PAYLAŞ
PDF'e AktarYazdır
KÜFÜR SİSTEMLERİNİN GÜBRE YIĞINLARINDA YETİŞTİRİLEN
KÜFLÜ VE ZEHİRLİ KÜLTÜR MANTARLARI
 
 
Ümmet-i İslâm küfür sistemlerinin teşkil ettiği konfederasyonun dehşet saçan bir kurt kapanında boğulmak istenmektedir; hattâ buna ramak kalmıştır. Yapılan kimi akademik araştırmalar bile Müslümanların zenginleştikçe hızla lâyikleştiklerini, bilmem kaç sene içinde iyi saatte olsunlar ile aralarında herhangi bir problemin kalmayacağını gösteriyormuş. Pireler kanlanınca ve canlanınca demek ki böyle oluyormuş. Meğer, tırnak olmadığı için kaşınılmıyormuş, bir şey bulunamayınca Sünnet’e uyan bir şekilde yenilip içiliyor ve giyiniliyormuş. Bunun böyle oluşu sahtekârlık değilse, hafif akıllılık ve alîllik de mi değildir?!… 
     Ümmet’in -değil sıradan ferdleri- işlerin önünde olanları veya önünde gibi görünenleri yahud da önünde gösterilenleri bile tehlike buudlarının kâfî mıkdârda, belki de hiç farkında değillerdir…
    “Zifirî gece karanlıkları parçaları gibi olan (şirk, küfür, imtihân, belâ ve musîbet) fitneler(in)den önce (mükellef kılındığınız) amellere koşuşturun. O karanlıklar içinde kişi sabaha mü’min akşama ise kâfir, akşama mü’min sabaha da kâfir çıkacak. Onlardan biri dînini azıcık bir dünyâ karşılığında satacak.”[1]
    “Kıyâmet(’in kopmasın)dan evvel (her yanı) zifîri karanlıklar altında bırakacak olan gece karanlıklarının parçaları gibi bir takım fitneler olacaktır. O karanlıklar içinde kişi sabaha mü’min akşama ise kâfir, akşama mü’min, sabaha da kâfir çıkacak. Bir takım kavimler dinlerini dünyâdan (küçük) bir menfaat karşılığında satacaklardır.”[2]
    “Bir takım fitneler olacak. O fitneler içinde kişi sabaha mü’min akşama da kâfir çıkacak. Ancak Allah celle celâlühû’nün ilim ile ihyâ ettiği kimseler (bu tehlikeden) müstesnâ olacak.”[3]
    “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, (insanlar o zamanda) mescidlerde toplanacaklar; (ama) içlerinde bir tane mü’min bulunmayacak.”[4]
     Demek ki, en büyük fitne olan şirk ve küfürün sistemlerinin atmosferleri, Ümmet-i İslâm’ın üzerine zifîrî gece karanlıklarına benzeyen kâbuslar olarak çökecek… Artık Ümmet, önünü, ardını yanını, üstünü ve altını, hattâ hiçbir tarafını, hiçbir şeyi göremez hâle gelecek. Önündeki çukuru ve uçurumu göremeyip ona düşecek ve yuvarlanacak; yanındaki veya ardındaki yırtıcıları veya pusuya yatmış düşmanları göremeyip hayâtını kaybedecek. İlmî, irfânî ve amelî inhitât/düşüş nihâyet dibe vuracak. Hâsılı, her nevi menfâatlerini göremeyip onlardan mahrûm kalacak; tehlikeleri göremeyecek de onlardan kurtulma şansını kaybedecek. En küçük bir değerini bile dünyâlar karşılığında değiştirmeyecek kadar kemikleşmiş mümtâz şahsiyet sâhibi olarak bilinen kimselerin bile, artık küçük kemik veya leş parçaları bedelinde dahi pazarlayacağı ulvî değerleri kalmayacak… Ne zaman?… O zaman geldi mi, gelmedi mi?… Geldi de geçmek üzere bile… Ortalık, işledikleri sayısız münâkaşa kaldırmayacak haramlar yetmiyormuş gibi, İslâma taban tabana zıt kanun yapmakla dînin ölçülerine göre âsîlik, hâinlik, hattâ kâfirlik sıfatını kazanan politikacılar ve onlara toz kondurmayan, hasta particiler hâline gelen gönüllü parti amigolarından geçilmiyor. Bu hafifmeşreblik, düşüklük ve bayağılık, değil eli, ayağı bile öpülecek olarak tanınan kimselere kadar geldi dayandı bile… Eyvâh!… Ne kadar da ucuz muşuz meğer!… Postumuz ne kadar da değersizmiş böyle!… Bu âr bize yeter de artar bile… Kahrolmamak için bir sebeb kalmadıysa da, ramet-i ilâhiyyeye nisbetle ümidsizlik için dahi sebeb yoktur; yine de tevbe kapıları açıktır… Allâh isterse bütün nâ müsâid şartları tersine çevirir. O buna kadirdir; lâkin aynı zamanda da O hakîmdir… Bir yandan O’ndan utanan utana meccânen affımızı ve rahmetini istemeye ısrârla devâm ederken, hikmetini gözetleyecek şekilde adım atmaya dahi mecbûruz…
