PAYLAŞ
PDF'e AktarYazdır
İSLÂM DÂVÂSINDA MÜMİNLERİN YOLU
Üveys AKI
Beyan – Ocak 2010
اعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم
اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ
 
Dünya hayatında her insan neye imân etmişse, şüphesiz hayatını mü’mini olduğu ma’budunun yolunda sürdürür ve imân ettiğine kavuşma veya onu razı etme yolunda mücadele eder. Kısacası her insanın bir yolu, bir dâvâsı vardır. Şüphesiz dâvâsı İslâm olup bu yolda hayata göz yumanların sonu ebedî saâdet, yaşama gayesi dünya olanların ise felâket olacaktır. Hattâ yaşamak için sebebi kalmadığını, hayattan bir beklentisi artık olmadığını söyleyerek intihar edenlerin dahi aslında bir dâvâsı vardır ve bu intihar eylemi, başarılı olamadıkları bir davanın varlığına delildir.
Kurânı Kerimde şöyle buyurulmuştur;
İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût yolunda savaşırlar. O hâlde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.”[1]
İşte burada müminlere, hizbuşşeytâna karşı savaşmaları emredilmiş ve onların tâğut yolunda mücadele ettikleri bizlere haber verilmiştir.
Peki tâğut nedir ? Tâğut müminini Allah’a kulluk etmekten alıkoyan her şeydir. Bu durumda mesela patron işçisine “namazlarını evde kaza edersin burada kılma” derse,  işte bu kişi tâğut olmuş olur. Müminin bu durumda ne yapması gerektiğini de yine ayeti kerime bize açıklamıştır. Hemen pes edip ahretini dünya karşılığında satmak yerine, mücadele etmek ve bu hâlin bir imtihan olduğunu bilmek gerekir.Sonuç itibarı ile görülecektir ki “Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.”[2] İşte gerçek müminlerin yolunun, kalbinde nifak bulunanlar ile ayrıldığı dönemeçtir bu nokta.
Kuran-ı Kerimde Tâlut ile Câlutun kıssası bizlere hikaye edilir. Bu kıssaların bize aktarılmasının amacı, elbette okudukça fantastik duygular yaşayarak günün stresinden uzaklaşmak değildir. Okuyarak ibret almak ve adımlarımızı ona göre atmak içindir. Okuyalım ve ibret alalım o halde ve bize ne anlatılmış anlamaya çalışalım.
“Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar tayin etde Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. O, “Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?” demişti. Onlar, “Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım” diye cevap verdiler. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zâlimleri hakkıyla bilendir.”[3]
Ey konuşurken mangalda kül bırakmayan !, icraata gelince sıvışıp kaçanlar, Allah sizin zâlimler olduğunuzu nasılda haber vermiş ve kalplerinizdeki hastalığı deşifre etmiştir. Günümüzde de çokça örneklerini yaşadığımız bir hadisedir bu. Konuşurken tam bir dâvâ adamı dediğiniz ve İslâmi hizmetler için birçok fedâkarlıkta bulunacağını zannettiğiniz bir zâtın, Allah yolunda zaman, mal veya emek harcamasının zamânının geldiğini hatırlattığınızda, nasılda ortadan kaybolduğuna birçok kere şahit olmuşuzdur. Belki bazılarınız “Bu kişi kime ne zulmetmiştir ki ?, sonuçta İslâma faydası olmamış ise de zararda vermemiştir, zulüm bunun neresinde ?” diyebilirsiniz.
Bizde buna mukabil deriz ki;
Evvelâ bu zavallı insan kendine zulmetmiştir. İslâm adına yapmayacağı şeyleri riya olarak söylemiş ve sözünün ardında durmayarak Allah’ın kendisine buğz ettiği kimselerden olmuştur.
