PAYLAŞ
PDF'e AktarYazdır
KUYUDAN ÇIKARILAN TAŞLAR
VESîLE VE TEVESSÜL (2)
 
Hüseyin AVNİ
اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم
اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ
Bundan sonra…
Bir önceki makâlemizin, Mukaddimesinde, Vesîle ve Tevessül hakındaki bir takım umûmî bilgiler, Birinci Mes’ele başlığı altındaki kısmında da âyet delîlleri üzerinde durmuş idik. Mevzû’a şimdi de Sünnet Delîlleri ile devâm ediyoruz:
———————————————
(İkinci Mes’ele)
Tevessül’ün Sünnet
Delîllerinden Bir Kısmı
———————————————
Biz burada, mevzû’ ile alâkalı görülen hadîslerin sadece on beş tanesini alacağız.
———————————————
(Birinci Hadîs)
Enes Radıyallâhu Anhu’dan Rivâyet
Edilen Hz. Ömer radıyallâhu anhu Hadîsi
———————————————
Enes radıyallâhu anhu’dan şöyle rivâyet gelmiştir:
(Kıtlığa uğradıklarında Hz. Ömer radıyallâhu anhu, Hz. Abbâs radıyallâhu anh ile istiskâ etti/Allah celle celâluhu’dan yağmur istedi ve buyurdu ki, “Ey Allah’ım!.. biz sana Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ile tevessül ediyorduk da bize yağmur yağdırıyordun. (Şimdi ise) sana Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in amcası Abbas radıyallâhu anh ile tevessül ediyoruz. Bize yağmur yağdır.)[1]    
Bu hadîsi (Allah’a (yaklaşmağa ve varmağa) vesîle arayın)[2] âyeti hakkında geçen, hadîs rivâyetleri, İmâm Kevserî’nin îzâhları ile âlimlerden yaptığı nakiller ışığı altında daha iyi anlayabiliriz. Lütfen o sayfaları bir kez daha okuyunuz.
Bunu(Abbas radıyallâhu anhu’dan düâ istemek)olarak anlamak ve anlatmak, câhillerin veya kötü maksadlı kimselerin işidir. Tenezzül etsek ve hadîsi onların iddiâ ettikleri şekilde kabûl etsek bile, bu gene de Allah celle celâluhu’dan birşeyler isterken, yani düâ ederken, başka bir ifâdeyle ibâdet yaparken birilerini, Allah celle celâluhu ile kendi aranıza sokmak, demek olmuyor mu? Hem birilerinin düâ etmesini istemek de bir tür ibâdet değil midir?
Bu, sâlih amellerle tevessüldür” demek de sizi kurtarmaz. Zîrâ, ameller de mahlûktur. (Her şeyi yaratan Allah celle celâlühûdur),[3](Sizi ve yapmakta olduklarınızı da Allah yarattı.)[4](Şübhesiz ki Allah her sanatın ve sanatçının sâniidir (yapanıdır))[5](Sanatının yaratanıdır.)[6]
Hâsılı burada mahlûku vesîle/vâsıta yapmak vardır…
Üstelik biraz ince düşünülürse, -Şevkânî’nin de söylediği gibi- (şahıslarla tevessül etmek), aslında, (amellerle tevessül etmek) demektir. Zîrâ, o şahısla, ondaki sâlih amelden dolayı tevessül edilir.[7]Veyahut, (onu sevmek sâlih ameliyle)Allah celle celâlühû’nun sevin dediklerini sevmek, onun emrine uyulduğu için (ibâdet) olur, sâlih bir amel olur. Yani, beraberce düşünülürse, bu (hem ondaki amellerle, hem de onunla tevessül edenin onu sevmesi ameliyle) bir tevessül etmektir…
———————————————
(İkinci Hadîs)
İbnü Ömer Radıyallahu Anhümâ Hadîsi
———————————————
İbnü Ömer radıyallahu anhümâ, Ebû Tâlib’in, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’i öven şu şiirini terennüm eder ve şöyle derdi:
(Ve (hiçbir kavim), yüzüyle (veya zâtıyla) bulutlardan (insanlar tarafından Allah’ın) yağmur (yağdırması) istenen hiçbir beyaz(zât)ı (geriye bırakmadı[8]).)[9]
(يستسقى الغمام بوجهه)(Yüsteskâ’l-ğamâmu bi vechîhî) deki ( وجه)/(vech)/yüz, Arab dilinde, (zât)’tan kinâye olarak da kullanılır. Buna göre, (zâtıyla bulutlardan yağmur istenen her bakımdan ak ve pâk bir insan)dan söz ediliyor.… İsteyen, te’vîle gitmeyip, “zâtıyla değil, yüzü iledir” de diyebilir (!).
“Mü’min olmayan Ebû Tâlib’in şu sözü Mü’minleri nasıl bağlar?” diyecebilecek akıldâneler çıkabilir. Burada mühim olan nokta, İbnü Ömer’in onu terennüm etmesi ve İmâm Buhârî’nin onu Sahîh’ine almasıdır. Üstelik, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in, bu şiiri, okutturmak istediği dahî rivâyet edilmiştir.[10]
Bunda, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in düâsıyla değil, zâtıyla tevessül etmek sûretiyle yağmur istemek vardır.