    İslâmî ma’nâda siyâsî, ilmî, irfânî ve terbiyevî sâhibsizlikleri veya sâhiblerine lâyık olmamaları yüzünden düşmanlarını sahib belleyen, muavvizâtı/koruyucuları ihmâl ettiğinden sihirlenen, beynini belediye lağımı yapıp her çeşit kazuratın mahalli haline getirdiği için de çıldıran ve ne yaptığını bilmez hâle düşürülen Ümmet, akrebin ifrât ve tefrît kıskacında anlatılamayacak dehşette bir tehlikeyi yaşamakta… Bazen habbeyi kubbe bazen de kubbeyi habbe, bazen zerreyi kürre, bazen de kürreyi zerre yapmanın keskin ve tehlikeli zikzaklarını çizmekte… Küfür düzeninin gübre yığınlarında yetiştirilen zehirli kültür mantarları olan “İslâmsal” yaftalı  “bilim adamları”nın yahud “bilim kadınları”nın elleriyle zehir yutturulan Ümmet, kuzu gibi mülâyım olacağı yerlerde aslan, aslan kesileceği yerlerde de kuzu veya sessiz kediler hâline getirilmiş… “Kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında da alçak gönüllü” olmak mevkıindeyken, can düşmanları olan kâfirlere karşı tavuk, kendi aralarında ise aylarca aç kalmış ve dişlerini sıyırmış sırtlanlar yapılmış… Kükrenilecek yerde ölü gözlerle donuk donuk bakan cansız heykeller, susulacak yerde de yeri göğu inleten ve dehşet saçan keyfiyette görülmedik insanlar olmuşlar… En temel düstûrlarda Allah’ın dînine karşı işlenen cinâyetlere sessiz sedasız, kendi kılına dokunulur gibi yapıldığında ise, her yanı vaveylâya veren şarlatanlar gibi gürültülü ve saldırgan olmuşlar…
    Ümmet’in İslâmî hamiyyet ve gayreti o kadar sıfırlanmış ki, lüzûmlu yerlerde kullanılmak üzere layıkıyla anlaşılamayacak ve anlatılamayacak nisbette büyük fayda ve hikmetlerle yaratılan sinir lifleri usta cerrâhlarca bedeninden adeta son teline kadar mahâretli bir şekilde ayıklanmış… Böylece bünyesinde, yapılacak en ufak bir haricî müdâhale ile hemen harekete geçecek olan hayâtî ehemmiyeti hâiz ince reflekslerin hâsıl olması şöyle dursun, beynine yediği balyozlarla bile göz kapakları kıpırdamaz hâle getirilmiş…
    Zayıf bir isnâdla da olsa Dârekutnî, Kudâî, Askerî, İbnü Adiyy ve diğerleri tarafından yapılan merfû’ bir rivâyette şöyle denilmektedir:
   “İyyâküm ve hadrâeddimen”/gübrelerin üzerinde biten yeşil bitkiden uzak durun…[5]
    Yahud, “Çöplük gülü koklanmaz…”
    Evet, gülistandaki gübrelerin zararı olmaz, hattâ belki bazı yanlarıyla kısmen faydası bile olabilir; ama, gübre yığını üzerindeki gülleri koklamak ise çoğu kez hayata bile mal olur…
    “Aslen bâtıl olan, fer’an da bâtıl olur.” Temelinde bozuk olan bir şey, teferruâtında/detaylarında da bozuk olur. Temel bozuksa, üsteki zahirî düzgünlükler ve güzellikler kimi zaman bozukluklardan bile tehlikeli olur. Bozuk temeller üzerinde sağlam ve mutantan saraylar bina eden, yahud çöplük gülünü, çoğu zaman da, çöplükteki güle benzettiği zakkumu koklamakla ömür tüketen ve sıvı gübre yığınlarının üzerinde ekilip yetiştirilen yeşilliklere saldıran malûl Mü’minlere neyi nasıl anlatacağız?…
