Muhsan Olan Zâninin Recmedilmesine Dâir Rivâyetler Uydurma mı ?

MUHSAN OLAN ZÂNÎ’NİN RECMEDİLMESİNE

DÂİR RİVÂYETLER İDDİÂ EDİLDİĞİ GİBİ UYDURMA MIDIRLAR?

 
 

اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ
Bundan sonra…
Sayın Bay M. Hayri Kırbaşoğlu şöyle diyor: Hadîsler söz konusu olduğunda, kaynak bilinci açısından, İslâmî ilimlerle uğraşanların bile sorum-suzca davranabildiklerine dâir sayısız örnek arasından, üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken şu örneği ele alalım: İmâm Nevevî; Hadîslerle İslâm, (Mustafâ el-Buğa-Muhyiddîn Mistû, çev. ve tekmîl: Ahmet Alim, İstanbul 2000) adlı eserde, mürtedin, namazı terk edenin veya zînâ eden evlilerin ölüm cezasına çarptırılacağı iddiaları vesilesiyle, hadîsler konusunda kaynak, isnâd ve metin açısından hiçbir inceleme yapılmaksızın bilim dışı bir tavır takınıldığı açıkça görülmektedir. Nitekim mürtedin ölüm cezasına çarptırılacağına dâir, “Zîrâ hadîs-i şerîfte, ‘Dinini bırakıp ayrılan öldürülür,’ ifadesi vardır. Bir de Buhârî ve Sünen sahiplerinin İbn Abbâs’tan rivâyet ettiklerine göre Peygamber (s.a.v.), ‘Dinini değiştireni öldürünüz,’ buyurmuştur. (s.270) “Namazı terk edenin hükmü öldürülmektir. –Burada delîl olarak, konuyla ilgisi olmayan 30. Rûm ve 31 ve 9. Tevbe, 11. ayetleri gösterilmek-tedir! (M.H. Kırbaşoğlu)- Peygamber de, ‘Bizimle onlar (kafirler) arasındaki sözleşme namazdır, kim namazı (inkar ederek) terk ederse kâfir olur,’ buyurmuştur.(s.271) “(…) Evli olanların [cezası] recm cezasına çarptırılmasıdır. Kazılan bir çukura beline kadar gömülür ve taşlanarak öldürülür,”(s. 265) denilerek recm konusuyla ilgili Mâ’iz ve Ğamidiye kıssalarıyla, lafzı mensuh hükmü bâkî (?) bir ayetle ilgili rivâyetler, hiçbir isnâd ve kaynak zikredilmeden delîl olarak kullanılmaktadır ki, bir insanın hayatına son vermek gibi son derece ciddi bir konuda din adına ne kadar sorumsuzca davranılabildiğini göstermesi bakımından oldukça düşündürücü, kaynak bilincinin ve eleştirel zihniyetin ne kadar gerekli olduğunu göstermesi bakımından da, o derece iknâ’ edicidir.[1]

     Diyoruz ki;Pala sallama sırası İmâm Nevevî’ye geldi. Böylesi bir -kendi ifâdesiyle- “sorumsuzca davranabilme” tabiîdir ki, herkesin işi değildir. Bir yanda âlimleri “mürtedin öldürülmesi” husûsunda isnâd ve metin tenkîdi yapmamak ve bilim dışı davranmakla suçlarken kendileri hangi isnâd ve metin tenkîdini yaptılar. İslâm dışı anlayışın şekillendirdiği ve şartlandırdığı aklın mahsûlü akıl yürütmelerden başka elinde ne var? Üstelik şu uydurma olmakla suçladığı rivâyetlerin kimler tarafından rivâyet edildiğini açıklama lütfunda bile bulunmayacak kadar bilimsel davranılmıştır. “Mürted’in öldürülmesi” ve “namazı terk etmenin hükmü”nü başka makâlelere bırakıp “Recm” meselesini ele almak istiyoruz.
Recm konusuyla ilgili Mâ’iz ve Ğamidiye kıssalarıyla, lafzı mensuh hükmü bâkî(?) bir ayetle ilgili rivâyetler, hiçbir isnâd ve kaynak zikredilmeden delîl olarak kullanılmaktadır” denilirken herhalde okuyucunun var sayılan câhillik, aptallık ve gerizekâlı-lığından faydalanma yolu seçiliyordur. Yoksa, yüzlere bâliğ isnâd okunmamış ve bilinmiyor demektir ki, iş feci. Yok eğer okunmuş ve bilindiği halde böyle konuşulabiliyorsa, iş daha da kötü; ortada hıyânet var demektir.
Bir insanın hayatına son vermek gibi son derece ciddi bir konuda din adına ne kadar sorumsuzca davranı-labildiği” biçimindeki ifâdelere şaşmamak elde değil. Zîrâ nâmussuzluğun ve nâmussuzların bu denli bir müdâfaasının temelinde yatan sâik sadece “din adına sorumsuzca davranmama” bahanesi olamaz; başka bir şey de bulunmalı. Öyle ya, namuslu ve şerefli olanlara göre, sayısız naklî ve aklî delile dayanarak, zinâ suçundan dolayı bir insanın hayatına son vermek, hiçbir delîl olmaksızın sırf bir alîl aklî mülâhaza ile nâmussuzluğa prim verilerek ma’nen bütün bir insanlığın yok edilmesinin yanında hiçbir şey değildir. Şerîatin, birçoklarını içine alan “neslin korunması” şeklindeki temel hedefi, hele bir kişiyle sınırlı kalacak noktadaki canın korunması maksadından elbette aşağı değildir.
Daha önce M. Mustafa Zerkâ da “Fetâvâ”sında, evli olup da zina eden kimsenin recm edilmesinin/taşlanarak öldürülmesinin büyük bir ihtimalle had değil de ta’zir cezası olduğunu söylü­yordu. Libya’nın el-Beydâ şehrinde dü­zenlenen İslâmî Teşrî’ (kanun yapma/yasama) Konferansı’nda, Ebû Zehre’nin, Nebi sallalahu aleyhi vesellem’in bir kimsenin taşlanarak öldürülmesini emrettiğinedair nakledilen hadis ve eserlerin gerçekte mevcûd olduğunda büyük bir şübhesinin bulunduğunu söylediğini yazmaktadır. Ama kendisinin bu kanaatte olmadığını, bu hadis ve haberin var olduğunu, ancak bunun (kesin) bir had cezası olmayıp ta’zir cezası olduğu gö­rüşünde olduğunu bildirmektedir.
Meselenin ilmi münakaşasına giriş­meden evvel iki tarihi şâhidliği buraya kaydetmek ve üzerinde konuşmak isti­yoruz.
Yûsuf el-Karadavî, şu fetvânın ha­şiyesinde/dipnotunda şöyle diyor:
Libya’da, Beydâ şehrindeki Teşri-i İslâmî konferansında Şeyhimiz Allâme Zerkâ ile beraberdik. Ebû Zehre’yi, yirmi sene gizledikten sonra[2] ortaya attığı görü­şünü ve konferansa katılanların ona verdikleri cevapları beraber dinledik.
 Orada Şeyhimiz Ebû Zehre ile münakaşa ettim ve Ona bu hükmün ta’zir îcâbı olduğunu anlattım. Nitekim Hane­fîler sürgün cezası hakkında böyle demektedirler. Ancak Ebû Zehre bunu kabul etmedi ve şöyle dedi: Bu aslında bir “Yahûdîlik cezası”dır; rahmet dîni(İslâm)ın zuhûru ile hükmü kaldırılmıştır. Bu (“ta’zir cezasıdır” şeklindeki) îzâhı şeyhimiz Zerkâ’ya söyledim ve onu güzel buldu. Bir de bana şöyle dedi: Bu görüş düşünülmeye değer, (yahud “ictihâd” sayılmaya layık) bir yorumdur. Görünen o ki, M. M. Zerkâ bu konuşmayı unuttu. Mühim olan benimle şeyhin bu yorumda/ictihâdda tamamen beraber olmamızdır.[3] O halde “sopalamakla beraber olan taşlama”, “sopalamakla beraber olan sürgüne gönderme” cezası gibidir. Bunu İslâm âlimlerinden hiçbir kimse söylemediyse de,[4] benim görüşüme göre isabetli bir ictihaddır. Bu hususta bir şey yazmış­tım; ancak bunu yayınlamaya cesa­ret edemedim. Nitekim Şeyhimiz Ebu Zehrede -benim bildiğime göre- bu gö­rüşünü yazmadı ve “Ukûbet” (Cezâ) isimli kitabında bunu Hâricîlere nisbet etmekle yetindi.[5]
Zerkâ ve talebesi Karadavî’den Ebû Zehre hakkında iki şahidlik ile kendileri hakkında iki ikrâr… İkrârların burada yalana ihtimali olmaz; mutlaka doğru­durlar. Diğer yandan i’tirâf olmadıkları kabûl bile edilse, şu manzaraya göre Kurân ve Sünnet sarayına büyük zarar veren iki yiğidin şâhidliği, dince mu’teber olmasa da konferansın Libya’da belli bir şehirde ve büyük bir kalabalığın huzurunda gerçekleştiği he­sâba katılırsa, hadisenin doğru olduğu büyük bir ihtimalle kesindir. Dileyen araştırsın. Bu düşüncelerin uzun bir süre Ümmet’ten gizlenmesinin bir tür münafıklık olduğu da açık olduğu için bunun kılıflanması icab ediyordu. Nite­kim Zerkâ fetvasının sonunda şöyle di­yor:
Şu anda, bütün zina hallerinde sa­dece sopalama cezasının uygulanma­sının bildirilmesi ile yetinilmesi, Şeriât’ın hükümlerine alışılması ve meziyetleri­nin görülmesinden sonra da Recm’in ta’zir mi had mi olduğunun ilanı için münasib vakit beklemek hayırlı olacak­tır. Burada Hz. Âişe’den gelen bir sözü hatırlatmam gerekir: “Kurân’dan, önce cennet ve cehennemin anlatıldığı sû­reler indirildi. Nihâyet insanlar İslâm’a koşunca helâl ve haram indi. İlk defa şarab içmeyiniz ayeti inseydi elbette ‘içkiyi ebediyen bırakmayız’ derlerdi. Eğer, önce ‘zina etmeyin’ (ayeti) in­seydi ‘zinayı ebediyen bırakmayız’ derlerdi.”[6]