———————————————
(Üçüncü Hadîs)
Mâlikü’d-Dâr Hadîsi
———————————————
(Hz. Ömer’in radıyallâhu anh halîfeliği zamanında insanlara kıtlık isabet etti de, bir adam Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrine geldi ve Yâ Resûlullah!.. Ümmet’in için (Allah celle celâlühû’dan) yağmur iste, zîrâ onlar (neredeyse) helak oldular” dedi. Sonra, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem o adama rü’yâsında göründü ve Ömer’e git selâm söyle ve onlara yağmur yağdırılacağını söyle…buyurdu.)
İbnü Hacer, Rü’yâyı gören, Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim’den biri olan Bilâl İbnü Hâris el-Müzenî’dir; nitekim Seyf, El-Fütûh’da böyle rivâyet etti, dedi.
Bu rivâyet, Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim’in, ölümünden sonra Resûlüllah sallâhu aleyhi ve sellem ile istiska etmekteki amelleri husûsunda bir nassdır. İçlerinden hiç biri şu haber kendilerine ulaşmasına rağmen onu inkâr etmemiştir. Mü’minlerin Emîrine götürülen haber yayılır. İşte bu yüzden şu rivâyet birilerine yalan söz isnâd edenlerin dilini koparır.
———————————————
Bu Rivâyeti Yapan
İmâmlar
———————————————
Bu haberi bu şekilde,
(Bir): İmâm Beyhekî,[11]
Beyhekî yoluyla
(İkİ): İmâm Sübkî,[12]
Ayrıca, kısaltılmış olarak,
(Üç): Buhârî, Târîh’inde,[13]
Ve bu vecihden uzun olarak,
(Dört): İbnü Ebî Hayseme, -ki bu zât, Hâfız, Hüccet ve sika biridir- ve
(Beş): İbnü Ebi Şeybe, el-Musannef’de[14] Ebû Sâlih Zekvân’dan rivâyet etmişlerdir.
İbnü Hacer, el-Feth’de, İbnü Ebî Şeybe’nin bu rivâyetin isnâdının sahîh olduğunu söylemişdir.[15]
———————————————
Hadîsin Sıhhati Hakkında Ortaya Atılan Vesveseler
———————————————
(Bir): Mefâhîm dipnotundan istifâdeyle şöyle diyoruz:
Bazı câhiller de bu hadîsin sıhhatine i’tirâz etmişlerdır. Şöyle ki; Kimileri, önce,
Bir: İbnü Hacer’in isnâdı sahîhdir dediğinin yalan olduğunu, O’nun senedi sahîh bulmadığını söyledi. Hâlbuki, O evvelâ İbnü Ebî Şeybe sahîh bir isnâd ile rivâyet etti deyip kıssayı nakletti. Sonra da Seyf el-Fütûh’da sözü geçen rü’yâyı görenin Sahâbe’den biri olan Bilâl İbnü Hâris radıyallâhu anhu olduğunu söyledi. Şu halde kıssa ve sened birdir. Sahîh bulma kıssayı da içine alır.
Bu câhiller bir yanda sanki İbnü Hacer Sahîh bulsa onu kabûl edecek gibi davranmaktadırlar. Sonra da,
İki: Hadîsin sahîh olduğunu kökünden tenkîd ederek o zayıfdır; çünki isnâdında A’meş vardır ki O, tedlîsçi (haberi aldığı kimseyi gizleyen) bir râvîdir, diyorlar.
Bu câhil zavallılar bir yanda A’meş’in Tedlîsçi olduğunu, Zehebî’den ve Mîzân’ından, İbnü Hacer’den ve Kitâbları Takrîb’den, Tehzîb’den ve Lisânü’l-Mîzân’dan öğrenirken öte yandan ilim talebelerinin bile düşmeyeceği hatâya düşüyor ve şöyle söylüyorlar:
Hadîs(in isnâdın)da A’meş vardır ki O, zikri geçen Ebû Sâlih es-Semmân’dan, عن(an) lafzıyla rivâyet etmektedir. Hâlbuki A’meş söz birliği ile Müdellis’dir, Tedlîs yapan biridir. İşittiğini açıkça ifâde etmedikçe sika/sağlam olan Müdellisin haberi kabûl edilmez.
Ancak, ne yazık ki şu câhiller, umûmî olan bu kâidenin büyük hadîs âlimlerince bildirilen İbnü Müseyyeb ve buradaki A’meş gibi birtakım istisnâlarının olduğunu hesâba katmayı unutmuşlardır.
Bu istisnâyı, İmâm Zehebî Mîzânü’l-İ’tidâl’de açıklamış ve şöyle demiştir: O (A’meş) tedlîs eder. Bazen zayîf’dan tedlîs eder ve onun kim olduğu bilinmez. Haddesenâ/ bize rivâyet etti/dedi, dediği zaman artık (rivâyetin sağlamlığında) hiçbir söz yoktur. (عن)(An)/(falancı)dan, dediği zaman ise rivâyete tedlîs ihtimâli yol bulur. Ancak, İbrâhîm, Ebû Vâîl ve Ebû Sâlih es-Semmân gibi kendilerinden çok rivâyet ettiği şeyhlerdeki [(عن)/(an) ile yaptığı rivâyetleri] müstesnâdır. Zîrâ bu sınıftan yaptığı rivâyetleri ittisâle/senedin bitişikliğine yorulmuştur.[16] (Zehebî’nin el-Mîzân’daki sözü bitti.)