Zira hayat rehberimiz Kuranı Kerimde bakın ne buyuruluyor;
“Ey imân edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, en şiddetli bir buğz(u da’vet etmiş olmak) bakımından, Allah indinde büyüdü.[4]
İkinci olarak; İslâm, topluma hakim değilken ve bizler bir takım beşerin hevâsına göre dünyamızı ve dinimizi şekillendirmeye zorlanırken, ehli sünnetin İslâm anlayışına ve bilgisine sahip insanların nesli hızla tükenmekte ve dünyanın birçok bölgesinde müslüman kanı akıtılmaktayken, bu insan İslâm dâvâsını es geçmiş, böylece dünya lüksünü ahrete tercih etmiştir. Kısacası din elden giderken o yan gelip yatmış ve rahat hayatını rahatsız etmemek adına başta müslümanlara ve hatta tüm insanlığa zulmetmiştir.
Bunu bir misal ile anlamaya çalışırsak; Nehirde boğulmak üzere olan bir müminle karşılaşan bir insanın, elbisesi ıslanmasın veya çamur olmasın düşüncesi ile müslüman kardeşini görmezden gelip geçtiğini ve sonuç olarak o kişinin boğulduğunu düşünelim. Bu kişi sizce zâlim midir, yoksa sadece kendi halinde kimseye zararı olmayan birisi mi ?!
İşte bugün İslâm dünyası boğulmaktadır. Eğer mümin iseniz, o halde gözlerinizi kapatarak, yada “elimden bir şey gelmez”, “birşey bilmem ki ben” sözlerinin ardına sığınarak kurtulamazsınız zâlim olmaktan. Ancak maddi ve manevi gücünüz ve ilminiz neye yetiyor ise onu kullanarak,  kendinizi bu konuda geliştirmeye ve İslâm dâvânız adına çözümler üretmeye gayret ederek yada bunları yapabilen dâvâ erlerini madden ve manen destekleyerek kurtulabilirsiniz ancak.
Ebedi kurtuluş reçetemiz olan Kuranı Kerimde Allah-u Teâlâ buyurmuştur ki;
“De ki: «Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, elinize geçirdiğiniz mallar, kesâd(a uğramasın) dan korktuğunuz ticâretiniz ve hoşunuza gitmekte olan meskenler size Allah’dan, Onun Peygamberinden ve O’nun yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık Allahın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar güruhunu hidâyete erdirmez.”[5]
 
Allâme Fahrûddin Er-Râzi bu Ayeti kerimeyi şöyle tefsir ediyor; ”Bil ki bu ayet, Hak Teâlâ’nın bir önceki ayette zikrettiği cevabı izah etmektedir. Çünkü bazı mü’minler: "Ey Allah’ın Resulü, onlardan tamamen uzak durmamız nasıl mümkün olur? Bu uzak durma, bizlerin babalarımızdan, kardeşlerimizden ve akrabalarımızdan kopmasına, ticaretimizin kesâda uğramasına, mallarımızın yok olmasına, evlerimizin harâb olmasına ve bizim, her şeyini kaybeden kimseler olarak kalmamıza sebeb olur" dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ, dinin ve imânın sapasağlam kalabilmesi için, böyle dünyevî zararlara katlanılmasının gerekli olduğunu beyan buyurmuş ve; "Eğer size göre, bu dünyevi menfaatleri nazar-ı dikkate almak, Allah ve Resulüne itaat etmekten ve Allah yolunda cihâd etmekten daha evla ve sevimli ise, Allah emrini, yani dünyevî ve uhrevî cezasını başınıza getirinceye kadar, sevdiğiniz o şeyleri nazar-ı dikkate almaya devam edin!" demek istemiştir. Bu hitabdan maksud, ilahi bir va’îd ve tehdittir.
Allah Teâlâ daha sonra "Allah fâsıklar (güruhunu) hidayete erdirmez" yani, "O’na itaattan çıkıp, O’na karşı günaha girenlere hidayet etmez" buyurmuştur ki bu da bir tehdittir. Bu ayet, dinî meselelerden herhangi biri ile, dünyevî işlerin bütünü arasında bir çelişki meydana geldiğinde, müslümanın, dinini dünyasına tercih etmesinin farz olduğuna delalet eder. ”[6]
Peygamber Efendimiz ise, türlü mazeretler ile Allah’ın dinine hizmet etmekten kaçan insanların, ne için bu ayeti kerimede tehdit edildiğini ve İslâm dâvâsında bu denli pasif kalmalarının, kendilerine “Allah yolunda benim yardımcılarım kimdir?

