, dedi… (Ebû Bekir) o -vallâhi- hayırdır dedi ve devâmlı bana mürâcaat etti. Nihâyet Allah celle celâlühû kalbimi Ebû Bekr ve Ömer’in kalbini genişlettiğine (Kur’ânı toplamanın hayırlı bir iş olduğuna) genişletti…[45]
Görüldüğü gibi, sonunda Kur’ân toplandı ve bu toplama işi bid’at olarak görülmedi. İyi de yapıldı.
Taşlarla toplu zikretmeyi bir Sahâbî güzel ve hayır, diğeri de bid’at ve şer görmüştür.
İki: Kimi âlimlerden Sahâbî kavlini hüccet görmediği rivâyet edilse de İslâm âlimlerinin cumhûru onu delîl görüp bağlayıcı kabûl ederler. Hanefîler de onlardandır. Hatta bazı rivâyetlerde, bunu, İslâm âlimlerinin sadece cumhûru değil, hepsi kabûl eder. Yalnız, bir Sahâbî kavline ters düşen başka bir Sahâbî kavli varsa, tercîhe gidilir; birisi alınır.[46]
Üç: Sûfiyye de burada Sahâbe’den birçoklarının fiilini ve Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem efendimizin takrîrlerini esâs alarak, başka bir Sahâbînin sözünü almamıştır. Başka birçok delîlden istifâdeyle Abdullah İbnu Mes’ûd’un değil de, Ebû Musâ radıyallâhu anhu’nun ilk kanâatini seçmişlerdir. Evet, Abdullah İbnu Mes’ûd’un Sünnet’i muhâfazadaki hassâsiyeti her türlü takdîrin üstündeydi; lâkin öte yanda Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem’in takrîrleri ve Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim’den taşlarla tesbîh edenler de vardı. Nitekim bu taşlarla ve tesbîhlerle zikretmek husûsunda İmâm Celâleddîn es-Süyûtî’nin yazdığı müstakil bir risâleyi yukarıda Türkçeye çevirmiştik.
Tekrâr olarak diyoruz ki, İmâm Süyütî’nin yukarıya aldığımız risâlesinde yer âlan rivâyetlerde Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim’in tatbîkâtı vardır. Bu rivâyetler göz önünde bulundurularak, Sûfiyye tarafından, topluca ve tek başına taşlarla zikretmenin bid’at olduğu değil de, hayır olduğu yanı tercîh edilmiştir. Şu halde taşlarla zikir Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem’in takrîrlerinden ve Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim’in amelinden alınma bir Sünnettir; müfterî kezzâbların dediği gibi, Hasan Sabbâh’dan alınma değildir. Biz, da’vâmıza dâir delîl getirdik, şu iddia sâhiblerinde eğer zerre kadar şeref ve haysiyet varsa, onlar da kendi da’vâları için delîl getirsinler. Ama bunlar delîl olsun… Küflü akılları onlara kalsın. Bekliyoruz…
Dört: Hem, canları istemediğinde ve hevâlarına uymayan bir çok yerde, hadîsleri, hatta âyetleri bir tarafa fırlatacak kadar alçalabilenler ne zamandan beri Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim’in aralarında ihtilâflı olan bir kavlini delîl görüyor, hatta, onunla mü’münlere müşriklik sıfatını yakıştırabiliyorlar?!… Câhilliğin ve terbiyesizliğin âlemi yok…
