PAYLAŞ
PDF'e AktarYazdır
KARAMAN’IN CEVÂBI VE CEVÂBIMIZ
 
Hüseyin Avni
 
Bu yazımız, Hayrettin Karaman’ın yabancı kadınlarla tokalaşmak hususunda yazmış olduğu yazısı munasebetiyle Ğurabâ Mecmuası’nın geçmiş sayısında yayınlanan "Hayrettin Karaman’dan Bir Dîn Tahrîfi Ve Saptırması Daha…" başlıklı tenkid yazımız üzerine gönderilen cevâbî yazısı ve o yazıya verdiğimiz cevaptır.

H. Karaman’ın Cevâbı
Kısa bir cevap gönderiyorum. Parçalara ayırıp cevap vererek değil, olduğu gibi neşredin. Sonra istediğiniz gibi parçalayıp cevap verebilirsiniz. Beni tevbeye da’vet ediyorsunuz; Allah razı olsun,“estağfirullahe ve etûbu ileyh”. Ama ben o yazıda hata veya günah işlediğimi kabul etmiyorum, samimi kanaatim ve bilgim budur. Dinime de kötülük etmek için değil, iyilik etmek için yazıyorum. Sizin yazarınız bana hakaret ediyor, alay ediyor, ağır ithamlarda bulunuyor; o ve siz tevbe etmeyi düşünmez
misiniz?
 
1-Kadınlarla erkeklerin şehvetsiz olarak musafahalarının haram olduğuna
dair nass yoktur. Cevapta nakledilen rivayetlerin sahih olanlarının delaletleri kat’i değildir; gözün zinası “ya avret olan yere bakmaktır veya avret olmayan yere şehvetle bakmaktır.” Elin zinası da yine “avret olan yere dokunmak veya avret olmayan yere şehvet ihtimaliyle dokunmaktır.”Kadının elleri (bazı fıkıhçılara göre ellerinin içi) ve yüzleri avret değildir. Avret olmayan bir yere şehvetsiz bakmak da haram değildir. Avret olmayan yere dokunmaya gelince;
a)zaruret yoksa, b) şehvet ihtimali varsa dokunmak caiz değildir. Şehvet ihtimali yoksa dokunmak caizdir.
 
Ben, Bedâyi’in ifadesini tercüme etmedim, ona atıf yaparak “fıkıhçıların bu konuda ne dediklerini” özetledim. Yaptığımı tercüme olarak kabul edip ağır sözler söyleyeni sorumluluk duygusuna davet ediyorum.
 
Kıyas yoluyla hükme varmalarından maksadım şudur:
 
a) Avret olmayan yere şehvetsiz bakmanın caiz olması dokunmanın da caiz olmasını gerektirmez; çünkü dokunmanın şehveti celbetme ihtimali
daha kuvvetlidir; bu sebeple dokunma, bakmaya kıyas edilemez.
 
b) Avret yerine bakmak haram kılınmıştır; çünkü bu bakma şehveti celbeder, avret olmayan yere dokunmak da caiz değildir; çünkü bu dokunmanın da tıpkı avret yerine bakmak gibi şehveti celbetme ihtimali kuvvetlidir (Kıyas).         
 
c) Şehvet ihtimali bulunmadığında veya zayıf olduğunda dokunma caizdir;
bu takdirde dokunma, avret olmayan yere bakmak gibidir (Kıyas).
 
Bir hükmü naslar ifade etse bile fıkıhçılar kıyas yoluyla da sabit olduğunu söyler ve açıklamalar yaparlar. Bu açıklamadan sonra, söylediklerimi teyit eden Bedâyi’in ibaresini, yazarınızın bıraktığı yerden devam ederek tercüme ediyorum:
 
“Bu iki uzva (yüz ve avuçlara) dokunmanın hükmüne gelince… Bunlara dokunmak helâl olmaz; çünki, bu iki uzva bakmanın helâl olması sözünü ettiğimiz zarûretler sebebiyledir. Halbuki dokunmakta hiçbir zarûret yoktur. Bununla beraber dokunmak, şehveti uyandırmakta ve harekete geçirmekte bakmak fiilinin üstündedir.
 
İki işten, aşağıda olanın mübâh olması yukarıda olanın da mübâh olmasına delâlet etmez. Bu (hüküm) dokunanlar (mesela tokalaşanlar) genç olunca geçerlidir. Eğer yaşlı olurlarsa musâfaha yapmaların da bir sakınca yoktur. Cünkü bunların tokalaşmaları, şehvet bulunmadığı bulunmadığı için, şehveti harekete geçirme tesirinin dışına çıkmıştır. Resulullah (s.a.)’in, yaşlı kadınlarla musafaha yaptığı da rivayet edilmiştir.”
 
Kâsânî, muteber bir Hanefi fıkıh alimidir; ona hiçbir kimse “din tahripçisi, hain” filan dememiştir. İşte bu zat:
 
a) Avret olmayan yerlere şehvetsiz bakmanın caiz olduğunu,
 
b) Şehvet ihtimali bulunmadığında dokunmanın da caiz olduğunu,
 
c) Rivayet edilen hadislerin mutlak olarak bakmayı ve dokunmayı değil, “avret yerine zaruret bulunmadan,” “avret olmayan yere şehvetli” bakmakla ilgili olduğunu açık veya delalet yoluyla ifade ediyor.
 