denildiği vakit “Biziz, Allah’ın (dîninin) yardımcıları[8]diyemeyişlerinin sebebini açıklayarak, bu insanların kalplerinde bir nevi nifak hastalığı bulunduğunu bize şöyle haber veriyor.

"Her kim ğazâ etmeden ve bunu kalben istemeden ölürse, nifaktan bir şube üzerinde ölmüş olur".[9]
Kıssaya devam edelim;
Peygamberleri onlara, “Allah, size Tâlût’u hükümdar olarak gönderdi” dedi. Onlar, “O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha lâyığız. Ona zenginlik de verilmemiştir” dediler. Peygamberleri şöyle dedi: “Şüphesiz Allah, onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü arttırdı.” Allah, mülkünü dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.”[10]
Dikkat ederseniz birilerinin Peygambere güvensizliği ve itirazı söz konusu edilmiş Ayeti Kerimede. Hem de sebep ne imiş, “Tâlut’un zengin olmayışı”. İşte dünya malına olması gerekenden fazla kıymet vermenin ve riyaset sevgisinin neticesinde vardıkları sonuçdur bu. Halbuki ” Allah, mülkünü dilediğine verir”[11]. O halde dünya lüksü veya riyaset peşinde çaba sarf etmeyi bırakıp, İslâm dâvâsı için kafa yormak bizim için yapılacak en karlı harekettir. Zira nasılsa Allah mülkünü dileyene değil, dilediğine verecektir. Dolayıyla hiçbir zaman elde edemeyeceğimiz, etsek dahi  ölümle birlikte bir rüyanın bitmesi gibi elimizden uçup gidecek olan bir hülyânın ardında hayatımızı tüketmek niye dir ? Müminlerin yolu, dinleri şahsi menfaatleri ile çatıştığı noktada, kişinin fâni olanı terk ile bâkî olanı tercih edebilmesinden geçerken, dünyalık için birbirimizle yarışırcasına hırs ile dinimizi dünyamıza kurban etmenin adı, en hafif ifâde ile ahmaklıktan başka bir şey olmasa gerekir.
Tâlût, ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber imân edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.”[12]
İnsanlık dünyada bir imtihan içerisindedir. Yaşam içerisinde, özelliklede İslâm dâvâsı yolunda bir çok geçilmesi ve geçilmemesi gereken, içilmesi veya içilmemesi gereken ırmaklar önümüze çıkacaktır. İslâm dâvâsının erleri bu gibi durumlarda, geç denilen yerde geçip dur denilen yerde duran, mantığı ve nefsi o ırmaktan içmesi gerektiğini söylese de Allah için içmeyen, disiplinli, azimli, itaatkar birer dâvâ adamı olmalıdırlar.
Nihâyetinde Talut’un yanındaki dört bin kişiden, kala kala üç yüz küsur kişi kalır. Geride kalanlar bu az sayıdaki samimi toluluğun kalblerine korku ve tereddüt tohumları atmaya çalışır ise de, samimi olan bu küçük bir topluluk  “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.”[13] diyerek güç bulurlar ve ardından galibiyet gelir. Demek ki sayı çokluğundan ziyade samimiyet lazımdır. Hatta dâvâsında samimi olmayanların oluşturduğu kalabalık, az ama samimi dâvâ adamları ile gelecek olan zaferin önüne bile geçebilir. Talut’un  ordusunun ırmakla imtihan edilmediğini ve hepsinin harp meydanına kadar geldiklerini var sayalım örneğin. Neler olabilirdi sizce ? Bütün strateji ve harp taktikleri dört bin kişi hesap edilerek yapılır, bölükler görev yerlerine yerleştirilir ancak en kritik bir anda gerisin geriye kaçan üç bin altı yüz küsur kişilik bir topluluk sebebi ile tüm planların suya düşmesi ve mağlubiyet olabilir miydi sonuç meselâ ?!