Beş: Şu mübtezel iddiâlarındaki delîl veya karîne mücerred/salt kısmî benzerlikler ise, İbnu Sebe, Kuzmân ve Abdullah İbnu Ubeyy İbni Selûl ve benzeri gizli kâfirler olan münâfıkların kendilerini mü’minlerden gizlemek için namaz kılmaları, oruç tutmaları, zekât vermeleri ve bazen cihâd etmeleri, İslâm’a ve Müslümânlara göre birer farz olan şu ibâdetlere gölge düşürür mü? Bir akıllı mü’mine göre elbette düşürmez, değil mi? Öyleyse, mü’minlerin yaptığı güzel bir işi, kâfirlerin kötü maksadlarla yapması, güzel olmaktan çıkarmaz. Elverir ki yapılan şey dîne uysun veya en azından ters düşmesin. Şu halde, böylesi bir delîl getirme usûlü -afv buyurunuz- yellenip karın şişini indirmek haysiyetinde bile değildir. Çünkü, yellenmekte tabiî ve fıtrî de olsa bir fayda vardır; amma şu ölçüsüz sözlerde hiç de iyi bir netîcesi olmayan karın şişkinliğinden başka bir şey yoktur.
Altı: Böylesi bir karakucak veya karakuşi bir delîl getirme ‘yöntem’i hangi ‘bilimsel’ esaslara dayanmaktadır? Hiçbir ölçü denilebilecek ölçüye dayanmamaktadır. Böylesi bir delîllendirme ‘yöntemi’, ilmîlikte bulunmadığı gibi bilimsellikte bile yoktur. Varsa, gösterilsin. Heyhât…
Hâsılı, mes’eleyi tam manasıyla delîllendirdiğimizi iddiâ etmiyoruz; aksine getirdiğimiz delîl ve mesnedler hakîkatte var olanların çok küçük bir kısmından ibârettir. Ancak yine de manzara ortadadır. Ya sizin delîlleriniz, ey kartondan miğferleri, mukavvadan kılıçları ve kalkanlarıyla hakka ve hakîkate saldıran şapşal Don Kişotlar?!… Sizin delîlleriniz nelerdir?.. Ma’nâsını anlamaktan, içindeki incelikleri kavramaktan ve nereye konulacağını bilmekten âciz olduğunuz mes’eleyle alâkasız bir mevkûf rivâyet ile geri zekâlılığın mahsûlü olan ve sâhibini maskara edecek yakıştırmalar mı? Sizin gibi cehâlet ve sapıklık sarhoşu zavallıların din nâmına ve lehine konuşmaları, din düşmanlığından yana konuşmalarından dine daha zararlı ve yıkıcıdır. Sarhoş kusmuklarıyla her yanı batırıyorsunuz. İbâdet tembelliği ile besi danaları gibi yatıp duruyorsunuz; Allah celle celâlühû’yu zikretmek size ağır geliyor; bari susunuz da, İslâm’ı ve Müslümanları rahat bırakınız; onların Allah celle celâlühû’ya giden yolunda yol kesici olmayınız, mel’ûnluk yapmayınız.
Unutmayınız ki, efendiler efendisi Efendimiz sallellâhu aleyhi ve sellem, ‘kim, (bilinen ma’nâdaki yollarında kazâ-i hâcet görmek gibi eziyyet yapmanın yanında bilhassa Allah celle celâlühû’ya giden) yollarında Müslümanlara eziyyet ederse, o müslümanların la’neti, onlara eziyet edene vâcib olur[47] buyurmaktadır.
و صلى الله تعالى عليه و على آله و سلم تسليما والحمد لله ربالعالمين