Benim söylediğim ve kadim fıkıh kitablarında yeri bulunmayan söz ise “zaruret halinde gençlerin de, şehvet ihtimali bulunduğu halde bundan sakınmaya çalışarak tokalaşmalarının caiz olabileceği”dir. Eskiler “alma, satma, el ile alıp verme” gibi durumları zaruret sayıyorlar. Biz laik bir ülkede yaşıyoruz, bir belediye başkanı (soruyu o sormuştu), bir bakan, başbakan, cumhurbaşkanı… Bazı yer ve durumlar da kendisine uzatılan kadın elini sıkmazsa problem çıkar; bunu bir zaruret sayıp saymama meselesinde farklı değerlendirmeler olabilir.
Ama ben bunu zaruret saydığım için “hain, din tahrifçisi, tahripçisi, aklı arızalı, hain…” olmam; bunları bana yakıştıranları ve dergilerinin sayfalarında neşredenleri Allah affetsin! (Karamanın Cevâbı Bitti.)
Karaman’ın Cevâbı’na Cevâbımız:
Sayın Karaman’ın cevâbını okudunuz: önceki bâtıl iddiâlarında ısrâr etmiş; ayrıca başka ilâveleri de bulunduran bir ‘ilmî’ cevâb(!) yazmış… Siz ‘değmez’ deseniz de biz O’na tenbîh kabîlinden kısa bir cevâb vereceğiz…
Okuyalım…
 
Karaman: Kısa bir cevap gönderiyorum. Parçalara ayırıp cevap vererek değil, olduğu gibi neşredin. Sonra istediğiniz gibi parçalayıp cevap verebilirsiniz.
Beni tevbeye da’vet ediyorsunuz; Allah razı olsun, “estağfirullahe ve etûbu ileyh”. Ama ben o yazıda hata veya günah işlediğimi kabul etmiyorum, samimi kanaatim ve bilgim budur. Dinime de kötülük etmek için değil, iyilik etmek için yazıyorum. Sizin yazarınız bana hakaret ediyor, alay ediyor, ağır ithamlarda bulunuyor; o ve siz tevbe etmeyi düşünmez misiniz?

Cevâb
: Düşünmez miyiz hiç!… Biz de, ‘estağfirullahe ve etûbu ileyh’ diyoruz; ama, ithâm etmiyor, teşhîs ve tesbîtte bulunuyoruz; hakâret yapmıyor, Müslim’in ve diğerlerinin ‘insanları yerlerine oturtunuz[1] hadîsi ile amel ediyoruz.
 
Karaman: 1-Kadınlarla erkeklerin şehvetsiz olarak musâfahalarının haram olduğuna dair nass yoktur. Cevapta nakledilen rivâyetlerin sahih olanlarının delaletleri kat’i değildir; gözün zinâsı “ya avret olan yere bakmaktır veya avret olmayan yere şehvetle bakmaktır.” Elin zinası da yine “avret olan yere dokunmak veya avret olmayan yere şehvet ihtimaliyle dokunmaktır.”
Kadının elleri (bazı fıkıhçılara göre ellerinin içi) ve yüzleri avret değildir. Avret olmayan bir yere şehvetsiz bakmak da haram değildir.
 
Cevâb:
 
Bir: ‘Kadınlarla erkeklerin şehvetsiz olarak musâfahalarının harâm olduğuna dâir nass yoktur’iddiâsı hevâya uyularak söylenmiştir veaslâ doğru değildir; gerekçesinin tutarsızlığıise aşağıdaki maddeler de açıklanacaktır.
 
İki: ‘Cevâbta nakledilen rivâyetlerin sahih olanlarının…’ derkensanki nakledilen rivâyetlerin sahîh olmayanları varmış gibi bir zann uyandırılmakisteniyor ki, bu, aldatmaca değilse, mes’eleyi ve konuşmayı bilmemektir.
Böyle bir iddiâ varsa bu isbât edilmeliydi; her zamanki gibi bulanık suda avlanmak yoluna gidilmemeliydi.
 
Üç: Biz cevâbımızda, bilhassa son iki hadîsin ulemânın ittifakla anladığına göre ‘yabancı kadınla yapılacak her çeşit musâfahanın harâmlığı’na delâletinin kat’î olduğunu ifâde etmiş, bunun icmâ’ ile de kesinlik kazandığını anlatmış ve şöyle demiştik:
 
[Evet, bunlardan ilk üç hadîsin haramlığa delâleti hüccet seviyesinde açık olmayıp ihtimâlli ise de, karîneler sebebiyle ikinci birinciden, üçüncü de ikinciden yasaklık bildirmekte daha açıktır. Dördüncü ve hele beşinci hadîsler bu harâmlık ma’nâsın da artık iyice açıktırlar. Siz bunlara bir de bakmak yasağıyla alâkalı âyet ve hadîslerin delâlet-i nassları veya fehvâlarını ve bunlara da dayanan İcmâ-i ümmet’i ilâve ederseniz, artık şu hadîslerin haramlığa delâleti kesinleşmiş olur ve hiçbir şeytânî vesveseye yer kalmaz; dîn de gedik açmaya çalışan hiçbir zındığın elinde herhangi bir bahane de bulunmaz.]
 