Durum onu gösteriyor ki; samimiyet yüzdesi, ğalibiyet ihtimali ile doğru orantılıdır çoğu zaman. Kısacası kemmiyetten ziyâde keyfiyet önemlidir.
Bu gün için yapacağımız bir çok İslâmi çalışmaların kadrolaşma aşamasında, aynı insanlarla karşılaşmanız kaçınılmazdır. Talut ve Calut kıssasından anlaşılan odur ki;
Kalbinde nifak bulunan insanlarla yola çıkarsanız, yolda kalırsınız. “Yapmayın” denilen şeyler, mantıkları yada menfaatlerin den en az birine ters düşerse, hemen çark ediverirler. Türlü bahaneler üreterek dâvâlarını terk ettikleri gibi, sizi dahi umutsuzluğa sürüklemeye çalışabilirler. “Gücümüz yetmez, teknolojik üstünlük onlarda, ekonomileri güçlü” gibi sözlerle daha mücadele etmeden samimi olanlarıda küfre itaat etmeye teşvik etmeye çalışırlar. O halde yola birlikte çıkacağımız, kendisine davamızı ve canımızı emanet edeceğimiz insanların, elden geldiğince elekten geçirilmeleri şarttır.
Müminlerin yolu hayırda yarışma yoludur;
Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar sâlihlerdendir.”[14]
İmam Kurtubi bu konuda “hayırda yarışanlar tembellik yapmaksızın hemen hayra başlayanlardır” diyerek meseleyi nasıl anlamamız gerektiğini kısaca izah etmiştir. İslâm dâvâsının fedaileri sürekli yarış halindedirler. İbadetlerini geciktirmeden en faziletli zamanında îfâ eder ve her dâim azimeti ruhsatlara tercih ederler. İslâmı hâkim kılmak için iyiliği emreder, cahiliye adetlerini yıkmak için kötülükten men ederler.
Müminlerin yolu şeriat, tarikat ve hakîkat yoludur. Büyük müfessir Âlusi buyurmaktadır ki;
Kim şeraitin hakîkate muhalif olduğunu iddia ederse o cahillik etmiştir. Zira muhakkiklere göre şeriat, ebediyen hakîkate muhalif olamaz. Bu nedenle şöyle söylenmiştir ”Hakîkatsız şeriat âtıl, şeriatsız hakîkat bâtıldır.”
Müminlerin yolu sabır yoludur;
“Sabah akşam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber candan sabretSen dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini ayırmaKalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız, nefsinin kötü arzusuna uymuş ve işi hep aşırılık olan kimseye boyun eğme.”[15]
“Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğizSabredenleri müjdele.”[16]
İslâm dâvâsının erleri cemaatten uzak kalmayan, üç kuruş menfaat için sâlih insanların peşini bırakıp, ciğeri beş para etmez, İslâm ile alakası olmayanların peşinde dünya menfaati uğruna yaltakçılık yapmayan, dâvâsı uğrunda çile ve meşakkatlere, açlığa ve daha pek çok sıkıntıya katlanan vefâkar insanlardır.
Bu öyle bir yoldur ki, o yola girenler çevresindeki büyük çoğunluğun, hatta bazen anne babasının dahi kendisine düşmanlık ve zulüm etmeye başladığını ve yolundan döndürmek için türlü baskılar yaptıklarına şahit olur. Düne kadar yattığı yumuşak yatağı dikenlerle doluverir. Çevresindeki çoğu insanlar onu yolundan döndürmek için elbirliği yapar, ona hakaretler yağdırırlar. Başaramazlarsa bu defa çevrelerindeki dininden habersiz din yaşayan, gaflet içinde yüzen liberal demokrat kafalı bir kaç istisna insanı örnek göstererek “bak onlarda namaz kılıyor, onlarda örtülü, ama…..” diyerek uzayıp giden şeytani vesveselerle en azından onlar gibi olmasını isterler.
