PAYLAŞ
PDF'e AktarYazdır

ZÜHD VE TAKVÂ

 
Üveys AKI
Beyan – Ağustos 2010
 

Üstünlüğün ölçüsü olan takvâ ve ondan ayrılmayan zühd, günümüz İslam dünyâsı tarafından unutulmaya başlanmış, âdetâ geçmişte yaşanmış olağan üstü haller, onların ehlide kerâmet sâhibi kimseler olarak kitaplarda kalmış kavramlardır.

Sahâbenin İslam anlayışından fersah fersah uzaklaşmış olan çağımız Müslümanlarının, maddenin mânaya hizmet için vâr olduğunu ,“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[1] Ayeti Kerimesinin bizler için ne ifâde ettiğini idrâk etmeleri ve bu esaslar üzerine kurulmuş İslâmi bir hayâtı kendilerine yol edinmeleri şarttır. Bizler gerçek hidayeti bulmak istiyorsak, insanları ırklarına, renklerine, makam ve zenginliklerine göre tasnif etmeyi terk ederek, îman, amel ve takvâlarına göre değerlendirmeyi, kendimiz için de fazîletin ancak takvâ ile mümkün olacağının şuuruna ermeliyiz.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) vedâ hutbesinde şöyle buyurmuştur;

“Ey insanlar!

Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in cocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlügü olmadığı gibi; kızıl tenlinin siyah üzerine, siyahında kızıl tenliye bir üstünlügü yoktur. Üstünlük ancak takvâda, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en cok korkanınızdır.”[2]

Lâkin bu değerlendirmeyi yapabilmemiz ve gerçek üstünlüğü elde ederek hakiki kurtuluşa erebilmemiz için önce takvâ, îman, amel ve zühdün ehemmiyetini anlamamız şarttır. Ancak gerçek şu ki; çoğumuz mala, paraya, diplomaya, makam ve mevkiye verdiğimiz kıymetin onda birini takvâya, zühde, İslami ilimlere ve zikre vermiyoruz, dünyâ hayatı için gösterdiğimiz gayretin onda birini bile ahiret için göstermiyoruz. Hattâ İlim, amel, ihlas için çaba sarf eden az sayıdaki samimi müminler de, diğer Müslümanlar! tarafından “bu kadar da derine dalmayın” gibi sözlerle uyarılarak yada kınanarak bu dînî gayretlerinden vaz geçirilebiliyorlar. Böylece gayreti dînîyyesi kırılmış bu kimselerde modern Müslümanlar nezdinde normal insan haline dönüşmüş oluyorlar!

Takvâ; Kur’an’ı Kerimi kendine rehber edinen her insanın olmazsa olmaz vasıflarındandır. Takvâ yoksa Kur’an ile hidayetten de söz edilemez. Zira Kur’anı Kerimde Yaratıcımız;

“O kitap (Kur'an); onda aslâ şüphe yoktur. O, müttakîler (takvâ sahipleri) için bir hidayettir (yol göstericidir).”[3] buyurmaktadır.

Takvânın önemini anladıktan sonra şimdide tam olarak ne olduğu anlamaya çalışalım;

Seyyid Şerif Cürcâni târifat isimli eserinde takvâ için şunları yazmış;

“Takvâ; günahları terk etmek ve ihlâsa yapışmaktır.

Takvâ; kişiyi Allah’dan uzaklaştıran her şeyden kaçınmaktır.

Takvâ; şeriatın edeplerini muhafaza etmektir.

Takvâ; nefsin hevasına(kötü isteklerine) tabi olmaktan kaçınmaktır.

Takvâ; Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e kavlen ve fiilen ittibâ etmektir.”[4]

 

Fahreddin-i Razi ise  “ Takvâ Kur’anı Kerimde; haşyet, îman, tevbe, taat, masiyeti terk ve ihlas anlamlarında kullanılmıştır”[5] buyurmaktadır.

 

Kadı Beyzâvi takvânın Kur’anı Kerimde üç mertebede zikrolunduğunu belirtir ve bu mertebeleri şöyle sıralar.

  • Ebedî azaptan kurtulmak için şirkten uzaklaşmak.
  • Yapmak veya yapmamak ile cezâ görmeye sebep olacak şeylerden kaçınmak,-ki takvâ denilince  genelde bu kısım kast edilir-.
  • Kalbini, Allah’dan meşgul edecek her şeyden uzaklaştırarak bütün varlığı ile Allah’a teveccüh etmek ve O’na yakınlaşmaktır ki, işte takvâyı hakîkî de budur.[6]

Gerçek takvâ sahipleri; bu yolda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Kullardan değil, yalnız Allah’dan korkar, kula kul olmayıp ancak Allah’a kul olurlar. İslam yolunda önlerine çıkan dikenlerin sıkıntı ve acılarına dayanıklıdırlar ve Rablerine karşı hâtâ yapmaktan son derece kaçınırlar. Hattâ şüpheli şeylerden dahi, haramdan kaçtıkları gibi kaçınırlar.

Hz. Ömer (radıyallahu anh) ile Übeyy bin Kaab(radıyallahu anh) arasındaki şu karşılıklı konuşmaya bakalım;

Hz. Ömer –“Takvâ nedir ?”

Übeyy bin Kaab-“Dikenli yolda hiç yürümedin mi ?”

Hz. Ömer –”Yürüdüm”

Übeyy bin Kaab –“O zaman ne yaptın ?”

Hz. Ömer –“Paçalarımı sıvayıp gayret sarf ettim”

Übeyy bin Kaab-“ İşte takvâ budur”[7]

Bu konuşma üzerine Hz. Ömer’in“ Bizler harama düşeriz korkusuyla, helallerin onda dokuzunu terk ederdik” sözünü de hatırlayalım. İşte tâkvâ diye buna denir.