Burada kırık plak gibi aynı iddiâyı tekrarlamak yerine da’vâmızın nakzı gerekirdi ve bu hiç değilse bir nakil ile isbât edilmeliydi. Oysa böyle bir şey yok. Demek ki, keyfî konuşulmaktadır. İslâm ulemâsının bunu söz birliği ile böyle anlaması kadar kat’îlik nerede olabilir ve bulunabilir?
 
Dört: Bu ‘ya avret olan yere bakmaktır veya avret olmayan yere şehvetle bakmaktır,’ elin zinâsı dayine ‘avret olan yere dokunmak veya avret olmayan yere şehvet ihtimaliyle dokunmaktır’, hükmü avret yerlerisınırlı olan erkek içün doğru ise de,kadın içün kat’iyyetle yanlıştır. çünki, kadınıntamamı avrettir; yüz ve avuçlarlaalâkalı istisnâ ise -rivâyetlerdeki sıhhatmünâkaşası bir yana- nasslarla sâbitolan zarûret hâlleriyle sınırlı olup alâhilâfi’l-kıyâs vâkı’dir ve ittifâkla değildir;o yüzden dokunmak işi Kâsânî’ninde dediği gibi, ‘bakmaya kıyâs edilemez’.
 
Beş: Karaman’ın bu iddiâsına göre,değil musâfaha, şehvetsiz olarak-meselâ, acıma hissiyle- yabancı kadın yüzü okşamak bile câiz olmalıdır…
Bunu iddiâ edebilecek bir mü’min olabilir mi?!..
 
Ama, ‘deme, olmaz, olmaz; zîrâ, olmaz, olmaz’ demişler…
 
Karaman Avret olmayan yere dokunmaya
gelince;
 
a) Zaruret yoksa,
 
b) Şehvet ihtimali varsa dokunmak caiz değildir. Şehvet ihtimali yoksa dokunmak caizdir.
 
Cevâb:
 
Bir: Kâsânî’nin de ifâde ettiği gibi yabancı kadınla musâfahada ‘hiçbir zarûret yoktur’ Buna rağmen bâtıl kıyâs, yine tekrârlanmakta… Zanlara ve nefslerin hevâlarına dayanan zarûretler ise sayılamayacak miktarda fazla olup hiçbir mü’mine göre zarûret sayılmazlar.
 
İki: Oysa ‘şehvet ihtimâlinin olmaması’ ancak çocuklarda, pîr-i fânîlerde veya hissiyâtını kaybetmiş hastalarda olabilir ki, bunlar bahsimizin dışındadır. Kaldı ki, imkânsız olmasıyla beraber bir kimsenin şehvetlenmemesi muhâl farz olarak bir anlık farz edilmiş olsun; ya karşısındakinin şehvetlenip şehvetlenmeyeceğini nereden bilecek, karşılıklı anlaşmalarla mı bir netîceye varılacak?!…
Ve mine’l-ğarâib ve’l-acâib.
 
Karaman: Ben, Bedâyi’in ifâdesini tercüme etmedim, ona atıf yaparak “fıkıhçıların bu konuda ne dediklerini” özetledim. Yaptığımı tercüme olarak kabul edip ağır sözler söyleyeni sorumluluk duygusuna davet ediyorum.
 
Cevâb:
 
Bir: Allah içün söyleyin, şu ifâdelerden akıllılar ne anlar?:
[Fıkıhçılar kadınla erkeğin musafahası konusunu kıyas ile hükme bağlamışlarve şöyle demişlerdir: “Kadınlarınel ve yüzleri avret değildir, bunlaraşehvetsiz bakılabilir. Ama dokunmakşehvet celbi bakımından daha etkilidir,bu bakımdan avret yerine bakmaya vedokunmaya benzer; bu sebeple dokunmacaiz olmaz.” (Kâsânî, s. 489)]
 
Elbette ki, bunun Bedâyi’in ifâdesiolduğunu anlar, değil mi?.. Aksi hâldeKaraman’ın bu ifâdesinden Türkçeyi debilmediği anlaşılır.
 
İki: Bedâyi’in verilen kaynaktaki‘özetlendiği’ iddiâ edilen ifâdesindetamâmen aksi ortaya konmaktadır.
 
üç: üstelik burada -Kâsânî’nin dışındaki- bahsi geçen ‘fıkıhçılar’ ve ‘özetlediğiniz’i söylediğiniz görüşleri nerededir? Yok…
 
Dört: Biz söylediklerimizi zaten îmân hamiyyeti, İslâm gayreti ve bir mü’min olmak ‘sorumluluğu’ îcâbı söylemiş idik. O bakımdan şu istikâmette bundan böyle Karaman tarafından yapılan da’vete de uyup -inşâellâh- daha bir dikkat edeceğiz.
 
Karaman: Kıyâs yoluyla hükme varmalarından maksadım şudur:
 
a)Avret olmayan yere şehvetsiz bakmanın caiz olması dokunmanın da caiz olmasını gerektirmez; çünkü dokunmanın şehveti celbetme ihtimali daha kuvvetlidir; bu sebeple dokunma, bakmaya kıyas edilemez.
 