Ortada iki görüş var:

Birincisi : Ebu Zehre’nin görüşü: Recm hakkındaki, hadisler asılsız. Recm Yehûdîlikten gelme bir cezadır; İslâm onu iptal etti. Delili: Bir: Kurân sadece “yüz sopa atma”yı getiriyor; başka değil. İki:Kur’ân kölenin zina ce­zasının, hür olanın yarısı olmasını ge­rekli kılıyor. (Nisa:25). Oysa apaçıktır ki ölüm ikiye bölünmez.
İkincisi: M. Şeltut, M. M. Zerkâ ve Yûsuf el-Karadavi’nin görüşü: Recm ta’zir cezasıdır. İdareciye bırakılmış siyasi bir cezadır; lüzumlu görürse uy­gular, görmezse uygulamaz. Delilleri: Bir: Yüz sopa atmak ile recm, yani taşlayıp öldürmek aynı nassda (hadis delilinde) geldiler. İki: Benzer tabirler ile geldiler.[7]
Ebu Zehre’nin, görüşünü Hâricîler’e nisbet etmesi ise kime ne kazandırır? Onların aykırı görüşü “İcma”ı kabul edenlerin “icma”ı ile “icma”a zarar vermez. İslâm âlimlerinden hiç birinin söylemediğini söyleyen, yani Ümmet’in icmâ’ ettiği hususu çizebilen ictihâd sâhibleri… Ebu Zehre, M. M. Zerkâ, M. Şeltüt, Karadavî… Ümmet bin dört yüz küsur yıldır müctehidiyle âlimiyle ve avâmıyla -hâşa ve kellâ- bir bâtılda birleşti; ama şunlar hakkı buldu!.. Ya­zıklar olsun, ilmin yüz karası olan şun­lara ve şakşakcılarına…
Şunlara ve bâtıllarına verilebilecek uzun ve tartışma götürmeyecek iknâ edici cevâb çok basit ve malzemeleri yetip artacak kadar fazla ise de biz al­lâme Takıyyuddîn el-‘Usmânî’den hulâsa bir nakil yapmakla yetineceğiz:
‘Usmânî ‘Müslim Şerhi Fethu’l-Mülhim’de kısaca şöyle diyor:Recm: Abdullah İbn-i Abbâs radıyallâhu anhümâ’nın Hazreti Ömer radıyallâhu anh’den yaptıkları rivâyeti Buhârî Sahîh’inin 6830,6829,2462,3928,7323, Mâlik Hudûd’da Recm bâbında, Tirmizî:1431, Ebû Dâvûd:4418, İbn-i Mâce:853, Dârimî:2/179, Ahmed Müsned’inde:1/23,29,36,40,43,47,50 ve 55’te rivâyet etmektedir. Rivâyetlerin şimdilik lafız değişikliklerini bir tarafa koyarak Recm’in farzlığı hakkında konuşmak istiyoruz.
Recm Müslümanların arasında icmâ’ ile sâbit olan bir hükümdür. Hilâfı/karşı görüşü hesaba katılabilecek âlimlerden hiç kimse bu hükme i’tirâz etmemiştir. Hâricîler’in Ezârika kolundan bazılarından yapılan nakiller tabii ki müstesnâdır. Zamanımızda Sünnet’in hüccet olduğunu inkâr etmekte olan veyâhud, ğarbdan / batıdan gelen her türlü sapıklığa boyun eğen ve böylece Recm’in Şer’î bir had gibi vâcib/farz oluşunu inkâr eden ve Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de bunu açıkça söylemediğine, Kur’ân’da zikredilenin sadece sopalama olduğuna ve bu hükmün Haber-i Vâhidler’le nesh edilemeyeceğine tutunan bir grup türedi. Bu söz, İcmâ’’ı ortadan kaldıran bâtıl bir sözdür ve ancak Kur’ân ve Sünnet’ten delîl getirmenin temel kaidelerini bilmemekten kaynaklanmaktadır.
Buna bir çok yönden cevâb verilebilir:
Bir: Recm Kur’ân’da açıkça anlatılmadıysa da işâret yoluyla sâbittir. İki: Ubâde hadîsinin şerhinde, geçmiş bâbta, Recm’in sopalama hükmünü nesheden bir şey olmadığını, bunun / recmin, zînâ eden ıhsân sâhibi/evli kimse sûretinde, ona (sopalamaya) bir ziyâde olduğunu, dolayısıyle ıhsân sâhibi bir kimseye sopa ve recm’in vâcib olduğunu, şu kadar var ki, en büyüğün (Recmin), küçüğün (sopalamanın) onun içerisinde olmasıyla, küçüğe hâkim olduğunu, tahkîk etmiştik. Çünki Recm cana karşı verilen bir cezadır. Dolayısıyle canın aşağısındaki cezalara hâkim olur. Evet bu sözü orada delîllerle te’yîd ettik. O delîllerle ve Şah Veliyyullâh Dihlevî’nin sözüyle öyleyse nesh veyâhud da tahsîs hükmüne ihtiyâc kalmaz. Üç: ‘Âmm olan bir delîlin tahsîs edilmesi âlimlerin cumhûruna göre nesh sayılmaz. O sebeble Kur’ân’ın hükmünün onlara göre Haber-i Âhâd’larla tahsîsi câizdir. Hanefîlere gelince… Tahsîs onlara göre nesh’in kısımlarından bir kısımdır. Bu sebeble Haber-i Vâhid’lerle Kur’ân tahsîs edilemez. Lâkin şu var ki, onlara göre Meşhûr ve Mütevâtir haberlerle Kur’ân tahsîs edilebilir. Nitekim bu Usûl-i Fıkıh’da vardır.
Bu bâbta en fazla söylenebilecek olan, Recm hadîslerinin Nûr sûresinin hükmünü tahsîs edici olduğudur. Cumhûr’a göre de tahsîs Haber-i Vâhid’lerle câizdir. Hanefîlere göre ise Meşhûr ve Mütevâtir haberlerle câizdir. Recm hadîsleri Manen Mütevâtir’dir. O bakımdan sopalamak hükmü bunlarla Cumhûr ve Hanefîlerin arasındaki icmâ’ ile câizdir.
 

Recm Hadîsleri Mütevatirdir.