Takvâ sâhibi olanlar, Kur’anı kerimde Müttakîler lafzı ile ifade edilmiştir.

Şimdide bu muttakîler için vaad edilenlere bakalım;

“Müttakîlere vaad olunan cennetin durumu şudur: Onun içinden ırmaklar akar, yemişleri ve gölgeleri devamlıdır. İşte bu takvâ sahiplerinin sonudur. İnkâr edenlerin sonu ise ateştir.”[8]

“Onlar (muttakîler), altından nehirler akan Adn cennetlerine girerler. Orada, onların diledikleri her şey vardır. İşte Allah, muttakîleri böyle mükâfatlandırır.”[9]

“Müttakîleri o gün Rahman'ın huzurunda O'na gelmiş konuklar olarak toplarız, mücrimleride susuz olarak cehenneme sevk ederiz.”[10]

Müttakîlerden olabilmek için ziyade çalışmak ve gayret göstermek şarttır. Zira insan durduğu yerde takvâ sâhibi olamaz. Ayrıca Müttakî olabilmek için Şeriati İslamiyyeyi de bilmek şarttır. Çünki bilgisiz insan kaçınılmaz olarak takvâyı zedeleyen hallere düşecektir. Düşünün ki islamda haram ve mekruh olan şeylere dair birçok eserler neşredilmiştir, bu kitaplarda yüzlerce yasaklar zikredilir. Bize “Bir Müslüman olarak kaçınmak durumunda olduğun her şeyi say” deseler kaç tânesini sayabiliriz? O halde takvalı olabilmek için nelerden uzak durması gerektiğini, yapması gerekli olan amelleri de nasıl doğru şekilde yapacağını bilemeyenlerin takvâsı nasıl olacaktır!

Bu durumda Übeyy bin Kaab’ın “Dikenli yolda hiç yürümedin mi ?”  sorusunu hatırlayarak hayat yolunda Hz.Ömer gibi gayret sarf etmeli ve Rabbimizin şu kavlini aklımızdan çıkarmamalıyız;

“Şüphesiz ki sizin Allah katında en şerefliniz, en takvâlı olanınızdır. Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.”[11]

Zühd Kavramına gelince;

Zühd geniş mânâlı bir kelimedir.

Zühd; dünyâya, maddeye ve menfaate değer vermemek, rağbet etmemek, çıkarcı, menfaatperest ve bencil olmamak, kalpte dünyâ ve çıkar kaygısı taşımamak, kanaatkâr olmak, elde olan dünyâlığa sevinmemek, elden çıkana üzülmemek ve elde bulunmayan şeyin gönülde de bulunmaması gibi mânâlara gelir.

Zühd ve takvâ farklı kavramlardır. Ancak bilmek gerekir ki zühd olmazsa takvâ olmaz, takvâsızda zühd olmaz.

Zühdün ne olduğunu da açıkladıktan sonra makalemizi daha fazla uzatmamak için konumuzla alakalı birkaç ayet, hadis naklediyor ve bunlar hakkında tefekkür ederek ibret alınması gereken noktalarının tesbitini siz değerli okuyucularımıza bırakıyorum. En önemlisi de bu noktalardan ibretle anladığımız hakîkatleri, hayatlarımıza tatbik etmekte hepimiz için Allah’tan muvaffakiyet diliyorum.

“Bu dünyâ hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!”[12]

“Dünyâ hayâtı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu ise Müttakîler  için elbet daha hayırlıdır. Hâlâ aklınız başınıza gelmeyecek mi ?”[13]

“Onlardan bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünyâ hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı(nimeti) daha hayırlı ve daha kalıcıdır.”[14]

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak içinölümü ve hayatı yarattı. O, mutlak güç sâhibidir, çok bağışlayandır.”[15]

“Kul, zararlı şeylerden korkusundan dolayı, zararsız şeyleri terk etmedikçe Müttakîlerden olamaz “[16]

“(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi. Ademoğlu, durmadan “malım, malım” der durur.  (Ey ademoğlu !)Senin malından, yediğin için tükenen, giydiğin için eskiyen ve tasadduk ettiğin için (ahirete intikâl ederek) bâki kalandan başka neyin vardır.”[17]

“İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki; dertleri miğdeleri, malları şerefleri, kadınları kıbleleri, dinarları ve dirhemleri (paraları) dinleri olur. İşte bu kimseler Allah indinde hiçbir nasîbi olmayan mahlukâtın en şerlileridir.”[18]

Selam ve dua ile…



[1]
Zâriyat Suresi 56

[2]El-Müsned-Ahmed bin Hanbel

[3]Bakara Suresi 2

[4]Et-Tarifat – Seyyid Şerif Cürcânî

[5]Tefsîr-i Kebir – Fahreddin-i Râzî

[6]Envâru’t Tenzil ve Esrâru’t Tevil – Kadı Beyzâvî

[7]El-Câmiul Ahkâmil Kur’an – İmam Kurtubî

[8]Rad Suresi 35

[9]Nahl Suresi 31

[10]Meryem Suresi 85-86

[11]Hucurat Suresi 13

[12]Ankebut Suresi 64

[13]Enam Suresi 32

[14]Tâhâ Suresi 131

[15]Mülk Suresi 2

[16]Tirmizî

[17]Müslim

[18]Sülemî- Hz. Ali'den-Deylemide aynı hadîsi rivayet etmiştir

PDF'e AktarYazdır

BİR CEVAP BIRAK

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen buraya isminizi yazın