Cevâb: Tahrîr-i murâdınızla açık da’vânızı nakzetmektesiniz; çünki da’vânız, ‘fıkıhçılar kadınla erkeğin musafahası konusunu kıyas ile hükme bağlamışlar…’ ifâdelerinizde de görüldüğü gibi hükmün kıyâsa dayandığı idi; oysa burada ‘bu sebeple dokunma, bakmaya kıyas edilemez’ demekle ortada kıyâs olmadığını ifâde etmektesiniz. Hâsılı açık bir çelişki sergilemektesiniz.
 
Karaman:
b) Avret yerine bakmak haram kılınmıştır; çünkü bu bakma şehveti celbeder, avret olmayan yere dokunmak da caiz değildir; çünkü bu dokunmanın da tıpkı avret yerine bakmak gibi şehveti celbetme ihtimali kuvvetlidir (Kıyas)
 
Cevâb:
 
Bir: önce böyle kıyâs olmaz. Netîce, tuhaf bir şekilde ikinci mukaddime (yani mukaddime-i kübrâ) yerine konulmuş. Çağdaş ‘müçtehitler’ kıyâsı işte bu kadar bilebilirler. Ortada iddiâ ettiğiniz kıyâs bulunsaydı, doğru şekli şöyle olurdu:
 
[Avret yerine bakmak haram kılınmıştır; çünkü bu bakma şehveti celbeder. Bu dokunmanın da tıpkı avret yerine bakmak gibi şehveti celbetme ihtimali kuvvetlidir. (O halde) avret olmayan yere dokunmak
da caiz değildir.]
 
İki: Önceden de “orada yapılan bir kıyâs değil, başka bir yolla istinbâttır. Hattâ iddiâ edilenin tam aksine burada, kıyâsa gidilemeyeceği  söylenmektedir. Daha açık bir ifâdeyle, avuçlara ve yüzlere, bazı husûsî zarûretler sebebiyle bakılabilirse de, tutulamaz; buralarda ralarda dokunmak işi bakmak işine kıyâslanamaz; çünki dokunmakta hiçbir zarûret yoktur. Zarûretsiz bakmaktaki haramlık nasslarla sâbittir. Bu haramlıkta illet veya menât olan ma’nâ, dokunmakta daha fazla vardır. Öyleyse delâlet-i nassla veya fehvâ ile aynı hüküm bakmayı yasaklayan  nasslarda evlâ yolla vardır. Yani, ‘ebeveyninize üf demeyiniz’ âyeti ‘hoşt  demeyiniz’ ve ya ‘dayak atmayınız’ ma’nâlarını da evleviyetle bulundurur; çünki bunlarda ‘üzme’ve ‘incitme’ ma’nâları daha fazla mevcûddur. Hâsılı, ‘oşt demeyiniz’ veya ‘dayak atmayınız’ ma’nâlarının ‘üf demeyiniz’ âyetinde bulunmadığını, aksine bunların kıyâs ile âyetin hükmüne dâhil edildiği…” dediğimiz gibi ortada herhangi bir kıyâs yoktur.
üç: Bütün bunlara rağmen böyle bir kıyâsın bulunduğunu söylemek, kıyâsı da bilmemektir ve cehâlettir.
 
Karaman:
c) Şehvet ihtimali bulunmadığında veya zayıf olduğunda dokunma caizdir; bu takdirde dokunma, avret olmayan yere bakmak gibidir (Kıyas).
 
Cevâb:
 
Bir: Hiçbir fakıhden böyle bir kıyâs nakledilemez; varsa göstermelisiniz. Gösteremeyeceğinize göre bu sizin uydurmanızdır. İki. Birinci mukaddimenin, daha doğrusu birinci mukaddime olarak getirilen kadıyyenin ikinci yarısı yani ‘(Şehvet ihtimali) zayıf olduğunda dokunma caizdir’ hükmü bâtıl olup hiçbir nassda veya kitâbda mevcûd değildir.
Üç: Bu da aslında bâtıldır. Mes’elenin burası bir yana bırakılacak olsa bile kıyâs diye getirilen şu sözler kendi içinde dahî doğru bir kıyâs değildir. çünki, ikinci mukaddime yerindeki ifâdeler ile netîce Matvî/dürülmüş olamayacak bir şekilde karıştırılmış.
 
Dört: Yabancı bir kadına dokunmakta şehvet bulunmama ihtimâli ya çocukta veya pîr-i fânîde olabilir. Çocuk söz birliği ile, pîr-i fânî de Hanefîlere göre mes’elenin dışındadır ki, bizim sözümüz bunlarda değildir. Çocuk ile, pîr-i fânînin dışındaki erkeklerde şehvet bulunmamak ihtimâli asla bahis mevzuu olamaz.
 
