Kimlerin Tefsiri Kabul Edilir

Celâlu’d-din es-Suyûtî
Tercüme: Abdulcemil Fânî
 

Zamanımızda gelişigüzel konuş­mak her sâhada bir moda hâlini aldıysa da bu bilhassa Kur’ân ve Sünnet üzerin­de, yani İslâm mevzû’larında çığırından iyice çıkarıldı. Kur’ân’ın dili olan Arab dilini hiç bilmediği halde bile tefsîr ya­zan üstâd’ zevât bulunduğu gibi, kı­rık dökük çorbacı arabçası ile bence bu âyetin tefsîri böyledir’ veya bana göre şu şu müfessirler burada yanılmıştır’ yâhud kanaatimce şu mes’elede şim­diye kadar yapılan tefsîrlerin hiçbiri­si doğru olmayıp, asıl doğru olan şöy­le bir ma’nâdır, veya noktasız hâ’ bu­lunan ‘ıhsâ‘nın, noktalı ‘hâ‘lı olan hus­ye’ kelimesinden veya ‘husye‘nin ıhsâ kelimelerden alınma olduğu gibi saç­malamalarını tefsîr’ ismiyle medya meydânlarında insanlara arz eden zır câhil üstâd-ı a’zamlar var…

Öte yanda da bu meselede müfes-sirlerin tamâmı şunu dediyse de ben­ce ihtimâl sahası daha geniştir ve muhtemelen bu şu ma’nâya gelmek­tedir’ meâlindeki yüksek tefsîrleriyle icmâya karşı bile görüş beyân edebi­len lâ yuhtî ma’sûmların tartışılamaz tefsîrlerine şâhid olmaktayız. Daha açık bir ifâdeyle söyleyecek olursak… Biri­leri çıkıp, sorulan Hz. Meryem’e rûhu üfleyen kimdi? şeklindeki bir soruya, müfessirlerin tamâmına göre onun, cebrâil olduğunu ancak, ihtimâlin sı­nırlarının ihtilâfın çerçevesini taşa­cağı, rûhu üfleyenin Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’in rûhunun olabile­ceği, nitekim hadîsde O’nun cennette Hz. Meryem ile evlendiğinin rivâyet edildiği’ şeklinde cevâb verebilenleri görmekteyiz.

 

Hâsılı,

Bir: Müfessirlerin sözbirliği ile Cebrâil’ demesine, başka bir ifâdeyle bu hususta müfessirlerin icmâ‘ını bu­lunduğu i’tirâf edilmesine rağmen sözü edilen ihtilâf kimlerin ihtilâfıdır?

Şurası kesin bilinmektedir ki, bu husûsta kimsenin ihtilâfı yoktur.

İki: Bahsi geçen ihtimâl’, hangi ihtimâl’ idi ve kimlere âid idi? Böyle bir ihtimâl’ veya imkân’ bir delîlden mi doğmaktadır, yoksa delîlden doğma­yan bir ihtimâl midir?

Hâlbuki delîlden doğmayan mü-cerred ihtimâl bir hükme mesned ve medâr olabilecek ise mü’min oldu­ğunu söyleyen herkesin bir kâfir veya münâfık hattâ İslâm düşmanı olmak ihtimâl ve imkânı vardır. Bu ise, değil ma’sûm bir müfessir ve müctehidin, akıllı bir mü’minin bile kabûl edebilece­ği şeylerden değildir.

Üç: Sözü edilen hadîs, kimler tara­fından rivâyet edilmiştir ve sahîh midir? İsnâdı sahîh bile olsa, Kur’ân ve Sünnet tarafından babasız olarak doğduğu bil­dirilen Hz. Îsâ aleyhisselâm’ın babasının kim olduğunu gösteren bir rivâyet nasıl sahîh kabûl edilebilir?!…

Oysa, sözü edilen hadîs[1]Ebû Ya’lâ’nın el-Müsned’inde, Taberânî’nin el-Kebîr’inde, İbnü’s-Sünnî’nin Ameli’l-Yevm ve’l-Leyle’sinde ve Deylemî’nin Firdevs’inde zayıf bir senedle   riva­yet edilmiştir. Üstelik bu hadîs an­cak Kıyâmet günündeki bir evlenmek-den söz etmektedir. Böyle bir evlilikten çok evvel dünyada bir doğum olması Şer’î bir imkânsızlığın yanında aklî bir muhâli de bulundurmaktadır.