[1]    Sûre-i Bakara:198

[2]    Buhârî (7405), Müslim (2675) kısaltılarak.

[3]    Hâkim el-Müstedrek’inde (1/494) ve Bezzâr, Sünen’inde (…) Câbir radıyallahu anhu’dan

[4]    Müslim (2689) ve Hâkim (1/495)

[5]    Müslim (2701) ve Tirmizî (3388)

[6]    İmâm Celâleddîn es-Süyûtî, el-Minha fî’s-Sibha, (el-Hâvî li’l-Fetâvâ içinde :2/36-42)
Bu risâleyi tercüme ederken, kelime tahlîliyle alakalı olan birkaç satırlık küçük bir kısmı ile beraber bir müselsel isnâddaki muhtemelen on satır civârındaki uzun bir yeri ve de bir isnâdı, ‘günümüz okurlarına lâzım olmaz’, hattâ ‘kafalarını karıştırıp canlarını sıkar’ düşüncesiyle, çevirmedik.
El-Minha’yı tercüme etmekteki maksadımız -birilerinin yapa geldiği gibi- peş peşe meydana gelen ve çoğu kez de getirilen şiddetli ihlâs, amel ve îmân zelzeleleriyle fenâ halde sarsılıp kafası karıştırılan Ümmet’in kafasını biraz daha karıştırarak çok daha mühim mes’elelere zaman bırakmayacak şekilde onu oyalamak veya ona narkoz vermek değil, şeklen küçük, ama gerçekte büyük olan anahtar bir inceliğe dikkat çekmektir:
Birileri tarafından yerine göre, keyfî te’vîllerle ayetlerin ve hadîslerin ma’nâlarını buharlaştıran ve tahrîf eden, hattâ yorumsuz olarak çiğneyebilen, Sahâbe kavline ise hiçbir ehemmiyet vermeyen câhil ve edebsiz bir nesil ortaya çıkartıldı. Bunlar Abdullah İbnu Mes’ûd’a âid olan, sıhhat derecesi söz kaldıran, sahîh olsa bile ‘nasıl anlaşılması gerektiği’ tartışılabilecek olan, hattâ zâhiri başka Sahâbe kavilleri, fiilleri ve takrîrleriyle, hattâ merfû’ rivâyetlerle çelişmekte olan mevkûf bir rivâyeti, taşlarla zikreden topluluğa ‘yaptığınız zikirleri değil, günahlarınızı sayın’ deyip onları bid’atçı, yaptıklarını da bid’at görmesini bilir-bilmez ve anlar-anlamaz bir şekilde diline dolamışlardır. Böylelikle ise en nezîh zatları ve hattâ tâifeleri karalamaya çalışmaktadırlar. Bu işleriyle de bilmeden veya ustaca eslâfımızdan bize intikâl eden ilim ve amel müktesebâtımız üzerinde şeytânî vesvese, tereddüt ve şübheler uyandırmaya çalışmakla, din düşmanlarının ekmeğine bir şekilde yağ sürmektedirler. Bu risâleyi tercüme etmemizin şu cinâyeti engelleme yolunda gösterilen mütevâzi bir gayret olarak kabûl edilmesini Mevlâmızdan temennî ve niyâz, din kardeşlerimizden de istirhâm ediyoruz.
Hâsılı, bu risâlede geçen (3. ve 4. hadîsler gibi) bir kısım hadîslerde Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem efendimiz, taşlarla tesbîh etmeyi görmesine rağmen yasaklamadığına göre, onlarla da tesbîh edilebileceğine dâir bir Takrîrî Sünnet bulunmaktadır. Rivâyetlerin birçoklarında da zikirlerin taşlarla veya hurma çekirdekleriyle sayılması vardır. Toplu zikre dâir ise onlarca, zikrin halka hâlinde yapılmasına dâir yine birçok, birinin komutuyla yapılmasını gösteren de nice rivâyetin bulunduğu görünmektedir.
Bütün bunlara rağmen Sûfiyye’nin taşlarla ve halka hâlinde yaptıkları ve Hatm-i Hâcegân ismini verdikleri bir toplu zikiri inkâr etmek, Sünnet karşısında şeytânî ve Fir’avnî bir direnmekten, onmaz bir sapıklıktan ve tedâvîsiz bir Sünnetsizlik hastalığından başka bir şey değildir.

