PAYLAŞ
PDF'e AktarYazdır

MEKTÛBÂT-I RABBÂNÎ’DEN BİRİNCİ CİLD 52. MEKTÛB

 

Tercüme: Muhammed YELKENCİ

 

———————————————————

Bu Mektûb, Seyyîd Naqîb Ferîd Buhârî’ye Yazılmış Olup Nefs-i Emmâre’nin Kötülenmesi ve Onun

Zâtına Âid Hastalığının Beyânı İle Şu Hastalığın Yok Edilmesinin İlacının Açıklanması Hakkındadır.

———————————————————


اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم

اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ

 (Mektûb yazmak içün) şu samîmî duacı(Şeyh Ahmed es-Serhendî)yi -O’na şefkât ve merhâmet ederek- seçen (siz) şerefli kardeş(imiz)in mektûbunu okumakla şereflendik. Allah sübhanehû ecrinizi büyük yapsın, değerinizi yükseltsin, göğsünüzü (islâm’a) açsın ve işlerinizi kolaylaştırsın. Salâtların en üstünü ve selâmların en kâmili de en şerefli dedeniz’e (Nebîmiz sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz’e) olsun… Allah teâlâ bizleri, zâhiren ve bâtınen/iç ve dış dünyamızda O’na uymakta yere iyice sağlam bastırsın. Bu duâya “âmîn  diyen kula da Allah celle celâlühû rahmet eylesin.

Kötü arkadaştan ve kötü ahlâklı dosttan şikâyet hususunda bazı cümleler yazmaya niyyet etim; (tarafımızdan) ümîd edilen, (yazacaklarımı) kabûl kulağı ile dinlemenizdir.

(Katımızdan) hizmet edilmiş ve ikrâm görmüş evlâdım!..

Şunu bil ki; insanın nefs-i emmâresi, makamı ve reisliği sevmek tabiatı üzere yaratılmıştır (bu onun mayasında ve çamurunda vardır). Bütün gayreti akranlarının tamamından üstün olmaktır. Bizzat temenni ettiği şey, bütün yaratılanların kendisine muhtâc olmaları, emirlerine ve yasaklarına boyun eğmeleridir. O ise ebediyyen herhangi bir kimseye muhtâc ve hiçbir kimsenin hükmü/idâresi altında olmak istemez. Bunların tamamı, nefsi emmâreden ortaya çıkan ilâhlık davası ve saltanâtı yüce olan, dengi ve benzeri olmaktan uzak olan yaratıcısına ortak olmak iddiâsıdır. Hattâ, saadetten (îmândan ve İslâmdan) çok uzak olan şu nefs-i emmâre (Rabbine) ortak olmaya bile râzı değildir; aksine tek başına hâkim olmayı ve diğer bütün varlıkların kendisinin hükmü altında kalmasını ister.

Hadîs-i Kudsîde şu şekilde gelmiştir:

عَادِ نَفْسَكَ فَاِنَّهَا اِنْتَصَبَتْ لِمُعَادَاتِى

Nefsine düşmanlık et; çünkü o, bana düşmanlık için ayağa dikilmiştir.”[1]

İşte bu yüzden (sâhibine, kötülükleri durmadan ve aşırı bir şekilde emreden nefis demek ma’nâsına gelen) nefs-i emmâreyi, istediği şeyler olan makam, reislik, akranlarından üstün olmak ve büyüklenmeyi ona vererek terbiye etmeye çalışmak, gerçekte Allah teâlâ’ya düşmanlık etmekte onu güçlendirmektir. O halde bu işin çirkinliğini iyice kavramak lâzımdır.

Hadîs-i Kudsîde şu şekilde gelmiştir:

اَلْكِبْرِيَاءُ رِدَاءِي وَالْعَطَمَةُ اِزَارِى فَمَنْ نَازَعَنِى فِى شَيْئٍ مِنْهُمَا اَدْخَلْتُهُ فِى نَارِى وَ لآَ اُبالِى

Ululuk benim ridâm (üst elbisem), büyüklük de izarımdır (alt elbisemdir.)[2] Kim bunlardan herhangi biri hakkında (‘bu benim olsun’ gibi düşünmek veya söz söylemek sûretiyle) benimle çekişirse, onu ateşime atarım; aldırış da etmem.[3]

(Allah celle celâlühû, Nebîsi sallellâhu aleyhi ve sellem ve dostları yanında) alçak olan dünyanın (yine) Hakk sübhânehû katında buğz edilmiş (kızılmış) ve la’netlenmiş olması, ancak dünyalıkların elde edilmesinin nefs-i emmârenin isteklerinin meydana gelmesine el uzatıcı ve yardımcı olması sebebiyledir. Kim düşmana yardım ederse, çâresiz la’neti ve kovulmayı hak eder.