Kur’ân’ı kimler tefsîr edebilir, kim­ler edemez? Bu süâli, İmam Süyûtî’nin Kurânİlimlerine dâir yazdığı et-Tahbîr isimli eserinin bir faslını tercüme ede­rek cevâblandıralım.

 

İmam Süyûtî şöyle diyor:

Kur’ân ilimlerinin bu türü (başka­larının kitâbında geçmemiş olup, an­cak) benim ziyâdelerimdendir. Hadîs ilminden buna benzeyen, kimlerin rivâyeti kabûl edileceği ve kimlerin kabûl edilmeyeceğinin bilinmesidir.

Müfessirin Edebleri bahsinde geçmişti ki, tefsîr, evvelâ Kur’ân’dan, sonra Sünnet’ten, sonra da Sahâbe ve Tâbiûn kavillerinden aranır. Bu yüz­den, bunu onlardan nakledenin (nakli­nin kabûl edilmesinin) şartı, (râvîde ara­nacak olan) rivâyet şartlarıdır ki, onlar da adâlet, hıfz ve itkândır (bellemek ve nakletmekteki sağlamlıktır.) Bu hadîs ilminde takdîr edilmiştir. Kezâ, Kur’ân ricâli de böyledir. Çünki, -önceden de geçtiği gibi- onun rükünlerinden bir ta­nesi de senedin sahîh olmasıdır.

Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem ve sahâbe radıyellâhu anhum’dan sahîh rivâyetlerle gelmiştir ki, ‘(ilmî bir mesne­di olmayan) rey/görüş ve kanâat ile tefsîr yapmak haramdır.’ (Bu et-Tahbîr’ isim­li kitâba yazdığımız) mukaddimede tefsîr ile te’vîl arasındaki fark geçmişti.

Birincisi (rey ile tefsîr), mutlak ola­rak haramdır. Çünki onda, Allah’a karşı şâhidlik ve bunun onun murâdı oldu­ğuna dâir kesin bir ifâde vardır.

İkinciye gelince: O da te’vîldir. Te’vîlin câizliği hususunda ihtilâf edil­miştir. Bir topluluk bunu, hadîsin zâhirine uyarak bu kapıyı kapatmak için yasaklamış, başkaları da bunun bir takım ilimleri bilen kimse için câiz oldu­ğunu söylemişlerdir:

 

Bu ilimlerden,

Birincisi, lügat ilmidir, çünki lafızla­rın müfredleri (kelimeleri) ve delâlet et­tikleri ma’nânın şerhi o lugata bağlıdır.

İkincisi, nahiv ilmidir. çünki, ma’nâ, i’râbın değişmesiyle değişir; dolayısıy­la mutlaka onu göz önünde bulundur­mak lazımdır.

Üçüncüsü, sarf ilmidir. Bazıları bu­nu zikretmemiştir ki, en doğrusu budur. Onu zikredenin gerekçesi, binaların ve sığaların sarf ilmiyle bilineceğidir.

Dördüncüsü, İştikak (Etimoloji) İl­midir. çünki isim iki değişik madde­den alınma ise onların farklı olmasıy­la ma’nâ da farklı olur. Mesîh kelimesi gibi. Bu, seyahatten mi, yoksa mesh ke­limesinden mi gelmektedir?

Beşincisi, Meânî İlmidir; çünki sö­zün terkiblerinin/bir araya getirilip ku­ruluşlarının, ma’nâyı ifâde etmesi bakı­mından olan havassı/yalnız kendinde bulunan özellikler, ancak onunla bilinir.

Altıncısı, Beyân İlmidir; terkible-rin göstermiş oldukları ma’nânın açık­lığı, yâhud kapalılığı bakımından deği­şiklikleri yönüyle hâssaları sadece bu­nunla bilinir.