Recm hadîslerinin ma’nen mütevâtir olduğunu hadîs ve fıkıh âlimlerinden bir çokları açıkça ifâde etmişlerdir. İbn-i Hümâm’ın Fethü’l-Kadîr’inde, Âlûsî’nin Rûhu’l-Meânî’ isimli tefsîrinde, Şah Veliyyullâh Dıhlevî’nin de Hüccetullâhi’l-Bâliğa diye tanınan kitabında… Ben kendi başıma, okunmakta ve ellerde dolaşmakta olan kitaplarda Recm hadîslerini araştırdım ve recmin elli iki sahâbî’den rivâyet edildiğini buldum. Bunu gelecekteki cedvelde açıkça göreceksin. Orada her bir Sahâ-bî’nin ismini, rivâyet ettiğinin hülâsâsını ve rivâyet ettiği hadîsin bulunduğu kitabı zikrettim:
   1-Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallâhu anh. Mâ’iz vâkıası, Müsned-i Ahmed:1-8
2-Ömer İbnü Hattâb radıyallâhu anh. Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in recm edişi, Sahîh-i Buhârî, zînâyı i’tirâf bâbı ve diğerlerinde. 
3-Osman İbn-i Affan radıyallâhu anh. Muhsan olan zînâkârın kanını akıtmanın ve taşlanmasının helâl olduğu, Dârimî: 2/93 H:1302, Nesâî: 2/161.
 4-Ali İbnü Ebî Tâlib radıyallâhu anh. Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in Sünnet’i ile recmetmek, Buhârî, Muhsan’ın recmedilmesi bâbı. Müsned-i Ahmed: 1/121.
5- ‘Âişe Ümmü’l-Mü’minîn radıyallâhu anhâ. Muhsan olan zînâkârın recmedilmesi hükmü, Müslim, Ebû Dâvûd, Hâkim: 2/367 Ğamidiyye Kıssası, Hatîb-i Bağdâdî, el-Esmâü’l-Mübheme: 361, H:177
6-Abdullah İbn-i Mes’ûd radıyallâhu anh. Muhsan olan zânînin kanının akıtılmasının mübah olduğu babı, Buhârî, Müslim.
7-Ebû Umâme İbnü Sehl radıyallâhu anh. Muhsan olan zânînin kanının akıtılmasının mübahlığı, Tirmizî ve Nesâî, Mâ’iz vak’ası. Abdürrezzâk, Musannef:7/321 H:1339.
8-Enes İbn-i Mâlik radıyallâhu anh. Muhsan olan zînâkârın kanının dökülmesinin mübahlığı, Taberânî’den Mecmâü’z-Zevâid:6/260, Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in recmetmesi, Ebû Ya’lâ’dan Mecmâü’z-Zevâid:6/264 ve Ebû Ya’lâ’dan el-Metâlibu’l-Âliye:2/116 H:1812. Ğamidi-ye vak’ası, Taberânî’den Mecmâü’z-Zevâid:6/268 ve Bezzâr’dan Mecmâü’z-Zevâid: 6/252.
9-Câbir İbnü Abdillah radıyallâhu anh. Mâ’iz vak’ası, Buhârî, İki Yahûdî’’nin recmedilmesi vak’ası. Müslim ve Ebû Dâvûd. Ğamidiye vak’ası, Müstedrek-i Hâkim:6/364 Evli zînâkârın kanının dökülmesinin mübahlığı, Mecmâü’z-Zevâid: 6/252’den, ismi bilinmeyen bir adamın recmedilmesi, Ebû Dâvûd, Recm bâbı.
10-Abdullah İbnü Ebî Evfâ radıyallâhu anh. Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in recmetmesi, Buhârî, İki Yahûdî’nin vak’ası, Müsned-i Ahmed:4/355
11-Ebû Hureyre radıyallâhu anh. Mâ’iz vak’ası, Buhârî. Asîf vak’ası, Buhârî. İki Yahûdî vak’ası, Ebû Dâvûd.
12-Abdullah İbn-i Ömer radıyallâhu anhümâ. İki Yahûdî vak’ası, Buhârî: 2/1011
13-Abdullah İbn-i Abbâs radıyallâhu anhümâ. Hazreti Ömer’in recm hakkındaki hutbesi, Buhârî, zinanın itirafı babı. İki Yahûdî vak’ası, Hâkim Müs-tedrek:4/365, Ahmed, Müsned:1/261
14- Zeyd b. Hâlid radıyallâhu anh. Asîf vak’ası, Buhârî.
15-Ubâde İbnü’s-Sâmit radıyallâhu anh. Evli zînâkârın recmedilmesi, Müslim
16-Câbir İbnü Semure radıyallâhu anh. Mâ’iz vak’ası, Müslim.İki Yahûdî vak’ası, Ebû Dâvûd et Tayâlîsî Müsned:105, H:775. 
17-Ebû Saîd el-Hudrî radıyallâhu anh. Müslim ve Ebû Dâvûd.
18-İmran İbnu Husayn radıyallâhu anh. Ğamidiye vak’ası, Müslim ve Ebû Dâvûd. Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in recmetmesi, Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned:4/437.
19-El-Berâ İbnü Âzib radıyallâhu anh. İki Yahûdî vak’ası, Müslim, Ebû Dâvûd.
20-Büreyde İbnü’l-Husayb radıyal-lâhu anh. Mâ’iz vak’ası, Müslim, Ebû Dâvûd. Ğamidiye vak’ası, Dârimî: 2/100 Ebû Dâvûd.
21-Nuaym İbnü Hezzâl radıyallâhu anh. Mâ’iz Vak’ası, Ebû Dâvûd.
22-Nasr İbnü Dehr el-Eslemî radı-yallâhu anh. Mâ’iz vak’ası, Dârimî: 2/64,2323, Müsned-i Ahmed:3/431.
23-Mu’teb İbnü Amr el-Eslemî radı-yallâhu anh. İbn-i Sad Tabakât: 4/320 ve el-İsâbe:3/422.
24-Ebû’l-fîl el Huzâî radıyallâhu anh.Mâ’iz vak’ası, İbnü’s-Seken’den ve Eddûlâbî’nin el-Künâ ve’l-Esmâ’sın-dan, el-İsâbe:4/155.
25-Abdullah İbnü Cübeyr el Huzâî. Mâ’iz vak’ası, Üsdülğabe:5/274.
26-Abdülaziz bin Abdillah el-Kureşî rivâyetiyle ismi belirtilmeyen bir sahâbî radıyallâhu anh. Mâ’iz vak’ası, Mecmâü’z- Zevâid:6/67, Müsned-i Ahmed:4/60, 66, 5/374, 378.
27-Sehl İbn-i Sa’d radıyallâhu anh. Mâ’iz vak’ası, Müsned-i Ahmed:5/339, Mecmâü’z-Zevâid: 6/368, İsmi belli olmayan bir adamın recmedilmesi, Sünen-i Dârekutnî:5/99,169, Hamile bir kadının recmedilmesi. İbnü Neccar’dan Kenzu’l-Ummâl:3/89.
28-Ebû Zerr el-Ğıfarî radıyallâhu anh, Ğamidiye vak’ası, Müsned-i Ahmed:5/178
29-Ebû Bürzetü’l-Eslemî. Müsned-i Ahmed:4/423 ve Taberânî’den naklen Mecmâü’z-Zevâid:6/268
30-Ebû Bekre radıyallâhu anh. Ğamidiye vak’ası, Ebû Dâvûd.
31-Huzeyme İbnü Sâbit radıyallâhu anh. el-İsabe:1/428, Tercüme:2263.
32-Huzeyme İbnü Ma’mer el-Ensarî radıyallâhu anh. Taberânî’den Mecmâü’z-Zevâid:6/265
33-Yezîd İbnü Talha et Teymî radıyallâhu anh. Ğamidiye vak’ası, Hâkim, Müstedrek:4/364.
34-Leclâc radıyallâhu anh. İsmi belli olmayan bir adamın recmedilmesi, Ebû Dâvûd, Müsned-i Ahmed:3/479.
35-Seleme İbnü Mahabbek radıyallâhu anh. Evli zînâkârın recmi, Müsned-i Ahmed:3/476.
36-Kubeyse İbnü’l-Hureys radıyal-lâhu anh. Evli zânînin recmedilmesi. Mecmâü’z-Zevâid:6/264
37-Ammar ibnü Yâsir radıyallâhu anh. Evli zânînin recmedilmesi Mec-mâü’z- Zevâid:6/253
38-Zeyd ibnü Sâbit radıyallâhu anh. Hâkim Müstedrek:3/360.
39-Amr İbnül ‘Âs radıyallâhu anh. Evli zânînin recmedilmesi, aynı yer.
40-Ubeyy İbnü Kab radıyallâhu anh. Evli zînâkârın recmedilmesi, Bey-hekî, Sünen:8/211, Hâkim, Müsted-rek:4/359.
41-El-‘Acma radıyallâhu anh. Evli zânînin recmedilmesi, Taberânî’den naklen Telhîsu’l-Habîr:4/51 H:1745.
42-Numan İbnü Beşîr radıyallâhu anh. Zevcesinin câriyesiyle zînâ etmekle recmedilmek, Ebû Dâvûd.
43-Vâil İbnü Hucr radıyallâhu anh. Zînâya zorlanan kadının kıssası, Tirmizî, Câmi’
44-Şibl radıyallâhu anh. Useyd Vak’ası, Dârimî:2/98, Mecmâü’z-Zevâid:6/271.
45-Abdullah İbnül-Haris İbnü’l-Cez radıyallâhu anh. İki Yahûdî vak’as, Mecmâü’z-Zevâid:6/271
46-Abdurrahman İbn-i Avf radıyal-lâhu anh. Hazreti Ömer’in hutbesi, Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned:1/29.
47-Ebû Vakıd el-Lezî radıyallâhu anh. Hazreti Ömer’in recmetmesi, Beyhekî Sünen:8/215
48-Abdurrahman İbn-i Ğanem radıyallâhu anh. Hamile kadının recminin doğurmasına bırakılması. İbn-i Mâce ve Taberânî’den Süyûtî Cemü’l-Cevâmî:1/444.
49-Muaz İbnü Cebel radıyallâhu anh, Aynı hadise, aynı yer.
50-Ebû Ubeyde İbnül Cerrah radıyallâhu anh, Aynı hadise aynı yer.
51-Şeddad Übnü Evs radıyallâhu anh. Aynı hadise aynı yer
52-Abdullah İbnü Harrât radıyallâhu anh, Ğamidiye vak’ası. Hatîb-i Bağdadî, el-Esmaü’l-Mübheme: 361,177[8]