(İki): Şeyh Abdülazîz İbnü Abdillâh İbni Bâz da Fethu’l-Bârî Tahkîk(!)inde, dipnotta şunları söylüyor (Maddeleştirme tarafımızdan yapılmıştır): Bu eser, -Şârih(ibnü Hacer)in dediği gibi sahîh farzedilse bile-, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ile ölümünden sonra istiskâ edilmesinin câiz olduğuna dâir bir hüccet değildir. Çünki,
(Birinci Vesvese): (Yağmur) isteyen kişinin kim olduğu belli değildir.
Cevâb: Bu iddiâ aldatmayı hedefleyen bir yalandır. Nitekim yukarıda geçmiştir. Bu doğru bile olsa mühim değildir. Mühim olan Ömer ve diğer Ashâb radıyallâhu anhum’un tavrıdır. Ömer Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e haber verildiğinde bu işe karşı çıkmaması, aksine ağlaması ve Yâ Rab!.. Ancak âciz kaldığım şeylerde eksiklik yapmaktayım, demesidir. Ömer ve diğer Sahâbe radıyallâhu anhum efendilerimizin şirk vesîlesine veya bir şirk çeşidine sesiz kalmalarını düşünebilecek ahmaklara ne denir?!…
(İkinci Vesvese): Sahâbe radıyallâhu anhum’un ameli buna tersdir. Hâlbuki onlar Şerîat’ı insanların en iyi bilenleridir. Onlardan hiçbir kimse Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrine ne yağmur ve ne de bir başka şey istemeğe gelmemişlerdir.
Cevâb: Sahâbe radıyallâhu anhum’un ameli, yine Sahâbî olan birinin şu ameline ters değil, onun bir başka şeklidir. Bunun en açık delîli de Onların şu amele karşı çıkmamalarıdır. Onlar en tehlikeli ve helâk edici bir bâtıl olan şirk karşısında susmak isyânından uzak olduklarına göre, ortada meşrûiyyete dâir sükûtî bir icmâ’ vardır. Sahâbe radıyallâhu anhum’un şu ameli inkâr ettikleri isbât edilmedikçe, Onlar hakkında kötü zann sâhibi olmayanlar bu dediğimizi kabûle mecbûrdurlar..
(Üçüncü Vesvese): Aksine Ömer radıyallâhu anhu kıtlık meydana geldiğinde ondan (kabre gelip bir şey istemekten) Abbâs ile yağmur istemeye dönmüştür.
Cevâb: Ömer’in bu işi, yaptığının meşrû’ oluğunu gösterse de, diğer bir Sahâbînin amelinin doğru olmadığını nasıl gösteriyor? Bu nasıl bir delîl getirme usûlüdur?!.. Ömer’in bir meclisde birden verilen üç talak’ı bir talak saymayıp üç talak saydığını, böylece hata ettiğini iddiâ eden sizler, ne zamandan beri, O’nun işini, aksini bâtıl kılacak kesin delîl olarak görmeye başladınız?!.. O bu işi, belki de böyle de yapılabilir, veyâ böylesi daha evlâdır, veya Abbas ile yapılan istiskâ hadd-i zâtında Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ile yapılan bir istikâdır, belki de bir başka düşünceyle yapmıştır. Onun düşüncesinin sizin saplantılarınızın mahbesinde olduğunu nereden bildiniz, şeytanlarınızın size yaptığı vahiylerle mi? Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in bile bazı amellerinin diğer bazılarını bâtıl kılmaması belki tenvî’i/bir başka çeşiti göstermiş olmasının mümkin olabileceğine rağmen, nedir sizin bu cehâletiniz?!..
(Dördüncü Vesvese): Bu husûsta O’na Sahâbe’den kimse de karşı çıkmamıştır.
Cevâb: Meşrû’ ve mübâh, belki de evlâ olan bir işde Sahâbe radıyallâhu anhum O’na neden karşı çıkacaktı? Size, O’nun yaptığı işin câiz olmayan bir iş olduğunu kim söyledi?… Öyle de olabilir, böyle de, diyenlere bu gibi bir sözü ancak konuşmasını bilmeyen câhil bedevîler söyleyebilir.
(Beşinci Vesvese): Böylece hak olanın bu olduğu ve o adamın yaptığının şirke vesîle olduğu bilinmiş oldu. Hattâ ilim adamlarından bazısı onu Şirk’in çeşitlerinden saymıştır.
Cevâb: Sübhânellâh!.. Câhillik kötü; ancak belki bir ölçüde katlanılabilir bir belâ; ama şu musîbet bir kimsede ahmaklık ile birleşirse hiçbir şekilde çekilemez hâl alır. Sahâbeden biri veyâ Sahâbe huzûrunda birileri bir iş yapacak ama Sahâbe’den diğerleri o husûsta başka bir iş yapacak veya yapılana susacak ve bunlardan biri şirk vesîlesi veya şirk çeşidi olacak!… Hayret!.. Bunlar, câhil ve ahmak olmanın yanında ileri seviyede ukâlâ, edebsiz ve terbiyesiz hidâyet fukaralarından başkaları değillerdir… Bu işi şirk gören ilim adamı(!) da kimmiş? Biz böyle birini tanımıyoruz. Hattâ bizi bırakın Ümmetten bunu bilen yok. Yoksa, kerâmeti kendinden menkûl kabîlinden olarak siz olmayasınız?!…
(Altıncı Vesvese): Seyf’in sözü edilen rivâyetinde (yağmur) isteyenin isminin Bilâl İbnü Hâris olduğu ise söz kaldırır. (Buhârî) Şârih(i ibnü Hacer) de Seyf’in buna daîr senedini getirmemiştir.
