PAYLAŞ
PDF'e AktarYazdır
MÎRASLA İLGİLİ BİR ÇARPITMA
 
Abdullah Hiçdönmez
بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم
Allâh-u Te‘âlâ’nın mîrasla ilgili:
﴿يُوصِيكُمُ اللّٰهُ فِي أَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنْثَيَيْنِ ﴾
“Allah size, çocuklarınız konusunda  (şunu) tavsiye eder; erkek iki kadının payına denk alır..” (Nisâ Sûresi:11) kavl-i şerîfini îzah sa­dedinde İslamoğlu’nun "Gerekçeli meal-tef­sir"- inde 5 nolu dipnot olarak düştüğü ifâdeleri aynen aktarıyoruz.
“Bu oranın haddi ednâ (en aşağı sınır) mı, haddi â’lâ (en yüksek sınır) mı veya haddi mut­lak (asla değiştirilemez oran) mı olduğu; 1) mi­ras oranlarının düzenlenmesinde ilahi mak­sadın ne olduğuyla; 2) vahyin teşri yönüyle, 3) hük­mün illete mebni olup olmadığıyla alakalı­dır.
Miras oranlarında ilahî maksat ilk ayetin de delâlet ettiği gibi adalet ve hukukun tecellisi için kulluk ve insanlık sorumluluğunu yerine getirmedir.
Mirası ellerinde tutan kadınlar değil er­keklerdir ve ayette onlar sorumlu davranmaya davet edilmektedir. “Kadına az ya da çok mi­rastan pay verin” diyen 7. Âyet, bu hükmün teşri yönünün azdan çoğa doğru olduğunu gös­terir. (7.âyetin notuna bkz.) 32.âyetteki iktisâp bizce hükmün illeti olarak okunmalıdır.
O gün­kü gelir kalemlerinin başında savaş ganimetle­ri, diyet ve kan bedeli gelir. Bunlar erkekler yo­lu ile kazanılır. İkiye bir nisabını mü’minlerin annesi Ümmü Seleme de illete mebni bir hüküm olarak okur ve bunu şöyle ifa­de eder: “Erkek­ler savaş yapıyorlar fakat kadı­nlar savaşamı­yor; sonuçta bize de mirasın an­cak yarısı düşüyor.”
Bunu bu ayetin inişinden sonra gelen şaş­kınlıktan da anlıyoruz. Taberî’nin nakline göre biri Resulullah’a gelir ve der ki; “Ya Resulel­lah, kıza yarım mı verelim? Kız ata bile bine­mez, savaşamaz.”
Bütün bu veriler ışığında bu oranın haddi mutlak olmadığı, en yüksek sınır değil, en aşağı sınırı oluşturan illete mebni bir oran olduğu sonucuna varılır.
Gerek miras oranlarının illet, hikmet ve maksadını anlamaya yönelik bu yorumumuz ge­rekse buna benzer meseleye yeni bir açılım ge­tiren daha başka yorumlarımız, sadece muradı ilahiyi anlama çabamızın bir ürünü olarak an­laşılmalıdır. İslâm’ı çağa uydurma veya uyar­lama gibi bir derdimiz yoktur. Böyle bir yakla­şım sağlıklı da değildir.” (Gerekçeli meal- tef­sir:1/147)
İslamoğlu yapmış olduğu meâl çalış­ma­sında kızların mîrastan erkeklerin hissesinin ya­rısını alacağını beyân eden Nisâ Sûresi’nin 11. âyetini ter­cüme ettikten sonra 5 nolu dip notta her zaman yaptığı gibi görüşünü netleştirmeyip oku­yucu­nun ikilemde kalmasını sağlamaya ça­lışmıştır. Şöyle ki bu âyeti anlamanın:
1) Mîras oranlarının düzenlenmesinde İlâhî maksadın ne olduğunu anlamaya,
2) Vahyin teşrî‘ yönünü anlamaya,
3) Hükmün illete mebnî olup olmadığını anlamaya bağlı olduğunu söyleyip daha sonra da Nisâ Sûresinin 32. âyetindeki “İktisâbı (ka­zanmayı)” illet olarak gördüğünü söylüyor.
Aynı zamanda Nisâ Sûresinin 7. âyetini de çarpıtarak:
“Kadına az ya da çok mîrastan ve­rin” diye tercüme edip burada azdan çoğa doğ­ru te­rakki ifâde edildiğini, böylece kızların, erkek­lere ve­rilen hissenin yarısını almalarının hadd-i mut­lak olma­dığını, belki hadd-i ednâ olduğunu id­dia ediyor.
İslamoğlu hadd-i ednâ ile eğer bu ednâ hissenin çoğaltılabileceğini kastediyorsa bunun ne yolla yapılabileceğini açıklaması gerekirdi. Ama bunu yapmadı!
Bulduğunu iddia ettiği ik­tisab illetine da­yanarak bir kıyas yapacaksa, hangi u­sûle göre sarih nassı kıyasla değiştirebileceği­ni be­yan et­sin!
Ayrıca neyi “Makîsun aleyh” olarak belir­leyeceğini açıklasın! Elinde Kur’ân’dan daha kuvvetli bir asıl mı var ki, o aslın hükmüyle Kur’ân’ın hük­mü­nü iptal edebilsin!