Aslında ehli küfrün, günümüz Müslümanlarının birçoğunun beynine enjekte etmeye çalıştığı bir fikirdir bu. İslâm düşmanları bilirler ki ne kadar sert önlemlerle İslâmı ortadan kaldırmaya çalışırlarsa, bu, imân sahiplerinin imânını arttıracak, münafıkların gerçek yüzlerini ortaya çıkararak müminlerin işini bir nebze kolaylaştıracaktır. Uzun zaman içinde edindikleri tecrübeler neticesinde bir pasifize yöntemi geliştirmişlerdir artık onlar. Evden camiye, camiden eve giderken islâma karşı işlenen cinayetleri görmezden gelen, kendi örtünürken dünyalık uğruna kızının başını açıp erkeklerin arasına salan, ve “Müslüman bayanlarında günümüzde meslek sahibi olması lazım” diyerek hevasına Allah rızası kılıfı giydiren, sünneti zahirine taşımış insanları görünce tepki gösteren müslümanlar işte bu pasifize harekâtının meyvalarıdır.
Gerçek dâvâ sahipleri ise sükunet adamı değil haraket insanıdır. Allah yolunda aksiyoner olmayı, bâtılın peşinde rahata kavuşmaya tercih edenlerdir.
Allah-u Teâlâ Kuranı Keriminde Buyurmuştur ki;
Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir.” [17]
Bu iki ayeti kerimede bir sâlih insanın dâvâ sevgisi ve bu sevgiden neşet eden gayret ve fedakarlığı bize örnek olarak sunulmuş ve müminin nasıl olması gerektiği bize bildirilmiştir. Buradaki insan, imânın tadını almış ve birileri hayatını riske atarak Allah’ın dinini yaymaya gayret ederken, o evde oturmaya tahammül edememiş ve harakete geçmiştir. Ancak ne yazık ki günümüzde dünya lüksüne ve rahat bir hayata alıştırılmış Müslümanların arasında bu gibi insanları bulmak hayli zorlaşmaya başladı. Hatta siz fedâkarlık da bulunsanız, etrafınızdaki (sözde) en iyi Müslümanlardan “aman ne yapıyorsun, fitnemi çıkaracaksın, kendine yazık edeceksin, bizi de yakacaksın, namazını kıl yeter ne işin var milletin dini ile, her koyun kendi bacağından asılır” gibi sözler işitmeniz an meselesi olacaktır.
Ancak bilinmelidir ki İslâmı tebliğ mücadelesi, hakiki müminlerin imânından taşıp gelen cihat arzusunun dışa aksetmesi ve hayırda yarışmak için gösterilen süratin bir ifadesidir.
Son Sözü Yüce Yaratıcımıza bırakarak mâkalemize son verelim.
“Kim kendisine doğru yol besbelli oldukdan sonra peygambere muhalefet eder, mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yolda bırakırız. (Fakat ahirette) kendisini cehenneme koyarız. O, ne kötü bir yerdir!”[18]
Selam ve duâ ile…
و صلى الله تعالى عليه و على آله و سلم تسليما والحمد لله ربالعالمين


[1] (Nisa Suresi 76)
[2](Nisa Suresi 76)
[3] (Bakara Suresi 246)
[4] (Saff suresi 2-3)
[5] (Tevbe 24)
[6] Mefatihu’lGayb
[7] (Saff Suresi 14)
[8] (Saff Suresi 14)
[9] (Sahih-i Müslim)
[10] (Bakara Suresi 247)
[11](Bakara Suresi 247)
[12] (Bakara Suresi 249)
[13] (Bakara Suresi 249)
[14] (Ali İmran 114)
[15] (Kehf 28)
[16] (Zümer 10)
[17] (Yasin 20-21)
[18] (Nisa Suresi 115)
PDF'e AktarYazdır

BİR CEVAP BIRAK

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen buraya isminizi yazın