Cevâb: Getirmemiş de ne olmuş? Önce, öylesi bir Hadîs Hâfızına i’timâd esâsdır. Sonra kıssa sahîh isnâdla geldikten sonra hükmü değiştirmeyecek îzâh ve teferruâta dâir bir husûsta isnâdın getirilmemesi i’timâd edilen birinin kitâbından alınmış olması, İbnü Hacer’e göre yetiyorsa, şu ilmi, kör topal ondan öğrenenlere haddini bilmekten başka ne düşer?
(Yedinci Vesvese): Sahîh olduğu takdîrde de onda (bu işin câizliğine dâir) hiçbir hüccet yoktur. Çünki Sahâbe radıyallâhu anhum’un ameli buna ters düşmektedir. Hâlbuki Onlar Resûl(üllah) sallallâhu aleyhi ve sellem’i en iyi bilen kimselerdir. Allah en iyi bilir.[17]
Cevâb: Bu delîlsiz bir biçimde Sahâbe’yi şirk ile suçlamaktır. Hâlbuki Onlar Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’i en iyi bilen kimselerdir denilmesine rağmen, zımnen, ben onlardan daha iyi bilirim demektir. Bilâl İbnü Hâris yaptığı işin Sahâbe’nin işine ters düşdüğünü anlayamadı ve -hâşâ- şirke girdi; ama bu geri zekâlılar anladı!… El-Fütûh sâhibi Seyf’ler ve İbnü Hacerler anlayamadı; ama bunlar anladı!.. Hasbünellâhu ve ni’me’l-vekîl…
———————————————
Bu Haberin Mühim Noktalarından Bazısı
———————————————
(Bir): Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem kabrindeyken kendisinden bir Sahâbî tarafından yağmur düâsı istenmesi.
(İki): Ondan isteyenin isteğini Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in bilmesi.
(Üç): Bu maksadla Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in düâ etmesi.
(Dört): Bu işe, Sahâbe radıyallahu anhüm’un karşı çıkmaması, yani bu husûsta bir çeşit sükûtî icmâ’ın hâsıl olması.
(Beş): Zamanımızdaki âlimlik pozlarındaki kimi câhillerin yaptığı gibi Selef/Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim ve Tâbiîn tarafından bu işin Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e ibâdet edilmesi, ve Allah celle celâlühû’ya şirk koşulması ma’nâsında kabûl edilmeyip açık ve kapalı âyetlere ters görülmemesi.
(Altı): Bazı câhillerin bu rivâyetleri zayıf kabûl etmeleri, rivâyetin zayıflığını değil, kendilerinin hiçliğini gösterir. Hâfız İmâm Sübkî’nin rivâyet edib hüccet kabûl ettiği, Hâfız İbnü Kesîr, Hâfız İbnü Hacer ve benzeri hadîs hâfızları Sahîhtir dedikten sonra onlara susmaktan başka ne düşer ki?!.. Hiçbir şey…
———————————————
(Dördüncü Hadîs)
Osman İbnü Huneyf Hadîsi
———————————————
(Bir a’mâ adam Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldi ve, bana âfiyet vermesi (gözümün açılması) için Allah celle celâluhu’ya düâ et, dedi. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve selem de, İstersen düâ edeyim, dilersen sabret; bu senin için en hayırlısı olur, buyurdu. Adam, düâ et, dedi. (Râvî),Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem, güzelce abdest almasını ve şu düâyı yapmasını emretti, dedi: [Ey Allah’ım! ben rahmet Nebîsi, Nebîn sallallâhu aleyhi ve sellem ile senden istiyorum ve sana yöneliyorum. Ey Muhammed!.. sallallâhu aleyhi ve selem. Şübhesiz ben seninle, hâcetim yerine gelsin diye, hâcetim husûsunda Rabbime yöneldim. Ey Allah’ım!.. O’nu hakkımda şefâatçi kıl..])
———————————————
Hadîsi Rivâyet Edenler
———————————————
(Bir): Buhârî, Et-Tarîhu’l-Kebîr,[18]
(İki): Tirmizî, Câmi’, ed-Deavât sonları. Tirmizî, hadîsin Sahîh olduğunu da söyledi. [19]
(Üç): İbnü Mâce, Sünen, Salâtül-Hâce. İbnü Mâce bu rivâyeti Sahîh bulmuştur.[20]
(Dört): Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle[21]
(Beş): Ebû Nüaym, Ma’rifetü’s-Sahâbe
(Altı): Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve[22] ve başkaları. Şâhid getirildiği yerlerin dışında, aralarındaki bir takım küçük farklılıklarla berâber.