 

Bunlar elli iki sahâbî. Allah onlardan râzı olsun. Evli zînâkârın recmedileceğini rivâyet ettiler. Bu sayı benim kısa olan araştırmama nisbetledir. Daha geniş bir araştırmadan sonra bu cetvele ilâve isimler yapılması ihtimâlden uzak değildir. Şurası muhakkaktır ki bu sayı muhaddislerin mütevâtir olduğuna hükmettiği hadîslerin ravilerinden daha fazladır…
Biz Recm hükmü hakkında lafzı dahî mütevâtir olan hadîs getirdik. O da  (الولد للفراش وللعاهر الحجر)el-Veledü li’l-firâşi velil ‘âhiri el haceru.” “Çocuk yatağa âiddir. Zinâ eden için de hacer / taş(lamak) vardır” hadîsidir. Muhaddisler bu hadîsin lafzen mütevâtir olduğunu açıkça ifâde ettiler. Çünki bu, şu lafızla otuzdan fazla Sahâbî’den rivâyet edilmiştir. Fethu’l-Bârî ve Umdetu’l-Kârî’ye müracaat edilsin.
İnsanlardan bir kısmı buradaki hacer lafzının mahrûmiyet ve kayıp ma’nâsındaki hacr olduğu, Recm/taşlama olmadığı, çünki Recmin her bir zînâ eden kimsenin cezası olmadığı, sadece evli olan zînâkârın cezası olduğu gerekçesiyle i’tirâz etmişlerdir. Fakat biz Kitâbu’r-Radâ’da bu hadîsin şerhinde Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in el-hacer lafzını bu hadîsle Recm ma’nâsı için tevriye olarak kullandığını, böylesi bir tevriyede kanûnî incelikler ve mantıkî kayıtlarla zorakiliklere girişilemeyeceğini bu yüzden hadîsin Recm’e açıkça işâret ettiğini, bundan dolayı da Buhârî’nin bu hadîsi evli zînâkârın recmedilmesi hadîsleri arasında rivâyet ettiğini tahkîk etmiştik.
Şu halde Recm’in lafzen ve ma’nen mütevâtir olduğu takdirde İmâm Ebû Hanîfe ve ona uyanlara varıncaya kadar hiçbir kimseye göre Nûr sûresinin hükmünü tahsîs etmesine mâni’ kalmamıştır.
 
Recm Vâkıalarının Târihi  
(Recm Cezâsı Nûr Sûresi İle Nesh mi Edildi?)
Asrımızın bazı garplılaşmış kimseleri Recm’in Nûr sûresinden evvel indiğini, Recm hadîslerinin Nûr sûresiyle hükmünün kalktığını iddia etmişler ve bu görüşlerinde İmâm Buhârî’nin Ebû İshak eş-Şeybânî’den rivâyet ettiği “Abdullah İbnü Ebî Evfâ’ya sordum ki, Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem hiç recmetmiş midir.” O da “evet” dedi. Ben de, “Nûr sûresinden önce mi sonra mı?” diye sorunca, “bilmiyorum” dedi,[9] mealindeki hadîsini delîl olarak ileri sürdüler. Lâkin şu rivâyet, târîh mes’elesinde hiçbir şey ifâde etmez. Çünki bunun hâsılı ma’nâsı Abdullah İbn-i Ebî Evfâ’nın bu tarihi bilmediğidir. Yani Recm vâkıalarının tarihini bilmemiş olmasıdır. Tahkîk şunu gösterir ki, Recm vâkıalarının tamamı veyâhud en azından ekserîsi Nûr sûresinden sonra meydana gelmiştir. Çünkü Nûr sûresi Benî Müstalik ğazvesinden hemen sonra meydana gelen Hazreti ‘Âişe radıyallâhu anhâ’ya iftirâ kıssası hakkında nazil oldu. Bu ğazânın tarihi hakkında târîhçiler ihtilâf etmişlerdir; üçüncü senede yâhud beşinci senede, yâhud altıncı senede meydana geldiği söylenmiştir. Mûsâ İbni Ukbe -ki O, siyer âlimlerinin en sağlamlarındandır- bu ğazânın Ahzâb gazâsından evvel olduğunu ve beşinci senede vakı’ olduğunu isbât etmiştir. Hâfız İbn-i Hacer Fethu’l-Bârî’de bir çok delîllerle bunu tercîh etmiştir. Aynî de Umdetü’l-Kârî’de bunu almış, bunun Vâkidî’nin de kavli olduğunu söylemiştir. Şu halde ağırlık kazanan kanâat Nûr sûresinin hicretin beşinci senesinde inmesidir. Bu bâbta en fazla söylenebilecek altıncı senede inmiş olduğudur. Hâlbuki Recm vakalarının tamamı bu altıncı seneden sonra vakı’ olmuştur. Bunun böyle olduğunu birçok delîller göstermektedir:
Bir: Recm vâkıalarının ilki, iki Yahûdî vak’asıdır. Çünki Abdürrezzâk el-Musannef’inde Ebû Hureyre’den bunu böylece rivâyet etmiştir ve “Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in ilk recmettiği kimse Yehûdî’lerdendir” demiştir.[10] Nitekim Müslim’den ileride de gelecektir ki, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem iki Yahûdî’yi recmettikten sonra, “Ey Allah’ım!.. Senin emrini onlar onu öldürdükten sonra, ilk ihyâ eden benim” buyurmuştur. Ve yine Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned’inde İbn-i Abbâs radıyallâhu anhümâ’dan, iki Yehûdî kıssasını anlattıktan sonra, şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Şu hâdise, bu ikisinden zînânın gerçekleşmesi hususunda Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’e Allah’ın yapmış olduğu vahiyler cümlesindendir.
Es-Sîretü’l-Halebiyye sâhibi “Yehûdî’nin recmedilmesi hadisesi hicretin 4. senesinde vakı’ olmuştur” demiş, lâkin buna dâir bir delîl getirmemiştir. Hâfız İbn-i Hacer el-Fethü’l-Bârî’de 12/152 zimmîlerin hükümleri bâbında bu hadisenin Mekke’nin fethinin 8. senesinde vakı’ olduğunu tahkîk etmiş ve şunu delîl getirmiştir: Abdullah İbn-i Hâris İbn-i Cez bu hadiseye şâhid olmuştur. Çünki O, iki Yahûdî kıssasını hikâye ettikten sonra, onları taşlayanların arasındaydım, diyordu. Bunu -Mecmâü’z- Zevâid’de de vakı’ olduğu gibi- Bezzâr ve Taberânî rivâyet etmiştir. Abdullah İbn-i Hâris Medine’ye Mekke’nin fethinden sonra babasıyla Müslüman olarak gelmiştir.[11] Bunu şu da te’yîd etmektedir: Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e bu hâdisede Yahûdî’ler geldiği zaman Ebû Hureyre radıyallâhu anh hazretleri Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ileydi. Çünki bunu Mâide sûresinin tefsîrinde İbn-i Cerîr böylece ondan rivâyet etmiştir. O şöyle diyor: Yahûdî’lerden bir adam geldiği zaman ben Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında oturuyordum.[12]
Şurası sâbittir ki, Ebû Hureyre Hicret’in yedinci senesinde Müslüman olmuştur. Bu yüzden çaresiz olarak Yehûdî’nin recmedilmesi yedinci seneden sonra meydana gelmiş olması gerekir. Bunu şu da te’yîd etmektedir: Zînâ eden şu iki Yahûdî Fedek halkından idiler. Hayber ahâlisi de bu mes’elede Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e elçi göndermişlerdir. Nitekim Humeydî’nin Müsned’indeki rivâyette bu geçmişti. Öyleyse açık olan şudur ki, onlar bu işi, Hayber Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in hükmü altına geçtikten sonra, yedinci senede yaptılar.
Humeydî’nin Müsned’inden önceden de aktardığımız gibi bu kâdıyyeyi Medine ehlinden olan kardeşlerine gönderen(Yehûdî)ler, onlara şöyle dediler: “Eğer size sopalamayı emrederse onu O’ndan alınız. Eğer recmi verirse onu ondan almayınız.”[13] Bu da, İslâm’da zînâ edenin sopalama ile cezalandırılmasının o zaman meşhûr olduğunu göstermektedir. Sopalama ile cezalandırma ise sadece Nûr sûresi ile bilinmektedir. Çünki zînâ edenin cezası bundan evvel hapis idi. Nitekim bu Nisâ sûresinde zikredilmiştir. Şu halde açık olan, bu vakıanın Nûr sûresinden sonra olduğudur. Bu bahsin başında zikretmiş olduğumuz Mâide sûresi ayetleri iki Yehûdi kıssası hakkında inmiştir. Mâide sûresi de Kur’ân’ın son indirilen sûrelerindendir. Çünki Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr’da Hamza b. Habîb ve Atıyye b. Kays’dan Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivâyet etti: Mâide sûresi Kur’ân’ın en son indirilen sûrelerindendir. O halde onun helâlini helâl, haramını da haram kabûl ediniz.[14]