Beş: Farz-ı muhâl iki taraftan birinde bu şehvetlenmeme ihtimâli bulunsa bile bunun karşısındakinde bulunup bulunmayacağı kesinlikle bilinemez. Nitekim önceki makalemizde şöyle demiştik:
 
[Bakmak tek taraflıdır. Dolayısıyla -zayıf bir ihtimâlle de olsa- kişi kendine âid olan bakmakla hâsıl olacak şehvetlenmeyi belki kontrolünde bulundurabilir, şehvetlenmeyebilir. Ancak, musâfaha iki kişi ile olan bir iştir. Bunda cinsî hisleri ölmemiş bir kimsenin kendi şehvetini kontrol etmesi neredeyse imkânsızlık sınırında olan çok uzak bir ihtimâldir. Farz-ı muhâl olarak bunu başardığı kabûl edilse bile, bu odun veya çaput hâline gelmiş kişi, karşısındakinin şehvetlenip şehvetlenmeyeceğini nereden bilip de ona göre hareket edecektir?
İşi, ‘gel, sen de şehvetlenme, ben de şehvetlenmeyeyim, öylece uslu uslu musâfahalaşalım’ şeklinde birkarşılıklı anlaşıp sözleşmekle mi çözecekler?]
 
Öyleyse şu cevâz hükmü imkânsızlık üzerinde kurulmaya çalışılmaktadır. İlmi bir yana bıraksak bile ayıb diye bir şey vardır, sayın Karaman!..
 
Altı: Sayın Karaman!… ‘Şehvet ihtimali bulunmadığında veya zayıf olduğunda dokunma câizdir’ derken, ‘yok’ ise önceden bunu ne ile ve nasılölçebileceksiniz? ‘Az’ ise -meselâ- nekadar ‘az’ demek istiyorsunuz? Bununeyle ölçeceksiniz, elinizde -meselâ- bir‘şehvetmetre’ mi var? Gülünç olmuyormusunuz sayın Karaman?
 
Karaman: Bir hükmü nasslar ifade etse bile fıkıhçılar kıyas yoluyla da  sabit olduğunu söyler ve açıklamalar yaparlar.
 
Cevâb: Ama siz öyle dememiş, aksine şöyle bir ifâde kullanmıştınız:
 
[Fıkıhçılar kadınla erkeğin musafahası konusunu kıyas ile hükme bağlamışlarve şöyle demişlerdir: ‘Kadınların el ve yüzleri avret değildir, bunlara şehvetsiz bakılabilir. Ama dokunmak şehvet celbi bakımından daha etkilidir, bu bakımdan avret yerine bakmaya ve dokunmaya benzer; bu sebeple dokunma caiz olmaz.’ (Kâsânî, s.489)]
 
Biz de şöyle yazmış idik: ‘üstelik kıyâs bulunsa bile bir hüküm, açık nasslarla ve İcmâ’ ile sâbit olduktan sonra kıyâsla da isbât edilse, bu kıyâs önceden sâbit olan hükmü te’yîd ve takviyeye yarar; Fıkıh kitâbları, husûsan Şerhu Meânî’lçsâr bunun misâlleriyle doludur.
 
Bu husûstaki hilâfta, söylediğimiz râcih olup aksi îzâha ve te’vîle muhtâctır.’Bütün bunlardan sonra, bize böylebir cevâb vermeye kalkmanız ne dereceakla ve ilme uyabilir, sayın Karaman?!..
 
Karaman: Bu açıklamadan sonra, söylediklerimi teyit eden Be dâyi’in ibaresini, yazarınızın bıraktığı yerden devam ederek tercüme ediyorum: “Bu iki uzva (yüz ve avuçlara) dokunmanın hükmüne gelince… Bunlara dokunmak helâl olmaz; çünki, bu iki uzva bakmanın helâl olması sözünü ettiğimiz zarûretler sebebiyledir. Halbuki dokunmakta hiçbir zarûret yoktur. Bununla beraber dokunmak, şehveti uyandırmakta ve harekete geçirmekte bakmak fiilinin üstündedir. İki işten, aşağıda olanın mübâh olması yukarıda olanın da mübâh olmasına delâlet etmez. Bu (hüküm) dokunanlar (mesela tokalaşanlar) genç olunca geçerlidir. Eğer yaşlı olurlarsa musâfaha yapmalarında bir sakınca yoktur. Cünkü bunların tokalaşmaları, şehvet bulunmadığı için, şehveti harekete geçirme tesirinin dışına çıkmıştır. Resulullah(s.a.)’in, yaşlı kadınlarla musafaha yaptığı da rivayet edilmiştir.”
 
Cevâb:
 
Bir: ‘Bedâyi’in ibaresini, yazarınızın bıraktığı yerden devam ederek tercüme ediyorum’ derken bizimbir şeyleri gizlemek maksadıyla sözü yarıdakesmek gibi bir düşüklüğü işlediğimiz anlatmak istiyorsanız, -hamd olsun-biz onu asla yapmadık ve yapmayız;onu yapanları ve yapabilecekleribaşka adreslerde aramalısınız. Hem,bunu hiç zorlanmadan ve yorulmadanelinizle koymuş gibi kolayca bulacaksınız.
 