Yok, eğer diğer vâ­ris­lerin rızâsıyla mîrasta en alt sınır olarak iddia ettiği paya ziyâde yapılmasını kast ediyorsa, buna îtirazımız yok, Vâris kendi hakkından bacısına fazla verebilir ama unutmayalım ki kız da erkek kardeşine  kendi hissesinden hibe yoluyla fazla verebilir.
Her iki taraftan yapılan bu hibeler mîras olarak adlandırılmaz. Yapılan bu hibe Kur’ân’­da zikri geçen kadın hissesinin ednâ olmasını gerektirmez. Çünkü vârislerden birinin kadına yapacağı hibeyle en alt sınır çoğaltılabiliyorsa, kadı­nın erkeğe yapacağı hibeyle de bu sınır azaltılabilir.
Dolayısıyla İslamoğlu’nun en alt dediği sınır da ortadan kalkar. Buna göre İslamoğlu’­nun kastının hibe yoluyla kadını erke­ğe eşit yapmak olmadığı anlaşılmıştır.
İkinci iddia birinci iddianın tekrârıdır. Çünkü İlâhî maksadı anlamak zâten vahyin teşrî‘ yönünü anlamayı ge­rektirir. Ancak mekā­dîr-i şer‘iyye deni­len şer‘î nisabları insan ak- lının anlaması mümkün değildir. Kim öğlenin farzının niçin 4 rekât olduğunu, zekâtın 1/40 olmasını, tavâfın 7 şavt oluşunu ve diğer­lerini açıklayabilir.
Mîras payları da bu kabilden olup İslam­oğlu’nun iddia ettiği gibi illetine vâkıf oluna­cak hususlar değildir. Bu noktada kişi ubûdiy­yetinin gereğini yaparak nassın emrine îman e­dip o şekilde amel eder.
Üçüncü iddiasında hükmün an­laşıl­ması il­letin anlaşılmasına bağlı olduğunu ve bu illetin Hazret(!) tarafından bilindiğini ve bunun da kesb yani kazanma ol­du­ğunu iddia etmiş, aka­binde de bu illetin bu gün artık tahakkuk etme­diğini, dola­yı­sıy­la da kıza bir, erkeğe iki hük­münün artık geçerli olmadığını îmâ etmiştir.
Dikkat ederseniz “Îmâ etmiş” di­yo­ruz, çünkü hiçbir zaman açık konuş­mu­yor, “Bir îti­raz olur da al­tın­da kalırsam ne yaparım?” diye her za­man bir kıvırma payı bı­ra­kı­yor.
Gelelim îmâ ettiği iddiaların cevaplarına; “Hükmün anlaşılmasının illetin anlaşılmasına bağlı olması” kıyâsa ihtiyaç duyulması duru­mundadır ki o takdirde, hükmü bilinmeyenler, hükmü bili­nene kıyas edilip, bulunan müşterek illete göre bilinmeyenin hükmü iz­hâr edilir.
Hâlbuki burada bu durum söz konusu de­ğildir, çünkü ulemâ “Mîraslar kıyas yoluyla de­ğil ancak Kur’ân, Sünnet ve İcmâ‘ ile tespit edi­lir” diye ittifâk etmiştir. Ayrıca muttarid (değiş­mez) olmayan bir vasıf ne zamandır illet olabi­liyor. Bir ekmek satarak da kesp (kazanma) o­lur, savaş meydanında düş­man kovalayarak da!
Hâlbuki Hazret(!) “Kesb” derken savaş meydanındaki kazanımı kastediyor. Demek ki buna göre savaşa katılan kızkardeş herhangi bir sebepten dolayı savaşa katılamayan erkek kar­deşinden iki misli fazla mîras alacak. Ne kıyas ama(!)
Hulâsa-i kelam; İbnü’l-Cevzî bu âyetin tefsirinde İmam Zeccac (Rahimehullâh)dan şöyle naklediyor: “Burada geçen “Vasiyet etme” tâbiri “Farz kıl­ma” mânâsındadır. Tavsiye laf­zıyla emre­dil­me­sinde ise özel bir tekit vardır.”
Yâni “Sakın ha! O küçük akıllarınızla bü­yük işlere kalkışıp kendi kafanıza göre hisseleri taksim etmeyin!” demektir.
İslamoğlu’nun bunun gibi daha birçok âyet ve hadis yorumlarında yapmış olduğu yanlışlar­da asıl hayreti mûcip olan husus; ulemânın ya hiç söy­lemediği ya da kāhir çoğunluğunun ka­bul et­mediği yorumları ortaya atacak cesâreti kendisinde bulmasıdır. Câhilin cesur olduğu herkesin mâlumudur. Bu kişi câhil biri de ol­madığına göre onun derdi olsa olsa Müslüman­ların kafalarını karış­tır­ıp, onları Kur’ân, Sünnet ve Ehl-i Sünnet yolundan ayırma çabasıdır!

Vesselam…

PDF'e AktarYazdır

BİR CEVAP BIRAK

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen buraya isminizi yazın