Müfessirler Mâide sûresinin bir parçasının Hudeybiye’de, bir parçasının Mekke’de, bir parçasının da Veda Haccı’nda indiğini söylemişlerdir. Nitekim Kurtubî tefsîrinde böyle denilmektedir.[15] Bundan Mâide sûresinin en eski inen ayetlerinin Hudeybiye’den evvel inmediği ortaya çıkmaktadır. Hudeybiye de Hicret’in altıncı senesinde vakı’ olmuştur. Bu babta en çok söylenilebilecek, şu ayetlerin Hudeybiye’den sonra inmiş olduğudur. Benî Mustalik ğazvesi Hudeybiye’den önce olunca, Nûr sûresi Hudeybiye’den evvel inmiş olur.
İnsanlardan bazısı buna şöyle i’tirâz etmiştir. Yehûdîlerin kıssası, o zaman onların Medine’de mukîm olduklarını göstermektedir. Hâlbuki Benî Nadr’ın sürgünü Hicret’in ikinci senesinde, Benî Kureyza’nın katledilmesi de beşinci senesinde vakı’ olmuştu. Öyleyse, iki Yehûdî’nin zînâsı kısası, Hicret’in beşinci senesinden ve Nûr sûresinden evvel oluversin. Lâkin böylesi bir delîl ileri sürmek doğru değildir. Birinci olarak; çünki bundan en çok sâbit olacak olan iki Yehûdî’nin zinası kıssasının Benî Kureyza’nın katledilmesinden sonra vukua geldiği, ancak bunun Nûr sûresinden evvel olduğunu göstermeyeceğidir. Çünki, Benî Kureyza’nın katledilmesi Ahzab vak’asından hemen sonra vakı’ olmuştur. Biz Mûsâ İbn-i Ukbe’den önceden aktardığımız gibi, Nûr sûresinin inmiş olduğu Benî Mustalik ğazvesi Ahzab ğazvesinden evvel vakı’ oldu. İkinci olarak; çünki, Yehûdîlerin Benî Kureyza’nın katledilmesinden sonra kökleri kazınmamıştı. Medine’de onlardan kalanlar vardı. Bunu Buhârî’nin ve diğerlerinin Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in zırhının, ölümü anında Yehûdîlerden bir adamın yanında rehin olduğuna dâir yapmış oldukları rivâyet göstermektedir.
Semhûdi, Vefâu’l-Vefâ’da şöyle söylemektedir: Yehûdî tâifelerinden Medine’de kalanların sürgünü Kureyza’nın katlinden sonraydı. Sonra, Semhûdî, bundan sonra Yehûdîlerden kalan tâifelerin Medine’den, Hicret’in yedinci senesinden sonra çıkarıldıklarını, bu seneye kadar Beytü’l-Medâris’in devam ettiğini anlattı. Sonra da Vefaü’l-Vefâ’nın başka bir yerinde Benî Nağıse’den olan Yehûdîlerin Benî Haram mıntıkasında mukîm olmaya devam ettiklerini, nihâyet Ömer efendimizin onları fetih mescidine yakın bir yere naklettiğini söylemiştir.[16]

İki Yehûdî’nin recmedilmesi recm vakıalarının ilki olarak sübût bulunca ve yedinci seneden sonra vakı’ olunca, diğer recm vakıaları Nûr sûresinden sonra olmuş oluyorlar. Bu yüzden, bunların Nûr sûresi ile neshedilmeleri imkansız oluyor.
Mâ’iz’in recmi vakıasına gelince… Sahîh rivâyetlerden hiçbir şeyde onun târîhi sâbit olmamıştır. Şu kadar var ki, Hâkim Müstedrek’inde İbn-i Abbâs radıyallâhu anhümâ’dan Mâ’iz kıssasında şöyle bir rivâyet yapmıştır: Sonra Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem yanındakine şöyle buyurdular. “Arkadaşınızda bir cin çarpmışlığı mı var?” İbn-i Abbâs radıyallâhu anhümâ şöyle dedi: Bunun üzerine ben, işâret etmek için kavme baktım. İçlerinden hiçbirisi bana dönüp bakmadı… Bu rivâyetin gösterdiği şeylerden birisi, İbn-i Abbâs radıyallâhu anhümâ’nın Mâ’iz radıyallahu anhu’nun Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldiği vakitte hazır olduğudur.
İbn-i Abbâs Medine’ye anasıyla berâber hicretin dokuzuncu senesinde gelmişti. Nitekim Hâfız İbn-i Hacer bunu Fethü’l-Bâri’de açıkça ifâde etmiştir. Bundan ortaya çıkmaktadır ki, Mâ’iz kıssası hicretin dokuzuncu ya da daha sonraki senelerinde vakı’ olmuştur. Lâkin Hâkim’in bu rivayeti Hafs İbn-i Ömer el-Adenî’den gelmiştir ki, muhaddislerin çoğu onu zayıf bulmuşlar ve isnâdlarda yanılmakla ve isimlerde karıştırmakla onu suçlamışlardır. Nitekim et-Tehzib’de böyle söylenmektedir.[17] İşte bundan dolayı Zehebî Hâkim’in şu hadîsi sahîh bulmasına i’tirâz etmiştir. İşte bu yüzden bu rivâyete güvenilmez. Lâkin iki Yehûdî’nin recmedilmesi yukarıda da söylediğimiz gibi Mâ’iz kıssasından evveldi. O bakımdan çaresiz o Hicret’in yedinci senesinden sonra ve Nûr sûresinin inişinden sonra vakı’ olmuştur.
Ğamidiye’nin recmine gelince; Birçok sahîh rivâyetlerde sâbit olmuştur ki bu hâdise Nûr sûresinin inişinden sonra vakı’ olmuştur. Zîrâ Musannif Müslim’in bu babtaki gelecek olan Bureyde hadîsinde Halid İbn-i Velid’in ona taş attığı vardır. Halid İbn-i Velid Medine’ye Müslüman olarak Hicret’in sekizinci senesinde gelmiştir. Nitekim O, bunu Müslüman olması kıssasında kendisi söylemektedir: Ben Medine’ye Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına Hicret’in sekizinci senesinin Safer’inin ilk gününde geldim. İbn-i Sad’ın Tabakât’ına müracaat et.[18]