İki: Bizim ‘Bu (hüküm) dokunanlar (mesela tokalaşanlar) genç olunca geçerlidir. Eğer yaşlı olurlarsa musâfaha yapmalarında bir sakınca yoktur. Cünkü bunların tokalaşmaları, şehvet bulunmadığı için, şehveti harekete geçirme te’sîrinin dışına çıkmıştır…’ mes’elesiyle alâkalı sözümüz ve itirâzımız olmadığına, sorulan suâlin verilen cevâbınızın ve yaptığımız tenkîdimizin bu mes’ele ile uzaktan yakından münâsebeti bulunmadığına göre burayı da ilâve etmeniz ayrı bir mantıksızlık…
 
üç: Eğer burayı, ona ‘gençlerin şehvetlenmemek
ihtimâlinin bulunmaması ması veya az olması’ hâlini kıyâslamak,makîsun aleyh yapmak içün getirdiyseniz,kıyasınız münâkaşasız bâtıldır. Çünkibu, fârık’a rağmen bir kıyâsdır; zîrâ, şehvettenkesilen yaşlılarda şehvet -‘az’ bileolsa- kesin bulunmamasına rağmen sizinde i’tirâf ettiğiniz, kıyâsınızda ‘şehvetlenmeme’veya ‘az şehvetlenme’sadece ihtimâldir. Bunlar da kıyâsı bâtı kılacak fârık’dır, ayırıcı yandır.
 
Dört: ‘Resulullah(s.a.)’in, yaşlı kadınlarla musafaha yaptığı da rivayet edilmiştir’ ifâdesine gelince… Hadîs âlimlerince bu rivâyetin de hadîs kaynaklarındabulunmadığı ifâde edilmesinerağmen, kadınlarla musâfaha hakkındakirivâyet içün sarfetttiğiniz ‘(yabancıkadınlarla musâfahanın harâm olduğunu) ifade eden söz hadis değildir, uydurmadır’ şeklindeki sözü buradasöylemiyorsunuz; neden, işinize gelmediğiiçün mü? Bu bir samîmiyyetsizlik, iyiniyyete ve ilim adamlığına yakışmayacakbir tavır değil midir?
 
Beş: Evet, biz Hanefî imâmlarımızın fıkıh kitâblarında Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem’e değil de Hz. Ömer radıyellâhu anhu’ya nisbet edilen bu rivâyetin -hadîs kitâbların da henüz bulunamadıysa bile- mevcûd olduğuna hüsn-i zann etmekteyiz; bu başka bir nokta.
 
Altı: Bu hükmün -Merfû’ veya mevkûf bir rivâyet olarak sâbit olmadığı farzedilse bile- nassların umûmâtından illet veya menât tesbît yollarından biriyle ta’yîn edilen bir illete dayanan doğru bir fıkhî hüküm olduğunu kabûl ediyoruz. Bizim i’tirâzımız bu hükme değil, benzer rivâyetler hakkındaki ölçüsüz, tutarsız ve çelişen kanâatler ile hükmün alakasız bir sahaya taşınmasıdır.
 
Karaman : Kâsânî, muteber bir Hanefi fıkıh alimidir; ona hiçbir kimse “din tahripçisi, hain” filan dememiştir. İşte bu zat:
a) Avret olmayan yerlere şehvetsiz bakmanın caiz olduğunu,
b) Şehvet ihtimali bulunmadığında dokunmanın da caiz olduğunu,
c) Rivayet edilen hadislerin mutlak olarak bakmayı ve dokunmayı değil, “avret yerine zaruret bulunmadan,” “avret olmayan yere şehvetli” bakmakla ilgili olduğunu açık veya delalet yoluyla ifade ediyor.
 
Cevâb:
Bir: Doğru, sayın Karaman’ın da dediği dediği gibi, ‘Kâsânî, mu’teber bir Hanefi fıkıh âlimidir; ona hiçbir kimse din tahripçisi, hâin filan dememiştir’; biz de demedik; diyenlere de -bi iznillâh- haddini
bildiririz.
 
İki: Kâsânî’nin dedikleri bizce de doğru olmakla beraber, bizim bu mes’elemizle alâkasız şeyler. Nitekim siz de O’ndan yukarıda şu açık ifâdeleri aktarmıştınız: ‘Bu iki uzva (yüz ve avuçlara) dokunmanın hükmüne gelince… Bunlara dokunmak helâl olmaz; çünki, bu iki uzva bakmanın helâl olması sözünü ettiğimiz zarûretler sebebiyledir. Hâlbuki dokunmakta hiçbir zarûret yoktur.’ Bütün bunlara rağmen, şu zayıf da olsa mesnedi olmayan ictihâdınızda (!) O’na dayandığınızı nasıl söyleyebiliyorsunuz?!..
Bunu anlayabilmek cidden çok zor.
 
Karaman: Benim söylediğim ve kadim fıkıh kitablarında yeri bulunmayan söz ise “zaruret halinde gençlerin de, şehvet ihtimali bulunduğu halde bundan sakınmaya çalışarak tokalaşmalarının caiz olabileceği”dir.
 