Fakirliğin, Muhammed sallellâhu aleyhi ve sellem’e ait bir övünme sebebi olması[4] sadece fakirlikte nefsin isteğinin meydana gelmemesi ve âcizliğinin ortaya çıkması bulunduğundandır. Peygamberler(sallallâhu alâ nebiyyinâ ve aleyhim)’in gönderilmesinin maksadı ve Şerîat’a ait kulluk vazîfelerinin hikmeti, nefs-i emmâreyi âciz bırakıp tahrîb etmektir. Şerîatlar, nefse ait arzu ve istekleri kaldırmak için gelmiştir. Her ne zemân Şerîat’ın îcâbı olan bir şey yapılırsa, onun miktarınca nefs-i emmârenin arzularından eksilir ve yok olur. İşte bu yüzden, nefse ait şiddetli isteklerin ve arzuların yok edilmesi hususunda Şerîat’a ait (farz, vâcib, v.s gibi) hükümlerden herhangi birini yerine getirmek, (kendiliğinden) bin sene boyunca riyâzet yapmakla/az yemek, az uyumak, az konuşmakla nefsin isteklerine karşı koymaktan daha üstündür.

Hattâ, Şerîat-ı Ğarrâ’nın (her inanç, fikir, düşünce ve dünya görüşünden daha parlak olan Şerîat’ın) îcâbına uyacak şekilde yapılmayan riyâzetler ve mücâhedeler, nefsin arzu ve isteklerini destekleyici ve kuvvetlendiricidir. Hindistan Brehmenleri ve cûkîleri/yogileri bu riyâzetler ve mücâhedeler husûsunda hiçbir noksanlık yapmamışlardır. Ancak bütün bu çalışmaları, Şerîat’a mutâbık olarak yapılmadığından, bunlardan aslâ faydalanamamışlar ve nefislerini takviye ve büyütmekten başka bir şey elde edememişlerdir.

Meselâ bir kimse, Şerîat’ın emrettiği zekâtını ödemek niyetiyle (bir çeşit para birimi olan) bir dânik[5] (para) verse, bu işi, nefsini yıkmak hususunda (Şerîat tavsiye veya emretmediği hâlde) kendiliğinden bin altını sadaka olarak vermekten daha faydalıdır. Aynı şekilde, Ramazân-ı Şerîf bayramında Şerîat’ın hükmünce yemek ve içmek, nefsin arzularını savmak hususunda kendiliğinden senelerce oruç tutmaktan daha faydalıdır. Sabah namazının iki rekâtlık farzını eda ederken sünnetlerden bir sünnet olan cemaatte bulunmak, sabah namazında cemaati terk etmekle beraber gecenin tamamını nâfile ibâdetle geçirmekten daha fâziletlidir.[6]

Kısacası, nefs-i emmâre, efendi olmak ve üstünlük davasının kara sevdâsının pisliğinden tertemiz hâle gelmediği müddetçe kurtuluş imkânsızdır. O halde nefsin sonsuz bir ölüme sürüklenmemesi için bu ma’nevî hastalığı gidermek düşüncesi mecbûrîdir. Nefse ait enfüsî (kişinin kalbindeki, gönlündeki) ve âfâkî (dış dünyasındaki) ilâhların yok edilmesi için ta’yîn edilmiş olan “lâ ilâhe illellâh” sözü, nefsin tezkiyesi/pâk edilmesi içün en çok faydalı ve onun temizlenmesi içün en münâsib olan(bir vâsıta)dır. Tarîkat büyükleri -kaddesellâhu esrârehüm- nefis tezkiyesi için bu pâk olan kelimeyi tercîh etmişlerdir.

Şiir: Lâ kılıcıyla vurmadıkça mâsivânın boynunu,/İllellah köşküne kavuşamazsın.

Nefis, azgınlık, inad, ahdini bozmak ve fesad makamında bulunduğu müddetçe bu kelimeyi tekrar etmekle îmânı yenilemek îcâb eder.

Efendimiz sallellâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

جَدِّدُوا اِيمَانَكُمْ بِقَوْلِ لآ اِلَهَ اِلَّا اللهُ

“Îmânınızı (لآ الَهَ اِلَّا الله)/‘lâ ilâhe illellâh’ sözü ile yenileyiniz”[7].

Hattâ, bu kelimeyi her vakit tekrar etmek lâzımdır. Çünki, nefs-i emmâre dâimâ çirkinlik ve kötülük makamındadır.

Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem efendimiz’den bu kelimenin fâzileti hakkında şu hadîs-i şerîf gelmiştir:

لَوْ وُضِعَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْاَرْضُ فِى كَفَةِ الْمِيزِانِ وَ هَذِهِ الْكَلِمَةُ فِى كَفَةٍ لَتَرَجَّحَتْ هَذِهِ الْكَلِمَةُ

Gökler ile yer terâzinin bir kefesine konulsa, diğer kefesine de bu kelime (kelime-i tevhîd) konulsa, elbette bu (kelime-i tevhîdin bulunduğu) kefe diğerine ağır basar [8]

Selâm hidâyete tâbi’ olanlara ve Mustafâ sallellâhu aleyhi ve sellem efendimiz’e tâbi olmayı kendine lâzım kılanlara/kendinden ayırmayanlara olsun.