Bazı tarihçilerin Halid İbn-i Velid’in Hicret’in beşinci senesi Hudeybiye gününde Müslüman olduğuna dâir söyledikleri bir yanılmadır. Hâfız el-İsâbe’de, İbnü’l-Esîr de Üstülğabe’de bunu açıkça ifâde etmiştir. Belki de bu yanılmanın menşei İslâm’ın onun kalbine Hudeybiye zamanında düşmüş olmasıdır. Lâkin onun Müslüman olması sadece Hicret’in sekizinci senesine tevâfuk etmişti. Nitekim O, bunu Müslüman olması kıssasında kendisi anlatmıştır. El-Bidâye ve Ve’n-Nihâye’nin Hicret’in sekizinci senesi vak’aları mes’elesinde bu kıssaya müracaat et. Belki de İslâm’a meyletmesini zikretmesi bazı râvîlere İslâm’a girdiği şeklinde karışmıştır.[19]
Sonra, Halid İbn-i Velid radıyallâhu anhu’nun bilfarz Hudeybiye vak’asından sonra Müslüman olduğu kabûl edilse bile, bununla en azından Ğâmidiyye kıssasının Hudeybiye vak’asından sonra vakı’ olduğu sâbit olur. Önceden de ifâde ettiğimiz gibi Nûr sûresi Benî Mustalik ğazasında nazil olmuştur ki, Hudeybiye’den çok öncedir. İşte bundan dolayı hadîslerden birçoğu Ğamidiye kıssasının Hicret’in dokuzuncu senesinde vakı’ olduğunu açıkça ifâde etmişlerdir.[20]

    Asîf/ücretli işçi kıssasına gelince… Birçok delîlle sâbit olmuştur ki, o Nûr sûresinden sonra vâkı’ olmuştur: Birinci olarak; çünki onun babası Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e “Benim bu çocuğum, bunun ücretli işçisiydi ve onun karısıyle zînâ etti, bu yüzden ondan dolayı yüz koyun ve bir hizmetçi fidye verdim. Sonra ilim sâhiblerinden bir takım kimselere bunu sordum. Onlar da bana çocuğuma yüz sopa ve bir yıl sürgün cezası lâzım geldiğini söylediler.” Bu rivâyetin gösterdiği şeylerden birisi de şudur. Zînâ edene yüz sopa o zaman meşrû idi. Bu ceza Sûre-i Nûr’daki sopalama ayetinin inmesinden sonra meşrû kılınmıştı. Zînânın cezası bundan evvel evlerde hapis idi. İbn-i Abbâs radıyallâhu anhumâ bunu şöyle diyerek açıkça ifâde etmiştir. “Kadınlar evlerde hapsedilirlerdi. Ölüse ölür, yaşarsa yaşardı. Nihâyet Nûr sûresindeki zînâ eden erkek, zînâ eden kadın ayeti indi…” Bu haberi Taberânî rivâyet etmiştir. Nitekim Mecmâü’z-Zevâid’de böyle geçmektedir. Ehl-i ilmin bu sözü bu kıssanın Nûr sûresinden sonra gerçekleştiğine dâir şahidliklerin en güçlülerindendir. İkinci olarak, bu işçi kıssasına Ebû Hureyre şâhid olmuştur ki o şöyle demektedir. “Biz Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanındaydık. Ve bir adam kalktı.” Bunu Buhârî Zînâ’yı i’tirâf babında rivâyet etmiştir. Ebû Hureyre de Hicret’in yedinci senesinde Müslüman olmuştur.
Elhamdülillah böylece sâbit olmuştur ki; Recm vakıalarının tamamı Nûr sûresinden sonra vakı’ olmuştur. Sonra evli zînâ edenin recmedilmesi hükmü sadece bu vakıalarla da sâbit olmamıştır. Ve sadece birçok kavli hadîslerle de sâbit olmuştur. geçtiğimiz babta Ubâde İbn-i Sâmit’in geçen hadîsi gibi. Bu kesinlikle Nûr sûresinin ayetinin inişinden sonra vârid olmuştur. Çünki o hapis cezasından sonra zînâ edenin hükmünü zikreden ilk hadîstir ki; yüz sopa cezasını ihtiva etmektedir. Ki bu, sadece Nûr sûresi ile sâbit olmuştur.
Aynı şekilde Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in “çocuk yatağa ait olup, zînâ eden için taş(lama) vardır” şeklindeki sözü dahî böyledir. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem bu sözü Nûr sûresinin inişinden çok sonra Veda Haccı Hutbesi’nde söylemiştir ki, bunun mütevâtir bir hadîs olduğunu zikretmiştik. Sonra, Hulefâ-i Raşidin ve Sahâbenin tamamı rıdvanullahi teâlâ aleyhim ecmaîn hep Recm’in Şer’î bir hüküm gibi muhkem bir hüküm olduğuna i’tikâd ede gelmişlerdir. Onlardan hiçbirisinden bu hükmün neshedildiğine dâir bir haber gelmemiştir. O halde Recm hükmünün neshedildiğini söylemek delîlsiz bir bâtıl sözdür.

Recmin Vâcib Olduğuna Dâir Gelen İcmâ’

Sonra Recm hükmü icmâ’ ile de sâbittir. Bu da başlı başına bir hüccettir. Bu mes’eleye dâir icmâı birçokları anlatmıştır. Biz burada üzerinde icmâ’ edilen mes’eleleri toplamak için yazılan iki kitâbın ibâresini aktaracağız:
Birincisi, İbnü’l-Münzir’in Kitabu’l-İcmâ’ı dır ki, İbn-i Münzir üçüncü asrın âlimlerinden olup, fukahanın mezhebleri ilminde hüccettir. İbn-i Münzir sözü edilen kitâbında şöyle demektedir: Şunda icmâ’ etmişlerdir: Hür bir erkek hürre bir kadını sahîh bir nikâhla nikâhlayıp ta o kadınla fercinden cim’a ederse o hür olan erkek ihsân sâhibidir. Yani muhsandır. Zînâ ettiklerinde onlara Recm vâcibtir.[21]
İkinci kitâb İbn-i Hazm’ın Meratibu’l-İcmâ’ isimli eseridir. O, bu eserinde şöyle demektedir: Zikretmiş olduğumuz gibi, zînâ ederse ve bundan evvel nikâhlanırsa… Onun üzerinde taşlanıp öldürülmesine dâir recm cezası olduğunda ittifâk etmişlerdir.[22] Evli bir zînâkarın recmedilmesi hükmü Müslümanlar arasında bilinen bir şeydi. Herkes onu tanıyordu. O kadar ki, şairler bunu şiirlerinde andılar. Ve herkesçe kabûl gören kesin, hakkında hiçbir şübhe bulunmayan bir iş için onu darb-ı mesel olarak kullandılar. Nabiğatü’l-Ca’dî radıyallâhu anh şöyle diyor:
Söylemekte olduğun bir fâriza oldu, nasıl ki/ Zînâ taşlanmanın fârizası olduysa.
Bunu İbnü Manzûr Lisanül Arab’da “z-n-y” maddesinde, Hattabî de Ğaribul Hadîs’te anlatmıştır. Bu Nabiğatü’l-Ca’dî muhadram olan şairlerdendir. Onun Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelip Müslüman olduğu Sıffîn vak’asına yetiştiği ve ona Hazreti Ali’yle berâber şâhid olduğu, sonra da Kûfe’de yerleştiği akabinde Muaviye radıyallâhu anh’ın onu İsfehân’a sürdüğü söylenmektedir. Ziriklî’nin el-A’lâm’ına müracaat et. Onun Hâfız İbn-i Hacer’in el-İsâbe’sinde uzunca bir hayat tercümesi vardır.[23]

İlmi olmayan kimselerden biri, sâbit olan bu icmâ’ hakkında, Hâricîlerin bazısından yaptığı şu recmi inkâr ettiklerine dâir hikâye ile karalamayı murâd etti. Hâlbuki hakîkat şudur ki, Hâricîler, Şehristânî’nin de el Milel ve’n-Nihal’inde zikretmiş olduğu gibi yirmi sekiz fırkadır. Onlardan Ezârika fırkasının dışında hiç kimseden Recm’i inkâr ettikleri zikredilmemiştir.
Şu Ezârika denilen topluluk Hazreti Ali, Osman, Talha, Zübeyr, ‘Âişe ve İbn-i Abbâs radıyallâhu anhüm’ü isimleriyle ve diğer Müslümanları (da toplu olarak) tekfir etmişlerdir. O kadar ki Müslümanların memleketlerinde oturan ve Ezârika’ya hicret etmeyen Hâricîleri de kafirlikle suçluyorlar, bütün bunların çocuklarına varıncaya kadar kanlarını mübah görüyorlardı. Nitekim Şehristânî bunu kitâbı el-Milel Ve’n-Nihal’de uzunca anlattı. Bağdadî de, el-Fark, Beyne’l-Firak isimli eserinde onların Hâricilerden kendilerine hicret eden kimseleri yanlarındaki esîrlerden bir esîri onlara arzetmekle imtihân ettiklerini eğer o kimse o esîri öldürürse onu tasdîk ettiklerini, aksi takdirde onu küfürle suçladıklarını ve geri çevirdiklerini anlatmıştır.[24] Şunların Müslümanlara karşı muharebeleri ve âlemi İslâmda fitne çıkarmaları târîhte bilinen bir husûstur. Bunun teferruatı için el-Müberrid’in Kâmil’ine müracaat et.[25

Ne dersiniz? Böylesi sapıtmış ve saptıran bir fırkanın kavli, İcmâ’ın sâbit oluşunu ayıblı hâle getirir mi?