Cevâb: Bu düşünceniz, -üstâd-ı a’zamınız Efgânî’nin de dediği gibi-[2] geleceğin akla dayanan yeni dini’nin inşâsı îcâbı olmalı… Yoksa böyle bir şey Allah celle celâlühû’nun dîni olan İslâm’da yok…
 
Karaman: Eskiler “alma, satma, el ile alıp verme” gibi durumları zaruret sayıyorlar. Biz laik bir ülkede yaşıyoruz, bir belediye başkanı (soruyu o sormuştu), bir bakan, başbakan, cumhûrbaşkanı… Bazı yer ve durumlarda kendisine uzatılan kadın elini sıkmazsa problem çıkar. Bunu bir zaruret sayıp saymama mes’elesinde farklı değerlendirmeler olabilir. Ama ben bunu zaruret saydığım için “hain, din tahrifçisi, tahripçisi, aklı arızalı, hain…” olmam.
Bunları bana yakıştıranları ve dergilerinin sayfalarında neşredenleri Allah affetsin!

Cevâb:

Bir
: ‘Eskiler alma, satma, el ile alıp verme gibi durumları zaruret sayıyorlar’ ama nerelerde? Elbetteki, Kâsânî’nin de ‘halbuki dokunmakta hiçbir zarûret yoktur’ dedi-ği gibi tokalaşmakta değil…
 
İki: Sizin ‘Biz laik bir ülkede yaşıyoruz, bir belediye başkanı (soruyuo sormuştu), bir bakan, başbakan, cumhûrbaşkanıBazı yer ve durumlarda kendisine uzatılan kadın elini sıkmazsa problem çıkar’ifâdeleriniz, ictihâdınızın dînî değil ısmarlamaveya fason politik ictihâdlarzincirinin bir halkası olduğunu açıkçaortaya koymaktadır. Bir şirketin veyayeşil şallı harbi kırmızı ‘finans kurumu’yaftalı baba bankaların veyâhudda politikacıların ‘fıkıh danışmanı’olanların böyle ısmarlama ictihâdlarınsâhibleri olmaları beklenir ise de sizene oluyor sayın Karaman? Lütfen bizikara kara düşündürmeyiniz, ne olur!..
Dinlerini dünyaları içün bir zaman koltuk değneği yapan, bir zaman sonra da buna ihtiyâcları kalmadı düşüncesiyle iyice atan kimseler var… Onlara fason fetvâlar üreten olmak karasını yüzüne sürebilenlerden olmayı kendine yakıştırabilenlerden olmamalıyız; öyle değil mi sayın Karaman!..
 
Üç: Değil bir müctehid, sıradan bir Mü’min bile İslâm’ı lâik bir ülkenin şartlarına uydurmayı İslâmî bir çözüm değil, İslâm’ı tahrîf, tahrîb ve ona ağır bir hakâret sayar; hattâ bu bizzat lâikliğe bile ters düşer; yanılıyor muyum sayın Karaman?!.
 
Dört: Kendi hayatında ve huzûrunda yapılan bir toplantıda serdedilen meddâhlık seviyesindeki övgülerle sermest olup kendinden geçen Sayın Karaman’dan ‘meddâhların suratlarına toprak saçma’sını elbette beklemiyorduk… Çünki bu iş -Sünnet’ten de olsa- O’na göre büyük ihtimâlle gerilerde kalmıştı; zamanın şartlarına göre yeni ictihâd ve revizyonlarla yeni bir şekle sokulmalı, bambaşka bir muhtevâya kavuşturulmalıydı. Lâkin, resmî ideolojinin İslâm telakkilerini Müslüman halka kabûl ettirmek gibi ‘kutsal’ bir vazîfenin baş memuru olmakla medhedilmesine ses çıkarmamaya cesâret göstermesi ve susmakla onu takrîr etmesi cidden ibret vericiydi…[3]
Bu keyfiyyetin şu sade- dinde olduğumuz fetvâ ve ictihâdlarla yan yana, üst üste, alt alta ve beraberce düşünülmesi îmân sâhibi bir insana hakîkaten dehşet vermektedir…
 
Beş: Sayın Karaman!.. Evet, siz, ‘bunu zaruret saydığınız için hain, aklı arızalı, hâin.. olmazsınız’; bu, bizce de bir cihetle böyledir… çünki bizim, yazımızda sözünü ettiğimiz ‘hâinlik’ eskilerimizin ifâdesiyle ‘hıyânet-i ilmiyye’, yani nakilde bilerek tahrîf yapmak demektir. Halbuki burada böyle bir şey yoktur. Siz, bizce de çok büyük ihtimâlle aklı ârızalı dahi değilsiniz; zîrâ bunu kanâatimizce bilerek ve şuurlu olarak yapmaktasınız. Şâyet aklı ârızalı olsaydınız, Allah celle celâlühû katında hiçbir mes’ûliyyetiniz olmazdı; ama şimdi öyle mi?…
 
Altı: ‘Din tahrifçisi, tahripçisi olmadığınız’a gelince… İşte orada durunuz…Siz, kendi zımnî şehâdetinizve açık takrîrlerinizle dîni, yeniictihâdlarınızla lâik bir ülkenin şartlarınauyarlamak vazîfesini îfâ ve icrâ etmiyormuydunuz?.. Nitekim biz bunuüç numaralı dipnotta açıkça ortaya koyduk.
 