Yedincisi, Bedî’İlmidir; çünki kelâ­mın güzelleştirilme yolları ancak bu­nunla bilinir.

Sekizincisi, Kıraat İlmidir; çünki Kur’ân okumanın nasıl olacağı sadece bununla bilinir; muhtemel bazı deği­şik ma’nâlar bazılarına ancak kıraâtlar (ilmi) ile tercîh ettirilir.

Dokuzuncusu, Usûliddîn İlmi, yani akâid ilmidir; çünki, Kur’ân’da, görünen yanı ile Allah’a câiz olmayan ma’nâlara delâlet eden âyetler vardır. Akâid âlimi, bunları te’vîl eder[2] ve Allah için nelerin muhâl/imkânsız-olamaz olduğunu, ne­lerin de vâcib/mutlaka gerekli olacağını bunlarla delîllendirir.

Onuncusu, Usuli Fıkh İlmidir; çünki hüküm ve hüküm çıkarma şekilleri an­cak bununla bilinir.

On   birincisi,   Esbâb-ı   Nüzûl/

âyetlerin iniş sebebleri ve kıssalar il­midir; çünki, o hususta indirilen âyetin ma’nâsı indirildiğine göre bilinir.

On ikincisi, Nâsih ve Mensûh İl­midir; çünki muhkem ve başkaları yani nesh edilip edilmeyenler bununla bili­nir.

On üçüncüsü, Fıkıh İlmidir;

On dördüncüsü, mücmel ve müb-hem olan âyeti tefsîr etmek için onu açıklayacak olan hadîsler(i bilmek.)

On beşincisi, mevhibe ilmi[3]; bu ilim, bildiğiyle amel eden kimseye Allah’ın hibe etmiş olduğu ilimdir. Kim bildiğiyle amel ederse, Allah celle celâlühû bilmediğinin ilmini ona hibe eder”[4]hadîs-i şerîfi işte buna işâret et­mektedir.

İbnu Ebi’d-Dünya şöyle demiştir: Kur’ân ve ondan çıkarılacak ma’nâların ilimleri sahili olmayan bir denizdir.

O (İbnu Ebi’d-Dünya) şöyle de de­miştir: İşte bunlar öyle ilimlerdir ki; on­lar müfessir için âlet gibidirler; kişi an­cak onları elde etmekle müfessir olur. Kim, bunlarsız tefsîr ederse, (Şerîat ta­rafından) yasaklanan rey ile tefsîr yap­mış olur; eğer onları elde ederek tefsîr ederse, yasak olan rey ile tefsîr etmiş ol­maz.

O (İbnu Ebi’d-Dünya) şöyle söyle­miştir: Sahâbe radıyellâhu anhum ve Tabiûn rahimehumullâh, arabça ilimle­rini öğrenerek değil de, tabiatları îcâbı biliyorlardı. Kur’ân’dan ve Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem’den almış oldukları Sünnet’ten, başka ilimleri de elde ettiler.

Ben (Süyûtî şöyle) derim: Hakkında bu kitâbın yazılmış olduğu tefsîr ilmi, işte bu sebeble şu ilimlerden faydala­nır; (tefsîr ilmi) çeşitleri de ondan alın­madır. Kim bu kitâbta zikri geçen (tefsîr ilmi) çeşitleri(ni) muhkem bir şekilde kavrarsa, kendisini hedefine ulaştıracak bilgileri elde etmiş olur ve onlarla bera­ber artık bu kitâbdan başkasına ihtiyâc duymaz.

Belki de sen mevhibe ilmini müş-kil bulmakta ve şöyle demektesin: “Bu, elde edilmesi insanın kudretinde olma­yan bir şeydir.” Hâlbuki senin zannet­tiğin problem yoktur. Aklıma, bunun âlimlerin müctehid ta’rîfinde söyle­dikleri o, fakîhu’n-nefs olan kimse­dir’ sözlerine benzetilmesi geldi; yani, ‘müctehid,’ tabiatı gereği sözün mak-sadlarını, o sözden ma’nâ çıkarmaya güç yetirecek kadar çok kuvvetli anla­yan kimsedir.