Sayıları on beşe yaklaşan hadîs hâfızı bu rivâyetin Sahîh olduğuna hükmetmiştir. Sonrakilerin birçoğu hâric, Tirmizî, İbnü Hibbân, Hâkim, Taberânî, Ebû Nüaym, Beyhakî[23] ve Münzirî onlardandır. [24] Kezâ,
(Yedi): İbnü Huzeyme, Sahîh’inde.[25]
(Sekiz): Hâkim, Müstedrek’inde.[26]
———————————————
Hadîsin Mühim Noktalarından Bazısı
———————————————
(Bir): Hadîs sahîhtir. Onbeş civarında hadîs âlimi bu görüştedir. Tirmîzî, İbnü Hibbân, Taberânî, Ebû Nüaym, Beyheki ve Munzirî bunlardandır.
(İki): Bu hadîste Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in zâtı ve câhı/rütbesi ile tevessül vardır.
(Üç): Ğıyâbında O’na, Muhammed! diye seslenmek vardır.
(Dört): Bunun neresinde tevessül vardır? bunda Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den sadece düâ isteniyor diyebilmek için câhillik de yeter sebeb değildir. Evet, düâ isteniyor. Sonra? Ona öğretilen düâ? O’na gıyabında seslenme? Gözü olup görmemek, kulağı olup duymamak, kalbi olup anlamamak ne kötü bir şey Allah’ım!.. Ey Muhammed!.. Seninle Rabbime yöneldim sözü?… Bir köşeye çekilip böyle demek, tevessül ile alâkasız; öyle mi?!… Sübhânallah. Körler çarşısında ayna satmak ne de çetin bir iş…
Olabilir ki, bir akıllı, bu, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem hayâtındayken idi. Öldükten sonrası ile alâkası yok diyebilir. Öyleyse şu gelecek olan rivâyete lütfedip bakıversin:
———————————————
(Beşinci Hadîs)
Osman İbnü Huneyf Radıyallâhu Anhu’nun Başka Bir Hadîsi
———————————————
Halîfeliği zamanında bir adam, Osman radıyallâhu anhu’ya bir ihtiyacı için gidip geliyordu. Osman radıyallâhu anhu O’na iltifât etmiyor hâcetine bakmıyordu. Adam bunu Osman İbnü Huneyf’e şikâyet etti. Osman İbnü Huneyf radıyallâhu anhu da şöyle dedi; Abdest yerine git; abdest al ve namaz kıl; sonra da (Ey Allah’ım!.. Ben rahmet Nebîsi olan Nebîn Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem ile sana yöneliyorum ve senden istiyorum. Ey Muhammed!.. Ben ihtiyacımın görülmesi için seninle Rabbime yöneliyorum) şeklinde düâ et ve hâcetini söyle. Adam gitti ve bunu yaptı. Sonra da Hz. Osman radıyallâhu anhu’ya geldi. Kapıcı O’na gitti, elinden tuttu; O’nu Hz. Osman radıyallâhu anhu’nun yanına soktu. Onunla oturttu ve O’na Hâcetini söyle dedi. O da, hacetini söyledi. Hz. Osman radıyallâhu anhu da hâcetini yerine getirdi.
———————————————
Hadîsi Rivâyet Edenler ve Sahîh Kabûl Edenler
———————————————
(Bir): Taberâni, el-Kebîrinde rivâyet etmiştir.[27]
(İki): Taberânî bunu aynı zamanda es-Sağir’inde de rivâyet edip Sahîh olduğunu Söylemiştir.[28] Bu hakîkati, İbnü Teymiyye de i’tirâf etmektedir.[29]Lâkin zavallı, Sahâbî radıyellahu anhu’nun fehmini ve anlayışını hatâlı buluyor. Bu toslamanın zararı elbette Sahâbî’ye değil, sadece kendinedir.
(Üç): Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvve‘sinde iki Sahîh isnâd ile rivâyet etti..[30]
(Dört): El-Heysemi, Mecma’u’z-Zevâid’de Taberânî’den İsnâdının sahîh olduğunu nakletmiş ve susmakla bu hükme iştirâk etmiştir.[31]
(Beş): El-Münzirî de et-Terğîb ve’t-Terhîb’de[32] Taberânî’den naklen ve susmakla ikrâr ederek Sahîh olduğu hükmüne iştirâk etmiştir,
(Altı): El-Makdisî de bu haberin sahîh olduğunu söyleyenlerdendir.[33]
———————————————
Haberdeki Mühim  Noktalardan Bazısı
———————————————
(Bir): Osman İbnü Huneyf radıyallâhu anhu’nun, hâcet düâsını (geçen şekliyle) Resûlüllah sallâhu aleyhi ve sellem’in yaşadığı zamana hâs görmemesi.
(İki):Bu düâyı açık âyetlere zıt bulmaması ve şirk kabûl etmemesi.
(Üç):Bunu, zamâne hâricîleri gibi hâşa Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e ibâdet etmek olarak kabûl etmemesi.
———————————————
Şu İki Hadîs Etrafında Söylenenlerden Bir Kısmı
———————————————
Osman İbnü Huneyf’in rivâyeti olan şu hadîsin bazı yollarında bulunmayıb da bazılarında, ey Allah’ım onu benim hakkımda şefâatçı yap sözünden sonra bulunan üç fazlalık vardır:
Birincisi: (Beni de kendim için şefaatçı yap.)İkincisi: (Beni de O’nun hakkında şefaatçı yap.)Üçüncüsü: (Şâyet bir hâcetin olursa yine böyle yap.)