    Küfrün çöplüğünde ve gübreliğinde bazen üreyen çoğu kez de üretilen ve dahi türetilen zehirli mantarlar olan “Müslüman(!) Bilim Adamları” tarafından -ki böyle olmayanlar alınmasınlar- Kur’ân, Sünnet ve Ümmet’in âlimi ve câhili ile söz birliği ettiği îmân esasları bile tartışılır olmuş. Hattâ şunların bazıları neredeyse tartışılmaz bir şekilde îmân esaslarından silinmiş… Artık, îmân prensipleri kimine göre iki, kimine göre üç, kimine göre de dört hâline getirilmiş. Hatta, üçüncü ve dördüncü esaslar (Peyğamberlere ve Kitâblara îmân) budanarak yarımşar olarak kabûl edilir olmuş. O kadar ki, son Peyğamberimiz sallellâhu aleyhi ve sellem efendimiz’in peyğamberliği kabûl edilecek, inkâr edilmeyecek, ama O’na uyulmayabilecek. Yine Kitablara îmân çerçevesinde Kur’ân’ın Allah’dan geldiği ve uydurma olmadığı kabûl edilecek ama O’na uyulmayabilecek…
    Efendiler!… Bu düşünceler, Son Nebi sallellâhu aleyhi ve sellem’in ve getirdiği son Kitâbı Kur’ân’ın bütün insanlığa gönderilmediği inancını taşımaktadır. Bu ise bir mü’mini kâfir yapar. Bu düşünce ve inançta olanlar, kim olurlarsa olsunlar kâfirlerdir
    Nihâyet Meleklere ve Kader’e îmândan söz edilmez olmuş… Bu iki îmân esası, gübre üzerinde yetiştirilen kültür mantarlarınca âdeta söz birliği ile îmân esası kabûl edilmemektedir. Kadere ve Meleklere îmân etmeyen veya edilmesini Mü’min olup cennete girebilmek içün mutlaka lüzûmlu görmeyenler de kâfirlerdir…
    Ey altı îmân esasının Mü’min olmak içün mutlaka gerekli olduğuna îmân eden Mü’minler topluluğu!… Lütfen nezâket, kibarlık ve çelebilik ile nezaket budalalığını ve mendeburluğu karıştırmayalım…
     Şimdi, Hayrettin Karaman, Mustafa İslamoğlu, Süleyman Ateş ve başka birilerince Mü’minlere “toplum mühendisi” yapılanlara ve onların görüşlerini taşıyanlara soruyoruz:
     Birinci Süâl: Allah’a ve Ahiret Günü’ne îmân etmenin yanında istisnâsız bütün peyğamberlere, bu arada da Âhir zaman Nebîsine îmân etmek, teslîm olmak ve dînine girmek Mü’min olup cennete girmek içün mutlaka gerekli midir, değil midir?  “Gerekli değildir” diyenlerin kâfir olduğuna inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
     Bize gelince… Bütün Mü’minler gibi biz de “gereklidir” diyor, “gerekli değildir” diyenlerin kesin ve tartışmasız kâfir olduklarına inanıyoruz…
     İkinci Süâl: Son Nebi Muhammed sallellâhu aleyhi ve sellem’e gelen Kur’ân’a îmân edip, ona teslîm olmak Mü’min olup cennete girmek içün mutlaka gerekli midir, değil midir? “Gerekli değildir” diyenlerin kâfir olduklarına inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
     Bize gelince… Bütün Mü’minler gibi biz de “gereklidir” diyor, “gerekli değildir” diyenlerin kesin ve tartışmasız kâfir olduklarına inanıyoruz…
    Üçüncü Süâl: Nebimiz Muhammed sallellâhu aleyhi ve sellem’ın peyğamberliği ile getirdiği Ku’ân ve Şerîat âlemşumûl/evrensel midir, değil midir? “Değildir” düşüncesinde olanların kâfir olduklarına inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
    Bize gelince… Bütün Mü’minler gibi biz de “Nebimiz Muhammed sallellâhu aleyhi ve sellem’ın peyğamberliği ile getirdiği Ku’ân ve Şerîat âlemşumûl/evrensel değildir” düşüncesinde olanların kesin ve tartışmasız kâfir olduklarına inanıyoruz…
    Dördüncü Süâl: Meleklere îmân etmek Mü’min olup cennete girmek içün mutlaka gerekli midir, değil midir? “Gerekli değildir” diyenlerin kâfir olduğuna inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
    Bize gelince… Bütün Mü’minler gibi biz de “gereklidir” diyor, “gerekli değildir” diyenlerin kesin ve tartışmasız kâfir olduklarına inanıyoruz…
    Beşinci Süâl: Kadere Îmân etmek Mü’min olup cennete girmek içün mutlaka gerekli midir, değil midir? “Gerekli değildir” diyenlerin kâfir olduklarına inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