[7]    Tenbîh-1: İmâm Süyûtî, ezberi akıl almaz bir şekilde geniş olan bir hadîs hâfızı idi. Görüldüğü gibi verdiği kaynakların hemen hemen hepsi elimizdeki kaynaklarda mevcûddur. Çok az bir kısmını da biz bulamadık ve onları parantez arası üç nokta ile, yani (…) şeklinde gösterdik. Bu bulamayışımız bizim kusûrumuzdan olabileceği gibi nüshâ farklılıkları sebebiyle veya ender de olsa nihâyet Süyûtî de bir insan olduğundan O’nun kendi hatâsından dahi doğmuş olabilir.
Tenbîh-2: Hadîs kaynaklarını verirken, bazan bir kaynakta verilen başka kaynakları gördüysek de onları bizzat görmeden almadık, ezberciliğe kaçmadık; ancak kaynak gösterdiğimiz Dâru İbni Hazm (1422) baskısı Tirmizî nüshasının numaralarının Çağrı baskısından farklı olduğunu sonradan anladık.

[8]    İbnu Ebî Şeybe (7745), Ebû Dâvûd (1502), Tirmizî (3495), Nesâî (1355) ve Hâkim (1/547), (Abdullah) İbnu Amrradıyallahu anhumâ’dan

[9]    İbnu Ebî Şeybe (7738), Ebû Dâvûd (1501), Tirmizî (3595. hadîsden sonra ‘bu bâbda Yüseyre’den şu rivâyet de vardır’ deyip senedsiz olarak) ve Hâkim (1/547), Yüseyre radıyallahu anhâ’dan.

[10]   Tirmizî (3563), Hâkim (1/547)ve Taberânî (…), Safiyye Mâce (…),radıyallâhu anhâ’dan.

[11]   Ebû Dâvûd (1500), Tirmizî (3577 Dâru İbni Hazm, 3568 Çağrı), Nesâî (…), İbnu İbnu Hibbân (837) ve Hâkim (1/548) Sa’d İbnu Ebî Vakkâs radıyallâhu anhu’dan.

[12]   Maksad anlaşılamamıştır.

[13]   Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, Muallâ İbnü Abdirrahmân, Yûnus İbnü Ubeyd’den, O; anasından, anası da Ebû Safiyye’den(8. cildin sonundaki Kitâbu’l-Künâ:44, Dâru’l-Fikr) İbnü Abdi’l-Berr, el-İsîtâb, Saîd İbnü Âmir, Yûnus İbnü Ubeyd yoluyla, “hurma çekirdekleriyle”, Abdü’l-Vâhid İbnü Ziyâd da yine Yûnus yoluyla “taşlarla” lafzıyla (el-Isâbe kenarı:4/108), Beğavî’nin bunu rivâyetinde, Abdü’l-Vâhid İbnü Zeyd, Yûnus İbnü Ubeyd’den rivâyette Muallâ’ya mütâbeet etti. (İbnü Hacer, el-Isâbe:4/109), İbnü’l-Esîr, Abdü’l-Vâhid, Yûnus yoluyla “taşlar” lafzıyla (Üsdü’l-Ğâbe: 6/175, mad:6016,eş-Şa’b), İbnu Asâkir, Târîhu Dımeşk (…)

[14]   Ebû Nuaym, Mu’cemu’s-Sahâbe (5/2938, Dâru’l-Vatan-1419), Ebû Safiyye radıyallâhu anhâ’dan…

[15]   İbnu Sa’d (3/76, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî-1417) Hakîm İbnu’d-Deylemî’den.

[16]   İbnu Ebî Şeybe (7741)

[17]   İbnu Sa’d (8/468 Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî-1417) Fâtıma Binti Hüseyn radıyellâhu anhu’dan.

[18]   Risâlenin aslında ‘Muhriz’ şeklinde geçen kelime, Hilye’nin elimizdeki baskısında ‘Muharrer’ olarak yazılmıştır. Aslına ulaşılamamıştır;
      doğrusunu Allah celle celâlühû bilir.

[19]   Ebû Nuaym Hilyetü’l-Evliyâ (1/468, mad:1329, İlmiyye-1418) Ebû Hureyre radıyallâhu anhu’dan.