İbn-i Teymiyye ve yanlışlarında peşinden giden Elbânî ve diğerleri, bu ziyâdelerden işlerine gelenleri alıb gelmeyenleri de karalama noktasında akıl almaz çaba sarfetmektedirler. Bunlar üzerinde teker teker duralım:
(Birinci Ziyâde): Ey Allah’ım! O’nu benim için, beni de kendim için şefâatçı yap.
Elbânîbu lâfzıhiç görmemiş gibi davranıyor. Hâlbuki bu rivâyet, İbnü Teymiyye’nin de i’tirâf ettiği üzere Hâkim, İbnü Ebî Hayseme ve Beyhekî rivâyetleri gibi bir çok sahîh yolla gelmiştir.[34]
(İkinci Ziyâde): Ey Allahım!…. Beni de O’nun için şefaatçı yap.
Evet bu rivâyet de sahîh yollarla gelmiştir. Ahmed İbn-i Hanbel, Hâkim ve diğerlerinin rivâyetleri gibi…[35]
Elbânî, (zât ile tevessül)ü kabûl edenlerin bu rivâyetten hiç söz etmediklerini söylüyor; ama kendisi de öncekinden hiç bahsetmiyordu.
Oysa İbn-i Teymiyye her ikisini de alıyor. Lâkin, (beni, O’nun hakkında şefaatçı yap) rivâyetinin daha sağlam olduğunu anlaştırmağa ve (beni kendi hakkımda şefaatçı yap) rivâyetini zayıflıkla itham etmeye çalışıyor ve şöyle diyor: (Beni O’nun hakkında şefaatçı yap) sözünün ma’nâsı, (düâsında ve benim için istediğinde) demektir. Böylece (bu söz)(O’nu benim için şefaatçı yap) sözüne uygun düşüyor.[36]
Biz de diyoruz ki; İsnâdı sahîh olan ve aralarında zıdlık varmış gibi görünen rivâyetlerde aslolan, aralarının bulunması ve barıştırılmalarıyla uygunluğun isbât edilmesidir. Bu, imkânsız olduğunda ise, daha sahîh olanın alınması ve sahîhliği ondan aşağı mertebede olanın şâz kabül edilib alınmamasıdır. Hâlbuki burada aralarının bulunması mümkindir.
Şöyle ki, (Beni de kendi hakkımda şefaatçı yap)demek,(Beni, kendim(in O’nunla tevessül edişim) hakkında şefaatçı yap ve tevessül edişimi kabûl et) demektir. (Beni de onun hakkında şefaatçı yap) demek de,(Beni, On(un benim için vesîle olması husûsun)da şefâatçı yap. Vesîle olmasını kabûl et) demektir. Böylece şu ikisi, (O’nu benim hakkımda şefaatçı yap) sözüne münâsib düşüyor. Öyleyse, isnâdı sahîh olan böyle bir rivâyeti çizmenin taasubdan ve hakîkati gizleme çabasından başka bir sebebi yoktur. Bizim ise bunlardan birini gizlemeğe ihtiyacımız yoktur.
(Üçüncü Ziyâde): Şâyet bir hâcetin olursa tekrar böyle yap
İbn-i Teymiyye ve mezhebini taklîd eden Elbânî ve yollarında gidenler bu Sahîh ziyâdeden hiç mi hiç hoşlanmıyorlar. Çünki bu, tevessülün her zaman düâ isteme ma’nâsında olmadığını ve onun illa da düâ ile olmayabileceğini, göstermektedir.
Bu ziyâdeyi, İbnü Ebî Hayseme, Târîh‘inde Sahîh bir senedle rivâyet etti.
İbnü Ebî Hayseme’nin Senedi:Müslim İbnü İbrâhîm, Hammâd İbnü Seleme’den, O, Ebû Ca’fer el-Hatmî’den, O, Umâre İbnü Huzeyme’den, O da, Osman İbnü Huneyf’den….
Gerek İbnü Teymiyye, gerekse Elbânî, şu isnâdın râvîleri için zayıfdırlar, diyemiyorlar. Yalnız, Hammâd, Şu’be’ye zıd rivâyet yaptı. Dolayısıyla sağlam bir râvî olan Hammâd, kendinden daha sağlam olan Şu’be’ye ters rivâyet etmiştir; rivâyeti, şâzz olduğundan zayıf bir rivâyet hâline gelmiştir mealinde sözler söylüyorlar.
———————————————
İbnü Teymiyye’nin Bu Ziyâdeyle Alâkalı
Zayıf ve Tutarsız İddiâları ve Onlara Cevâblar
———————————————
Hâfız Ğumârî’nin er-Reddü’l-Muhkem’inde[37]İbnü Teymiyye bu ziyâdeyi hadîs ilimlerini bilen birinden sâdır olmayacak zayıf sebeblerle illetli/tutarsız göstermiştir, dedikten sonra, iddialarını teker teker cevâblandırıyor. Biz de hemen hemen tamâmen onlardan faydalanarak diyoruz ki:
(Bir): (Şu’be ve Ravh İbnü Kâsim, Hammâd’dan daha Hâfızdır)
Öyle olsa ne olur? Hammâd sikadır. Sika’nın/sağlam bir râvînin (kendinden daha sağlam olanın rivâyetine ters olmayan) ziyâdesi de makbûldür. Burada ise zıdlık yoktur. Öyleyse mes’ele kalmaz.