 

Tefsîri kabûl edilmeyen kimseler:

Bid’at ehliHusûsan Zemahşerî,

Keşşâf’ında… O, şu kitâbda âyetleri asıl ma’nâlarından çıkarıp kendi bo­zuk (Mu’tezile) inancına uydurmayı çok yapmıştır. Öyle ki, insanı hiç hissetme­diği yerden çalmaktadır.

Onda, Peygamberlerin Efendisine birçok yerlerde edebsizlik yapmıştır. Nerde kaldı Sahâbe ve Ehli Sünnete?…

Zehebî el-Mîzân’ında, ‘Keşşâf’tan çok sakın’ derken ne kadar güzel de­miş.

Şeyh Takiyyuddin es-Subkî, ‘el-İnkifâf an İkrâi’l-Keşşâf ismini verdiği bir kitâb yazmış ve Keşşâf tefsîrini okut­maktan tevbe ettiğini, Allah’a döndü­ğünü, onu bir daha okumayacağını ve ondaki zikri geçen edebsizliklerden do­layı bir daha asla ona bakmayacağına söz verdiğini anlattı.

O (Sübkî) şöyle dedi: Medîne-i Nebeviyye ahâlisinden biri benimle, Kessâf‘ın bir nüshâsını alıp Medîne’ye getirmesi husûsunda istişâre etti. Ben de ona, Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’in bulunmuş olduğu bir belde­ye, içinde onun zâtıyla alâkalı bir takım (yakışıksız) şeylerin bulunduğu kitâbın götürülmesinden hayâ îcâbı bu işi yap­mamasını işâret ettim.

Üstelik o, şâyet sözünü ettiğimiz yanı olmasaydı belâğat ve i’câz çeşitle­rinin açıklanması husûsunda büyük bir kitâbtır.[5]

Beyzâvî tefsîrinde elhamdülillâh buna ihtiyâc bırakmayacak şeyler var­dır.

Tartışma ve kakışma, söylediği bir söze taassub göstermek, hak ortaya çıktıktan sonra hakka dönmemek ile bilinen, görüşünü sünnetin önüne ge­çiren, gelişi güzel konuşmak ve sağ­lam bir araştırma yapmamakla, yâhud Allah’a karşı cüretkâr davranmak ve al­dırışı olmamakla tanınan kimselerin de tefsîri kabûl edilmez.[6]

 



[1]
Ebû Ya’lâ, el-Müsned (…), Taberânî, el-Kebîr(8006),. İbnü’s-Sünnî, Ameli’l-Yevm ve’l-Leyle(603) ve Deylemî, Firdevs(8620) Heysemî, Mecmâu’z-Zevâid(9/218)’de isnâdının zayıf olduğunu söylemiştir

[2]Onları, yeterli delillerle görünürdeki manalar­dan çevirip asıl manalarına döndürür.

[3]Öğrenmeden Allah teâlâ’nın kuluna lütfun-dan hediye ettiği ilim

[4]Ebû Nuaym, el-Hilye (10/12-13)

[5]Bütün bunlara rağmen, müfessirlerin muhakkıkları şu kitâbdan müstağnî kalamamışlar, ondan büyük nisbette istifâdeden geri durmamışlardır. Bir takım büyük ve muktedir âlimler tarafından bozuk mu’tezile görüşleri en ince bir şekilde süzülmüş, tenkîd edilmiş ve ona cevâblar verilmiştir. Ehli Sünnet ulemâsı şu kitâbı işte bu tenkîdlerle beraber yazıp çoğaltmış ve daha sonra bunları kenarına koyarak onu böylece basmış ve neşretmişlerdir. Bunun yanında büyük muhaddislerden İmam Zeylaî bu Keşşâf Tefsîrinin hadîslerini tahric etmiş ve İbnu Haceri’l-Askalânî bu kitâbı kısaltmak sûretiyle şu hizmete ilâvede bulunmuştur.

[6]Süyûtî; et-Tahbîr fî İlmi’t-Tefsîr (151-154), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1408