[20]   Ahmed İbnu Hanbel’de ez-Zühd (175, ilmiyye-1403), Ebu’d-Derdâ radıyellâhu anhu’dan.

[21]   İbnu Sa’d (…), Ebû Hureyre radıyallâhu anhu’dan. Benzer rivayetin kaynağı Ebû Nuaym’dan geçti;18. dipnota bakınız.

[22]   Uzatmamış olmak maksadıyla isnâdı hazfettik.

[23]   Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs (5/15, H:7029, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî-1407) [Ali radıyellâhu anhu’dan]

[24]   İbnu Ebî Şeybe, el-Musannef (7742 ma’nâ olarak) Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anhu’dan.

[25]   İbnu Ebî Şeybe, el-Musannef (7743), Ebû Hureyre
[25]   İbnu Ebî Şeybe (7744), Zâzân’dan.
[25]   Risâlenin basılı olan metninin burasında muhtemel radıyallahu anhu’dan. Asıl metinde “Ebû Hureyre” yerine “İbrâhîm” vardı. Düzeltme Musannef’den yapılmıştır.

[26]   İbnu Ebî Şeybe (7744), Zâzân’dan.

[27]   Risâlenin basılı olan metninin burasında muhtemel bir baskı hatası olduğunu düşünerek tarafımızdan bu şekilde tercüme münâsib görülmüştür.

[28]   Kitâbın yazarı Abdurrahmân İbnu Ebî Bekr İbni Ebî Dâvûd ed-Dimeşkî el-Hanbelî’dir; (ö:856). Kitâbın tam ismi Keşfu’z-Zunûn’da (1 /369) “Tühfetü’l-İbâd ve Edilletü’l-Evrâd” şeklinde geçmekte ise de -Allahu a’lem- muhtemel ve münâsib olan “Tühfetü’l-İbâd Edilleti’l-Evrâd” olmasıdır.

[29]   Ebû Dâvûd, es-Sünen (2174)

[30]   Mücezza demek bir kısmı kazınıp beyazlatılan, diğer yanı da olduğu gibi kara olarak bırakılan (böylece de alaca hâle gelen) hurma çekirdeği, demektir. Karalık ve beyazlık bulunan her bir şey mücezza’dır. Bunu dil âlimleri söylemiştir. (Bu dipnot, Süyûtî’nin şu risâlesinin asıl metninden buraya indirilmesi münâsib görülen bir parçadır.)

[31]   El-Mizzî, Tehzûbu’l-Kemâl:8/174, [el-Hilye:5/210 İsnâdı kesiktir.], Tehzîb hâmişi:8/174

[32]   İbnu Hallikân, Vefeyâtü’l-A’yân (1/373)

[33]   Bu (و قد رويت)“rivâyet ettim” ibâresinin başındaki (قال)’nin matbaa hatası olduğu kanaatindeyiz. Aksi takdîrde müselsel Rivâyet İbnu Hallikân’ın olması îcâb edecekti. Halbuki İbnu Hallikân’ın, Vefeyâtü’l-A’yân’ında (1/373) böyle bir rivâyet yoktur. Allâme Leknevî de bu rivâyeti Süyûtî’ye nisbet ettiğine göre, rivâyet, büyük ihtimalle O’na âiddir.