(İki): (Lafızların değişikliğinden dolayı, rivâyet ma’nâ ile olmuş olabilir)
Bu sözünden anlaşıldığına göre, iddiânda kesinlik yoktur. Demek ki, (olmayabilir) de. Üstelik, ma’nâ ile rivâyet câiz olsa da olmasa da, (metnin bir parçası olarak yapılan) ilâvecâiz değildir.[38]
(Üç): (Bu ilâve Osman’ın kendi idrâcı/rivâyete ilâvesi ve sokuşturması da olmuş olabilir.)
Bu İddianda da kesinlik olmayıp tereddüt vardır. Kaldı ki asıl olan (İdrâc)ın (olmaması)dır. (Olduğu) iddiâsı delîle muhtâcdır. Delîliniz de yoktur. Şu hâlde da’vânız batıldır.
(Dört): (Bu ilâve sâbit olsa bile, bunda karşıtlar için hiçbir delîl yoktur. En fazla, Osman İbnü Huneyf, düânın bir kısmıyla düâ edileceğini bazısıyla da düâ edilmeyeceğini, zannetmiştir)sözüne gelince…
Bu ilâve, seni ve yandaşlarını doğrayan bir hüccettir. Senin Osman’a yakıştırdığın ve iftirâ ettiğin şey, Nebî aleyhisselâmın (amaya düâ ettiği)zannına dayanmaktadır. Hâlbuki zannın bâtıldır. Nebî aleyhisselâm O’na düâ etseydi, hâdiseye şâhid olan Osman İbnü Huneyf bunu naklederdi…[39] Bundan dolayı, Beyhekî, hadîsden evvel, (amaya, sabretmediği zaman, içinde şifâsı bulunan şeyi öğretmek hakkında gelen rivâyetler babı)başlığını koydu. Düâ ettiği kabûl edilse bile, bunu yaşarken yapılacak düâ ile sınırlandırmanın bir dayanağı yoktur. Zîrâ, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in Âhiret’e göçtükten sonra da dünyadakilere düâ ettiği sahîh hadîslerle sâbittir.
(Beş): (Bu ilâve hadîse terstir) sözüne gelince…
Evet size göre öyle. Lâkin, hevâsına tapınmayan âlimlere göre ise ters değildir. Senin iddiâna göre, şu ilâve hadîsden olmadığı hâlde Osman İbnü Huneyf tarafından hadîse sokulan bir ilâveydi. Osman İbnü Huneyf, hadîse ters olacak bir ilâveyi ona sokuşturacak kadar, hâşâ ahmak mıydı?
(Altı): (Sünen sâhibleri bu ilâveyi rivâyet etmediler)sözüne gelince…
Câhil olmayanlar bilirler ki, Sünen sâhiblerinin rivâyet etmediği nice sahîh hadîsler var… Bu bir illet değildir. Hem, biraz evvel,[40](Tirmizî ve onunla beraber olanların, diğer âlimler gibi hadîsin lafızlarının tamâmını rivâyet etmediklerini)söyleyen siz değil miydiniz? Ne bu kadar kısa zaman içindeki çelişki?!…
(Yedi):Sika’nın, rivâyette tek başına kalması, ne zamandan beri illet ve zayıflık sebebi oldu?
(Sekiz): (Ziyâde) (lafzın ızdırabı)/çelişik farklılıkları nerede? Göremedik, gösteriverin. Yok öyle bir şey. Tamâmen asılsız ve mesnedsiz…
(Dokuz): Hadîsteki şu(ilâve),hadîsin neresine (terstir?) Doğrusu o ilâve, hadîse değil, hadîsten yanlış anlaşılana terstir, vesselâm.
(On):Hadîsin râvîleri hakkındaki vesveselere gelince… Sözü uzatmak istemiyoruz Onun sahîhliğini kabûl eden onlarca hadîs hâfızının görüşüyle yetiniyoruz.
(On Bir): İbnü Ebî’d-Dünyâ, MücâbûdDave isimli eserinde, isnâdıyla Muhammed İbnü Kesîr, İbnü Rifâe’den şöyle söylemekte olduğunu rivâyet etti: Adamın biri, Abdülmelik İbnü Saîd İbni Ebcer’e geldi. (Abdülmelik) adamın karnına dokunup onu yokladı ve, (Sende iyileşmez bir hastalık vardır) dedi. Adam, (nedir o?) dedi. Abdülmelik, (Dübeyle (denilen bir musîbettir ki o, karında çıkan ve sâhibini ekseriya öldüren büyük bir çıban ve yara)dır,[41] dedi. Muhammed İbnü Kesîr, adam döndü ve şöyle söyledi, dedi: (Allah’dır, Allah’dır, Allah’dır Rabbim. O’na hiçbir şeyi ortak etmem. Ey Allahım! Şübhesiz ben, Nebîn rahmet nebîsi Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem ile sana yöneliyorum. Ey Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem!.. Şübhe yok ki ben, bende bulunan şu hastalıktan dolayı bana rahmet etmesi için senin ve benim Rabbime yöneliyorum.)