[1]    Bu rivâyet’in Dâvûd aleyhisselâm’ın kudsiyyâtından olduğu söylenmiştir. Mektûbât Tahrîci, Mektûbât Hâmişi (1/66)

[2]    Bunun ma’nâsı, ‘bunlar tamâmen bana âid şeylerdir’ demektir. Yoksa Allah celle celâlühû’nün -hâşâ- bilinen ma’nâda elbisesi olmaz.

[3]    Ahmed (1/248 ve birçok rivâyet, yakın bir lafız ile), Müslim (H:2620, yine yakın bir lafız ile), Ebu Dâvûd (4090, benzer lafızla) ve İbnu Mâce (4174, benzer bir lafızla) Ebu Hureyre radıyallahü anhu’dan, yine İbnu Mâce (4175, yine benzer bir lafızla), İbnu Abbâs radıyellahu anhumâ’dan. Mektûbât’ın lafzı cevher olarak bunlarla aynı olup lafız farklılıkları teferruatla alakalıdır..

[4]    Kâdı İyâz Hadîsi Şifâ-i Şerîf’inde Hazreti Ali Efendimiz (radıyallahu anhu ve kerremellâhu vechehû)’den nakletmiştir.

[5]    Bir dirhemin altıda biri. (İbnu ‘Âbidin)

[6]    Hazreti Ömer radıyellâhu anhu cemaate sabah namazını kıldırdıktan sonra, onları bulunduğu yerden teftîş etti. Adamlarından birini göremeyince, bunun sebebini araştırdı. “Gece boyu ibâdetle meşgûl olduğu için, cemaate yetişememiş” olabileceği haber verilince; “keşke sabaha kadar uyusaydı da sabah namazını cemaatle eda etseydi; bu onun için daha hayırlı olurdu,” buyurdu. (Muvatta’, Ebu Bekir İbni Ebî Hasme’den) (Mektûbât, Cilt 1/ 29. Mektûb)

[7]    İmam Rabbânî kuddîse sirruhû bu hadîs-i şerîfi ma’nâsı ile rivâyet etmiştir. Hadîs, Ahmed İbnu Hanbel’in el-Müsned’inde    (2/359) şu lafız iledir:

قَالَ رَسُولُ الله جَدِّدُوا إِيمَانَكُم

قِيلَ يَا رَسُولَ الله وَ كَيْفَ نُجَدِّدُ إِيمَانَنَا قَالَ اَكْثِرُوا مِنْ قَوْلِ لَا اِلَهَ اِلَّا اللهُ

“Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: (Îmânınızı yenileyiniz) ‘îmânımızı nasıl yenileyeceğiz, yâ Resûlellâh’? dediler. O, da (‘Lâ ilâhe illellâh’ sözünü çok söyleyiniz) buyurdu. Hadîs, Taberânî’nin el-Kebîr’inde de,

اِنَّ الْإِ يمَانَ لَيَخْلُقُ فِى جَوْفِ اَحَدِكُمْ كَمَا يَخْلُقُ الثَّوْبُ فَسَلُوا اللهَ اَنْ يُجَدِّدَ الْاِيمَانَ فِى قُلُوبِكُمْ

“Şübheniz olmasın ki,  îmân sizden birinizin iç boşluğunda (kalbinde) elbette bir elbise gibi eskir. Öyleyse Allah celle celâlühû’dan îmânı kalblerinizde yenilemesini isteyiniz” şeklindedir. (Mecmâu’z-Zevâid:1/72, H:159, Heysemî, ‘bunun isnâdı hasendir’ dedi.)

[8]     Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle, Ensâr’dan bir kişi yoluyla Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’den, Nûh aleyhisselâm’ın oğluna yaptığı bir nasîhatdan naklen

فَاِنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْاَرْضَ

 لَوْ كَانَتَا حَلْقَة قَصَمَتْهُمَا وَ لَوْ كَانَتْ فِى كَفَةٍ وَزَنَتْهُمَا

zîra…. şâyet bir kefede olsa onu ağır bastırırdı” lafzıyla (H:838, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekafiyye,1406), İrâkî, İhyâ Tahrîcinde şöyle diyor: Yine benzer bir rivâyeti Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle’sinde (H:840), İbnu Hibbân, Sahîh’inde (H:6218) ve Hakim, el-Müstedrek’inde (1/528), Ebû Saîd el-Hudrî rivâyetiyle Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’den Mûsâ aleyhisselâm’ın kudsiyyâtından olarak rivâyet ettiler ve Hâkim bunu sahîh bulduğu (İhyâ hâmişi:1/304, Çağrı tıpkı baskısı) Ancak, İbnu Hibbân’ın lafzı,

لَوْ اَنَّ السَّمَاوَاتِ السَّبْعَ وَالْاَرَضِينَ السَّبْعَ فِى كَفَةٍ وَ لَا اِلَهَ اِ لّا اللهُ فِى كَفَةٍ مَالَتْ بِهِنَّ لَا اِلَهَ

 اِ لّا اللهُ

şeklindedir. Hâkim’in ve Nesâî’nin lafzı da buna yakındır. Şu halde Mektûbât’taki rivâyet, ma’nâ iledir.

PDF'e AktarYazdır

BİR CEVAP BIRAK

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen buraya isminizi yazın