[34]   Hâkim, el-Müstedrek (1/501) Zehebî, râvîlerinden birinin kimilerince zayıf kimilerince de güvenilir ve sağlam bulunduğunu söyledi (Telhîs, aynı yer). Buna göre hadîs “hasen”dir

[35]   Taberânî, es-Sağîr (er-Ravdu’d-Dânî:2/227)

[36]   [Mâlik, Muvatta (Selâm:4), Ahmed (5/219), Buhârî, (İlim:8, Salât:84), Ebû Dâvûd (Edeb:14), Tirmizî (Edeb:12, İstîzân:29], el-Mu’cemu’l-Müfehres:1/503

[37]   (Ahmed: 3/150), el-Mu’cem:1/5

[38]   Ahmed, el-Müsned (23269, 23299), Ebû Dâvûd (4826), Tirmizî (2758), (benzer bir lafızla.) Tirmizî, “bu Hasen-Sahîhdir” dedi, Hâkim (4/281)

[39]   Hâkim, el-Müstedrek ve sahîh olduğunu söyledi; Zehebî de Telhîsu’l-Müstedrek’de O’nu tasdîk etti. (2/375) Bezzâr. Heysemî, “isnâdı hasendir; râvîleri güvenilir ve sağlam bulunmuştur” dedi (Mecmau’z-Zevâid:1/232, İlmiye, 1422)
Allah celle celâlühû, Kitâbında kıldığı helâlleri ve haramları bazen üstü örtülü olarak yapar ki, bunları da Resûlü sallellâhu aleyhi ve sellem Sünnetiyle açıklamış olur.

[40]   Dârekutnî, [Nevevî, el-Erbeîn, 30. hadîs, Nevevî, Sem’ânî, Irâkî ve İbnu Hacer hasen, İbnu Salâh da sahîh olduğunu söylemişlerdir. (el-Fütühâtü’r-Rebbâniyye, 7/365’den naklen, el-Vâfî:224) Taberânî, el Kebîr (22/221, 222) Heysemî, “râvîleri, sahîh’in râvîleridir” demişdir. (Mecmau’z-Zevâid:1/232)

[41]   Ahmed (4/357), Müslim (1017), Tirmizî (2675), Nesâî (5/75), İbnu Mâce (203), İbnu Hibbân (3308)

[42]   Ahmed, el-Müsned, mevkûf olarak (3600), Heysemî “bunu Ahmed, Bezzâr ve Taberânî, el-Kebîr’de rivâyet etmiştir ki, râvîleri güvenilir ve sağlam bulunmuşlardır” demiştir. (Mecmau’z-Zevâid,1/241, H:832, İlmiye)

[43]   İbnu Dakîk el-‘Îd, Şerhu’l-Erbaîn (218, Dârü’s-Selâm baskısı,1425)

[44]   Dârimî, es-Sünen(1/79, H:204)’den kısaltarak.

[45]   Buhârî, Sahîh, Kur’ân’ın toplanması bâbı, 2/745, Pakistân baskısı

[46]   Geniş bilgi için Menâr ve şerhlerine, meselâ, Fethu’l-Ğeffâr(347-348)’a ve İ’lâ Mukaddimesi Kavâid fî Ulûmi’l-Hadîs(85-86-87)’e bakılsın.

[47]   Taberânî, el-Kebîr (3/179, H:3050), Münzirî et-Terğîb ve’t-Terhîb(42, H:246, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, 2004)’de ve Heysemî, Mecmau’z- Zevâid(1/280, H:1001, İlmiyye baskısı)’de, Süyûtî de el-Câmiu’s-Sağîr(2/139)’de isnâdının hasen olduğunu söylemişlerdir. Münâvî Feyz’in de (6/23) Veliyyudddîn el İrâkı’nin bunun zayıf olduğuna meylettiğini ve senedinde bulunan İmrân el-Kattân’ın hakkında ihtilâf edildiğini, Şuayb İbnu Bessâm’ın Münker rivâyetleri bulunan sadûk bir râvî olduğunu söylediğini nakletti ise de, Ahmed el-Ğumârî bu hadîsin o münkerlerden olmadığını, şâhidlerinin olduğunu, Ebû Nuaym’in Târîhu Asbehân’da “kim müslümânlara, yolunda eziyet ederse, onların la’neti ona isâbet eder” şeklinde rivâyetinin bulunduğunu ifâde etmektedir. (El-Müdâvî:6/31)