Recmin Ta’zîr Olduğunu İddia Edenlere Cevâb:

Burada asrımızın insanlarından başka bir fırka daha vardır ki, recmin Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm’ın zînâ edenlerden bazısına ta’zîr olarak tatbik ettiği bir ceza olduğunu, Şer’î bir had olmadığını iddia etmektedir. Bunun böyle olduğuna dâir en büyük delîlleri Numan İbn-i Beşir radıyallâhu anh’ın karısının câriyesi ile zînâ eden bir adam hakkında şöyle dediğini bulunduran hadîs-i şerîftir: Yemîn olsun ki, Onun hakkında Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in hükmüyle hükmedeceğim. Eğer kadın câriyesini kocasına helâl kıldıysa, o adama yüz sopa vuracağım. Şayet helâl kılmadıysa onu taşlayarak öldüreceğim. Bunu Tirmizî Hudûd bahsinde rivâyet etmiştir.[26]
Dediler ki; Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem bu adam hakkında, eğer karısı câriyesini kendisine helâl kıldıysa yüz sopa vurmakla hüküm verdi. Ve Recmi ibtâl etti. Hâlbuki o muhsan bir zânî idi. Böylece ortaya çıktı ki, Recm, muhsan olan kimsenin zînâsının sûretlerinin tamamında vâcib değildir. Şayet had olsaydı bunun sopalanmaya çevrilmesi câiz olmayacaktı.
Böylesi bir delîl ileri sürmek bir çok sebeble bâtıldır:
Birinci olarak: Çünki Tirmizî bu hadîsin isnâdı üzerinde söz söylemiştir.
İkinci olarak: Eğer bunun isnâdı sâbit olsaydı, doğrusu, bu hadîsin Recm’in had olduğunu göstermesi, ta’zîr olduğuna delâletinden daha fazla olmasıdır. Çünki, kadının câriyesini kocasına helâl kılması, mahalde/zinâ yerinde bir şübhedir. Böylesi bir şübhe ile hadler düşürülür; Ta’zîr düşürülmez. Nitekim, Kasame kitâbı’nın başında bunu söylemiştik. Eğer Recm ta’zîr olsaydı, bu şübheyle düşmezdi. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem bunu düşürünce, kesin olarak anladık ki, Recm şübhelerle düşecek bir haddir. Amma, bu sûrette yüz sopa vurmayagelince, aslı olan had düştükten sonra bu bir ta’zîrdir. İşte bundan dolayı, İbn-i Mes’ûd buna had lâzım değildir; lâkin ta’zîr edilir buyurmuştur. Bunu/eseri Tirmizî, muallak olarak zikretmiştir. İşte bundan dolayı fakihlerden bazısı bu hadîs-i şerîfle had cezasının kırbaçları miktarı ve daha çok bir miktarla ta’zîrin câiz olacağına delîl ileri sürmüşlerdir. Nitekim bu, İmâm Mâlik ve Tahâvî’nin mezhebidir. (Onlara göre tâ’zîr’in mikdârı) Hadd’in miktarından eksik olması vâcib değildir.[27] ……
Sonra… Had ile ta’zîr arasındaki fark şudur:
Birincisi, (Hadd) Şerîat tarafından takdîr edilmiş olup, şartlarıyla sâbit olunca onu hiçbir kimsenin değiştirmesi câiz olmaz.
İkincisi (Tâ’zîr) ise, hâkim’in ve kâdî’nın reyine bırakılmıştır. Artık Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in bir şâri’ olarak yaptığı, yâhud emretmiş olduğu bir şey Hadd, hâkim veyâhud da kadı olarak yapmış olduğu şey ise Ta’zîr olmuştur.
Burada Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in bir şâri’ olarak ebedî ve kalıcı bir kanun vaz’etmek gibi zînâ edenleri recmettiği ve recmedilmesini emrettiğini gösteren birçok delîller vardır:
Bir: Önceden takdîm etmiştik ki Allah sübhânehû ve teâlâ Mâide suresinde Recm’e işâret etmiş ve onu Allah’ın hükmü saymıştır ve Allah’ın hükmüyle takdîr edilen cezâ da hadd cezasıdır.
İki: Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem birçok defa i’lân etmiştir ki, Recm Allah teâlâ’nın hükmüdür ve muvakkat bir hüküm değildir. O sadece ebedî ve kalıcı bir teşrî’dir/kânûn yapmakdır.
A- Onlardan birisi Musannif/Müslim rahimehullah’ın Yehûd kıssasında Berâ İbnü ‘Âzib hadîsinde gelecek olan şu rivayetidir: Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem kadına Recm ile hüküm verdikten sonra şöyle buyurdular: “Ey Allah’ım, şübhem yok ki senin emrini, onu öldürdükten sonra ilk ihyâ eden benim.        
B- Ubâde radıyallâhu anh hadîsinde geçti ki, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: “Benden alın, benden alın. Allah bu kadınlar için bir yol kıldı” buyurdu. Böylece Recm hükmünü Allah sübhânehû ve teâlâ’ya nisbet etti.
C- ‘Âsif kıssasında şöyle buyurduğu gelecektir: Yemîn olsun ki kesinlikle aranızda Allah’ın kitâbıyla hükmedeceğim. Sonra kadın hakkında Recm hükmünü verdi. Bu da Recm’in Allah teâlâ’dan gelen takdîr edilmiş bir hüküm olduğunu göstermektedir.
Üç: Önceden, Müslümanın kanının neyle akıtılacağı (hangi suçtan dolayı öldürüleceği) babında Abdullah İbn-i Mes’ûd’dan merfu’ olarak yapılan rivâyet geçmişti: Allah’tan başka hiçbir ilahın olmadığı ve benim Allah’ın Resulü olduğuma dâir şahidlik eden bir Müslümanın kanı ancak üç şeyden birisiyle akıtılabilir: Zînâ eden evli, can karşılığında can, dinini terk edip cemaatten ayrılan. Bu hadîs Sahâbe’den birçoklarından sâbit olmuştur. Hâkim’in Müstedrek’inde gelen Hazreti ‘Âişe radıyallâhu anhâ hadîsinde şu ifadeler vardır. Evli olan zînâ eden taşlanır. Kasden adam öldüren bir adam, onun karşılığında öldürülür yâhud da asılır.[28] Bu hadîsle delîl getirmenin yönü şudur: Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem Müslümanın kanının akıtılmasının mübahlığını, cinayet işleyenin hadden ya da kısas olarak i’dâm edilmesinin vâcibliğine tahsîs etmiştir. Aksi takdirde Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den cinâyet işleyen kimsenin ta’zîr yolu üzere de başka noktalarda bu üç yerin dışında i’dâm edileceği sâbit olmuştur. Livata yapanın öldürülmesi, dördüncü kez şarab içenin öldürülmesi ve başkaları gibi. Böylece ortaya çıkmıştır ki, hadîs katlin vâcib olduğu şeyden had veyâhud kısas olarak bahsetmektedir. Ta’zîr yolu üzere katlden söz etmemektedir. Recm ise bu üç tanenin arasında zikredilmiştir. Öyleyse bu onun had olduğunun bir delîlidir.
Dört: Ömer Efendimiz radıyallâhu anhu’nun hutbesi Recm’in had olduğunun en açık delîllerindendir. Zîrâ o Recm’i Allah’ın fârîzası olarak kabûl etmiş, onu inkâr edecek olanların sapıtmışlığına hükmetmiştir. Bu, Ta’zîr hakkında söylenmez. Çünki o hâkimin reyine bırakılmıştır.
Beş: Asrımızda recmin ta’zîr olduğunu söyleyen, zînâ edenin haddinin sopalama olduğunu, lâkin hâkim, cinayeti işleyenden cezayı bundan daha şiddetlendirmeyi gerektirecek bir şey münâsib gördüğü zaman ta’zîr îcâbı onu recmedebileceğini murâd etmektedir. Bunun muktezâsı şudur: Her evli zînâ eden kimse recmedilmez. Sadece, cezada teşdidi iktizâ edecek şeyle zînâ irtikâbı bilinen kimse recmedilir. Fakat biz Mâ’iz ve Ğâmidiyye kıssalarında onların Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e tevbe eden, yaptıklarına pişman olan ve cinayetlerini i’tirâf eden kimseler olarak geldiklerini görmekteyiz. Ğâmidiyye ikrarının ölene kadar taşlamakla Recm’e sebeb olacağını biliyordu. Fakat O bunu Allah’tan korktuğu için istemişti. Sonra ona doğurup çocuğunu emzirene kadar zaman tanınmıştı. Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem O’nu tamâmen salıp göndermemiş, ismini bir defterde tescîl etmemiş, arkasına polislerden birisini de takmamıştı. Fakat O, çocuğunu doğurduktan sonra kendini hiç kimse aramadan, emzikte olan bir çocuğun anası haline gelmiş olmasına rağmen kendi başına geldi. Bu doğan çocuğa onun gönlüne kadar bağlanmıştı. Çocuğuna olan şefkati nice kere yolunun önüne gerilmişti. Fakat O, kökleşen îmânı ve kesin akîdesiyle ve Allah ve Resûlüne olan güçlü alakası ile bütün bu mâni’leri aşabildi. Cildleri ürperten şu cezaya kendisini arz edebildi. Şu Ğâmidiyye cezasında Allah’ın Kitâbı’nda takdîr edilenden daha fazla şiddetli davranmayı mı hak etmişti? Allah’ın hükmüne teslim olmak, sıradan bir günahkardan tasavvur edilemeyecek bir mikdârda kendisinden ortaya çıktıktan sonra… Ben Allah’a yemîn ediyorum ki, şunda hiç şübhe etmiyorum: Ondan bu tevbesi, pişmanlığı ve Allah sübhânehû ve teâlâ’ya teslimiyeti ortaya çıktıktan sonra, şayet Recm Ta’zîr olsaydı ve şayet Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem bir günahkarın hakkında cezayı ibtâle gücü yetseydi elbette onu/cezâyı Ğâmidiyye hakkında ibtâl ederdi.
Altı: Herkesçe kabûl edilen ve bilinen bir şey vardır ki, Recm ancak dört âdil adamın şehâdetiyle vâcib olur. Bu da onun bir had olduğunun delîlidir. Çünki ta’zîr için, sıradan bir nisâbdan daha kuvvetli bir şehâdet nisâbı vâcib değildir.