Muhammed İbnü Kesîr, adamın karnına Abdülmelik İbnü Saîd, (bir daha) dokundu ve (O’na) (iyileştin, sende hiçbir hastalık yoktur), dediğini söyledi.[42]
İbnü Teymiyye, şu rivâyeti aktardıktan sonra, (Selef’in bu ve benzeri düâlarla düâ ettiği rivâyet edilmiştir), dedi.[43]
Merhûm Seyyîd Muhammed Alevî Mâlikî’nin de bir şekilde ifâde ettiği gibi, bizce mühim olan, İbnü Teymiyye’nin bu rivâyeti nasıl anladığı (ve sündürüp nerelere çektiği) değil, (Selef’in bu ve benzeri düâlarla düâ ettiği rivâyet edilmiştir) şeklindeki i’tirâfıdır. Zannımca Selef şirk içindeydi demezsiniz…
 
Devam edecek…


[1] Buhârî, Sahîh (1010)
[2] Mâide:35
[3] Zümer : 62
[4] Saffat: 96
[5] [Buhârî, Halku’l-Ef’âl Beyhekî, el-Esmâ ve’s-sıfât Huzeyfe radıyallahu anhu’dan], Et-Teysîr:1/254
[6] [Hâkim, el-Mustedrek’de Huzeyfe radıyallahu anhu’dan. Sahîhtir, dedi.], Et-Teysîr: 1-254.
[7] Şevkânî, Ed-Dürru’n-Nadîd (er-Resâilü’s-Selefiyye): 148
[8] Bu ma’nâ, İbnü Hacer’in tercîhidir. O, و ابيض يستسقى الغمام(ve ebyada yüsteskâ…) ibâresini önceki beyitte geçen
(ترك قوم سيداما)(mâ tereke kavmun seyyiden)deki سيدا(seyyiden)’e atfederek ابيض(ebyeda)’da mef’ûliyyet üzere nasbı râcih buluyor. [Fethu’l-Bârî (Dârü’l-Fikir baskısı):3/184-185]
[9] Ahmed İbnü Hanbel: (2/93), Buhârî (Muallak olarak) (1009), İbnü Mâce: (1272) Rivâyet Sahîhtir.
[10] [Fethu’l-Bârî: 2/397], Kevserî, Makâlât:389
[11] İbnü Kesîr, El-Bidâye: 8/93-94 İbnü Kesîr bu rivâyetin isnâdının sahîh olduğunu söyledi.
[12] İmâm Sübkî, Şifâu’s-Sikâm: 144-145
[13] İmâm Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, (Dâru’l-Fikir): 7/304 (Md:1295)
[14] İbnü Ebi Şeybe, el-Musannef (6/356-357, H: 32002)
[15] İbnü Hacer, el-Feth: 3/183-185 (Dâru’l-Fikir), Kevserî, Mahku’t-Tekavvul’den kısaltarak, Makâlât: 388-389
[16] Zehebî, Mîzânü’l-İ’tidâl:2/224
[17] Fethu’l-Bârî Hâmişi (Dârü’l-fikir): 3/184
[18] İmâm Buharî, Et-Tarîhu’l-Kebîr (Dârü’l-Fikir): 6/209-210
[19] Tirmizî, Sünen: (H:3578)
[20] İbnü Mâce, Sünen:1/157, (H:1385), Dârü’l-Ma’rife.
[21] Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle (H:660),
[22] Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvve: 6/166,167,168
[23] Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvve: 6/167,
[24] İmâm Kevserî, Makâlât:389-390.
[25] İbnü Huzeyme, Sahîh… Münzirî, Et-Terğîb ve’t-Terhîb (Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabî:128, H:1008)
[26] Hâkim, Müstedrek: (1/526) Münzirî, Et-Terğîb ve’t-Terhîb (Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabî:128, H:1008)”
[27] El-Kebîr (9/30-31 )
[28] Es-Sağîr (Er-Ravdu’d-Dânî:1/306-307).
[29] El-Kaidetün-Celîle’de; 98
[30] Beyhakî, Delâilü’n-Nübuvveh, Sahîh olan iki isnâd ile: 6/167-168
[31] El-Heysemi, Mecmauz-Zevâid’de (2/279)
[32] El-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb:129 H:1008
[33] Kevserî, Makâlât: 391
[34] Kâidetün Celîle: 96-97
[35] Aynı yer
[36] Aynı yer
[37] Er-Reddü’l-Muhkem:155-156
[38] Metnin tefsîri, takyîd, îzâh, tâ’mîm ve benzeri mâhiyette veya onunla alâkasız olarak râvînin sarfettiği sözlerin, hadîsden zannedilerek rivâyete eklenmesi şeklinde olan idrâc ise, evvelâ bir yanlışlık eseri olarak metne ilâve edilmişti. Bunun bilinerek veya bi lenlere aktarılmaya devâm edilmesinde ise zarar yoktur.
[39] Üstelik bir yandaki düa, öte yandaki tevessüle ve vesîle olmaya mâni’ de de ğildir.
[40] Kaidetün Celîle:93. satır: 9
[41] Parantez arası yer, Kâidetün Celîle Hâşiyesinde/dip notunda yer alan başka bir rivâyetten yapılan nakilden ilâvedir.
[42] [İbnü Teymiyye, Kâidetün Celîle: 94 (Bizdeki Nüshada, s: 91)], Muhammed Alevî Mâlikî, Mefâhîm: 132
[43] [İbnü Teymiyye, Kâidetün Celîle: Aynı yer. (Bizdeki Nüshada, s: 91)], Muhammed Alevî Mâlikî: Mefâhîm:132
PDF'e AktarYazdır

BİR CEVAP BIRAK

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen buraya isminizi yazın