    Bize gelince… Bütün Mü’minler gibi biz de “gereklidir” diyor, “gerekli değildir” diyenlerin kesin ve tartışmasız kâfir olduklarına inanıyoruz…
    Altıncı Süâl: Teslîs’e inanan Hristiyanlar kesin kâfirler olup cehenneme girecekler mi, girmeyecekler midir? “Kâfir değillerdir ve cehenneme girmeyecekler” düşüncesinde olanların kâfir olduklarına inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
    Bize gelince… Bütün Mü’minler gibi biz de “Kâfir değillerdir ve cehenneme girmeyecekler” düşüncesinde olanların kesin ve tartışmasız kâfir olduklarına inanıyoruz…
    Meselenin daha bir açıklık kazanabilmesi içün kısmen tekrâr olacak iki süâl daha soracağız:
    Yedinci Süâl: Yehûdî ve Hristiyânların bütün Nebilerin ve bu arada Son Nebi Muhammed sallellâhu aleyhi ve sellem’in peyğamberliklerine ve Kitâblarına Îmân etmek ve Son Nebi sallellâhu aleyhi ve sellem’in Şerîat’ına girmek Mü’min olup cennete girmeleri içün mutlaka gerekli midir, değil midir? “Gerekli değildir” diyenlerin kâfir olduklarına inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
    Bize gelince… Bütün Mü’minler gibi biz de “gereklidir” diyor, “gerekli değildir” diyenlerin kesin ve tartışmasız kâfir olduklarına ve yeniden îmân etmedikçe cennete giremeyeceklerine inanıyoruz…
    Burada güya efendi kesilip, “adamlarıın usûlü budur, onları tekfîr edemeyiz” deyip kâfir olduklarına inanmayan akıllı ve bâliğ, mükelleflerin de kesin kâfir olacaklarına inânıyoruz.
    Evet cevab bekliyoruz… Cevâbların sorulanlarla alâkasız, dolambaçlı ve hedef saptırıcı değil de açık ve net olmalarını istiyoruz…
    Kahkaha aynalarının karşısındaki Müslümanlar, manzaralarıyla hem yürekleri dağlıyorlar, hem de insan olan insanları abdest kaçırtacak seviyede güldürüyor, günâha sokuyorlar… Karşısında durduğu aynaya göre, kiminin kafası düğme kadar, gövdesi ise kocaman bir pamuk balyası gibi… Bir başkasının kafası büyük bir sepete, vücudu ise düğmeye benziyor… Bazısının kafası hıyar, gövdesi de büyük bir bal kabağı… Bir takımları da enine olabildiğince geniş, boyuna ise cüce… Kimisi, “mücâhiddir” ama “zikr”e karşıdır. Bazısı “ilimci”dir, ama “amel”de ve “ihlâs”da ağırdır ve sağırdır. Kimsi “zikir”cidir, lâkin “cihâd” düşmanıdır. Kimisi zâhirde kelle kulak yerinde güzel bir Müslüman gibi görünmektedir, lâkin ya kalb, ya beyin, ya ciğerler veya böbrekler gibi uzuvlarında hayâtına mal olacak rahatsızlıklara sâhibdir. Ahsen-i Takvîm üzere yaratılmış olmalarına rağmen akılsızlık edip şu aynaların karşısına geçmelerinin vebâli elbette kendilerinin boynundadır.
   
    Hüseyin AVNİ


[1] [Ahmed İbnü Hanbel, Müslim ve Tirmizî, Ebû Hureyre radıyallâhu anhu’dan], El-Fethu’l-Kebîr:1/476
[2] [Tirmizî, Enes radıyallâhu anhu’dan], El-Fethu’l-Kebîr:1/509
[3] [İbnü Mâce ve Taberânî, Ebû Ümâme radıyallâhu anhu’dan], El-Fethu’l-Kebîr:1/634
[4] Hâkim, el-Müstedrek, Abdullah İbnü Amr (İbni Âs) radıyallâhu anhumâ’dan. Hâkim, “bu hadîs, Buhârî’nin ve Müslim’in şart
 larına göre sahîhtir” dedi ve Zehebî, Telhîsu’l-Müstedrek’te onu tasdîk etti. (4/442)
[5]  [Dârekutnî, el-Efrâd, Râmehürmüzî ve el-Askerî, el-Emsâl, İbnü Adiyy, el-Kâmil, Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb, Hatîb, Îdâhu’l-Mültebis, Deylemî, Vâkıdî hadîsinden. (Rivâyetin isnâdındaki zayıflığın mes’elemize zararı olmaz.)], el-Makasıdü’l-Hasene: 222, H:271 Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî,1405
PDF'e AktarYazdır

BİR CEVAP BIRAK

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen buraya isminizi yazın