Dîni ona yamanan yanlışlıklardan temizleyip, eskideki yeni hâline döndürseydiniz, işiniz ‘tecdîd’, vasfınız da ‘müceddid’ olacaktı; ama siz, dîni, ilk berrak ve yeni hâlini lâik bir ülkenin şartlarına uydurmakla, yeni şartlar noktasında deforme oldu düşüncesiyle dinde reform yapmaya kalk makla bir çeşit Luterlik yaptınız ve yapıyorsunuz. ‘Bir çeşit’ demekle, vasıflarınızın birbirinize tam olarak uymadığını anlatmak istiyorum. Çünki Luter, iyice deforme olan Hıristiyanlığı bazı hurâfelerden uzaklaştırmakla yanlışlıkları kısmen azaltıyor ve kötülüğü nisbeten eksiltiyordu. Ama ne var ki, bu işi onu yegâne hak olan İslâm’a değil, -başka bir takım yanlışlara nisbete- ehven görünen diğer bir hataya götürüyordu.
Hâsılı, O’nun yaptığı, bir cihetle kötüyü ehvenleştirmekti. Bu da bir yanıyla hak olan İslâm’a varmaya dalgakıran olmakla menfîlik bulundursa bile, başka bir yanıyla kısmî bir müsbetlik de taşıyordu. Ama siz öyle mi?
Siz kendinizi, âdetâ, birilerince özünden uzaklaştırılan İslâm’ı, o bulaşıksız ve lekesiz özünden ve ilk zamanki berrak hâlinden daha da uzaklaştırmakla vazîfeli sayıyor ve îcâbını yapıyorsunuz; o bakımdan aranızda mühim farklar var…
 
İşte bu ma’nâda siz, kendinizin ‘dîni ilk zamanki berrak hâlinden daha da uzaklaştırmak ve –meselâ lâik bir ülkede- zamanın şartlarına uydurmak’ şeklindeki bir değiştirmek ma’nâsında ‘din tahrifçisi, tahripçisi olmadığınız’ı nasıl iddiâ edebilirsiniz?!…
 
Bu yaptığımız sadece bir tesbît olup asla hakâret değildir. üstelik bu, günümüzdeki şartların sâhibleri nezdinde -kanâatimize göre- sizin içün bir hüsn-i şehâdettir. Belli bir seviyeyi -gösteren hakâret’e gelince…Ne haddimize?!…
 
Yedi: ‘Bunları bana yakıştıranları ve dergilerinin sayfalarında neşredenleri Allah affetsin!’ şeklindekiduânıza ‘âmîn’ diyoruz. Yazdıklarımızda beklediğimiz de zaten Allah celle celâlühû’nun affıdır. Âmîn.
 
Netîce:
 
Sayın Karaman’ın ‘cevâb’ diye yazdıkları iki şeyi ihtivâ etmektedir: Birincisi:
O, yazdıklarımıza cevâb vermemektedir; sözleri, sadece yanlışında ısrârı ve ilâveleri bulundurmaktadır…
İkincisi: Şu birkaç noktanın dışındaki onca mes’elede söylediğimiz diğer sözleri kabullenme durumuna düşmüştür.


[1]Müslim, Mukaddime (1/5), Ebû Dâvûd (4842)
[2]Mahmûd Ebû Reyye, ‘Dînullâhi Vâhid’, son üç sayfa.
[3]Nitekim 06 Aralık 2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinde şِyle bir haber neşredilmişti: Sistemin yapısını topluma empoze edebilmek için dini alanda sِz sِyleyebilecek insana ihtiyaç olduğunu belirten Taşgetiren, ‘Bunun ilahiyatçılar veya hocalar olması tercih ediliyor.
Zaman içinde bu nitelikte insanlar bulundu. Bu insanların başında Hayretin Hoca geliyor’ dedi. Şu haberin yapıldığı gazete, yazarlarından olan sayın Karaman’ın dünyaca fıkıh otoritesi olarak tanındığını iddiâ etmektedir. Böyle bir gazetede bir takım son derece mubâlağalı olan medih ifâdelerinin arasında yer alan şu cümleler gerçekten ibret vericiydi. Satır arası denilebilecek şu sِzler, akıllı ve firâsetli mü’minler için çok büyük ehemmiyet arz etmektedir. Kendi huzurlarında sarf edilen şu değerlendirmelere sayın Karaman’ın i’tirâz etmemesi -hukuk diliyle ifâde edilecek olursa-
O’nun bu söylenenleri takrîr ve tasdîk etmesi ma’nâsından başka bir şey ifâde etmiyordu. Nitekim Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun yazısında geçen şu ifâdeler de bu dediklerimizin tasdîki mâhiyetindedir: Yemekte Milliyet gazetesi yazarı Taha Akyol’un Prof. Dr Hayrettin Karaman’a yönelttiği soru. Taha Akyol’un Hayrettin Karaman’ı ‘modern Müslüman’ olarak tasnif etme isteğini, Hayrettin Karaman o masada oturan herkes kadar ‘modern Müslüman’ olduğu şeklinde cevapladı. Belki tevâzu’, belki de ihtirâzî bir kayıd …
Nereden bakılırsa geciktirimeden verilen ânî bir cevâb..
PDF'e AktarYazdır

BİR CEVAP BIRAK

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen buraya isminizi yazın