[29] (‘Usmânî’den nakil son buldu.)

Hâsılı, ‘Usmânî’ye göre elli iki, Medîne Tayyibe Üniversitesi Hadîs profesörü allâme Halîl b. İbrâhim Mollâ Hâtır’ın söz arasında ifâde ettiğine göre elli yedi Sahâbî’nin rivâyetinde geçen Recm vâkı’asını inkâr eden kimselerin “Sünneti hüccet olarak kabûl ediyorum” demeleri… Hâricîlerin aslında kâfir olan Ezârika kolunun Ümmet’ten sayılamayacağına göre, Ümmet’in âlimi ve câhiliyle üzerinde icmâ’ ettiği Recm’i reddedenlerin İcmâ’ı bir Şerî delîl olarak kabûl ettiklerini söylemeleri neyi ifâde eder?… Câhillik ve ne dediğini bilmemekten, yâhud nifâkdan ve Mü’minleri aldatmakdan başka… Hayret!… İslâmdan ve Müslümanlıkdan utanan şahsiyetini yitirmiş hılkat ğarîbesi bir tip ve Müslümanlık… İlellâhi’l-müştekâ…
Sünnet ve İcmâ’ı birer Şer’î delîl olarak kabûl etmeyenlerle ise Recm’i değil îmânı tartışmak îcâb eder…
 

وَصَلَّى الله عَلَىسيدنامحمد وَ عَلَى اَلِه وصحبه كلما ذكره الذاِكرون وغفل عن ذكره الغافلون

 وَ الْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالمَين
Hüseyin AVNİ


[1] M. Hayri Kırbaşoğlu, Alternatif Hadîs Metodolojisi: 64

[2] Çünki o zamanda önce bir Arab âlimi Şeyh Târık isimli zâtın da dediği gibi “esedün yühâb”/korkulan bir arslan olan

[3] Esas mes’ele şu; mühim ve bulunmaz “ictihâd”ı(!) başkasına kaptırmamak. Ama yiğit(!) olan çoğu zaman kazanır; ne yapalım, elinizi çabuk tutsaydınız; şimendiferi kaçırdınız. Şu emsalsiz ictihâdı(!)

[4] Bu ifâdenin tercümesi ancak “İslâm âlimleri bu benim düşüncemin isâbetli olmadığında bir çeşit icmâ’ ettiyse de…” şeklinde olabilir.

[5] Yûsuf el-Karadavî

[6] (Buhârî 9/39 H:4993), M.M. Zerkâ, Fetâvâ: 395
 Koca bir ümmet, âlimleri de dâhil olmak üzere Câhiliyye’den yeni çıkmış kimselere benzetiliyor. Şu şeytânî kıyâsa bakınız!… İlellâhi’l-müştekâ…

[7] Sh.393, Son parağraf  

[8] Cedveldeki bazı bilgilere kısaltma maksadıyla yer verilmemiştir.

[9] [Buhârî: 3/68, Muslim: 1701] ,’Usmânî

[10]   [Abdürrezzâk Musannef 7/316 Hadîs no 3330.] ,’Usmânî

[11] [Bezzâr ve Taberânî’den Mecmâü’z-Zevâid 6/271] ,’Usmânî

[12] [İbn-i Cerîr 2/135] ,’Usmânî

[13] [Humeydi, Müsned:2/541] ,’Usmânî

[14] [Ed-Dürrü’l-Mensûr: 2/252],’Usmânî

[15] [Kurtubî: 6/30],’Usmânî

[16] [Vefâü’l-Vefâ: 1/309, 1/163],’Usmânî

[17] [Tehzibu’t-Tehzib:2/410],’Usmânî

[18] [Tabakat-ı İbn-i Sad: 4/252],’Usmânî

[19] [El-İsabe:1/413, İbnü’l-Esîr Üstülğabe:2/93, El Bidâye Ve’n-Nihâye:4/238, 240],’Usmânî

[20] [Es-Siretü’l-Halebiyye:3/502 ve Evcezül Mesalik:6/13 recm hakkında gelen haberler babına müracaat et.], ’Usmânî

[21] [El-İcmâ’: Sahife 142, Rakam 632],’Usmânî

[22] [Meratibu’l-İcma:129],’Usmânî

[23] [Ziriklî el-A’lâm: 6/38, el-İsabe:3/508],’Usmânî

[24] [El-Milel ve’n-Nihal: 185-186, el-Fark Beyne’l-Firak:83],’Usmânî

[25] [El-Kâmil:3/1038]

[26] [Tirmizî: 1475, Ebû Dâvûd:4458, Nesâî:3360],’Usmânî

[27] [Tuhfetül Ahfezî: 2/334, el-Arfu’ş-Şezî: 474],’Usmânî

[28] [Hâkim:4/367],’Usmânî

[29] Muhammed Takiyyuddîn el-Usmâni Tekmîletu Fethi’l-Mülhim bi Şerhi’l-Sahîhi’l- İmami Muslim:2/244-258 (Küçük hazif ve tasarruflarla)
       Recm âyeti olduğu ve lafzının neshedildiği söylenen “eş-Şethu ve’ş-şeyhatü…” rivâyetin tahlîli ise inşâellah bir başka makâlede yapılacaktır.
 

   Şurası açıktır ki, Müslümanların tamamını tekfir eden, kanlarını mübah gören, aralarında oturmayı helâl görmeyen bir fırka kendisine sahîh ilim yollarının tamamını kapatmıştır. Bu sebeble o fırka çaresiz sapıklıklara düşmüştür. Recm’in inkârı, hayızlının üzerine cenaze namazı kılmasının vâcibliğini inkâr etmek, bütün namazları inkâr etmek, sabah namazında bir, akşam namazında da başka bir rekat dışında bütün namazların inkarı, her ayda haccedilmesinin câizliği gibi sapıklıklara düşer. Nitekim bunu, onlardan, yâhud bazılarından İbn-i Hazm el-Fısal’de hikâye etmiştir.