PAYLAŞ
PDF'e AktarYazdır
BİR ŞEYİ NEDEN GÖREMEYİZ, DUYAMAYIZ VE ANLAYAMAYIZ ?
 
Ğurabâ
 
اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم
اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ
 
    Bundan Sonra…
    Bir şeyi görmüyor veya göremiyorsanız, onu inkârda acele etmeyiniz Bunun sebebleri çok ise de kusûru önce gözünüzde arayınız. Bir şeyleri duymuyor veya duyamıyorsanız, onları hemen inkâra kalkışmayınız; esbâbı birden fazladır; ayıbın evvelâ kulağınızda olabileceğini düşününüz. BazI husûsları anlamıyor yâhud anlayamıyorsanız, ilk olarak kendi fehminizi/anlayışınızı ithâm ediniz; bu sizden doğuyor olabilir. Hâsılı, görülmeme, işitilmeme ve anlaşılmamanın üç temel sebebi vardır: Görme, işitme ve anlam cihâzlarında/organlarında, görülecek, işitilecek ve anlaşılacak eşyâda/nesnelerde, cihazların ve şu nesnelerin vasatlarında/ortamlarında bulunabilecek kusûr ve ârızâlar… Bu üç ayrı mahaldeki yokluk ve ya noksanlıklar da kendi içlerinde birçok esbâbı bulundururlar. Bunlar bazen de mütedâhil/iç içe olurlar. Böylece onlara, hattâ yüzlere varan sebeble karşı karşıya geliriz. O bakımdan fikirsizlik ve yobazlıkla yeterli bir tercîh sebebi bulunmaksızın, husûsan dışımızdaki bir sebebde çakılıp kalmamalıyız. O halde biraz tafsîlâta/ayrıntıya giderek soralım:
   
———————————————
Görmediklerimizi
Neden Görmüyoruz?
———————————————
    Muhtemel birçok illet, sebeb veya hikmetle…  
    Birinci olarak, görme, duyma ve anlama vâsıtalarında, ikinci olarak, görülecek, işitilecek ve anlaşılacak nesnelerde Üçüncü olarak da vasatlarındaki ârıza sebebiyle. Göz, kör, renk körü, şaşı, başka tarafa bakmış veya bir şekilde yumulmuş olmakla, görülecek olan, çok yakın, çok uzak, çok küçük, çok büyük veya hakîkatte ma’dûm/yok olmakla, vasat/ortam da karanlık, sisli veya perdeli olmakla görme gerçekleşemez.
———————————————
Duymadıklarımızı
Ne Sebeble Duymayız?
———————————————
    Kulak, sağır, zedelenen, başka seslerle meşgul, kasden tıkanmış veya kirli olmakla, işitilecek ses, çok alçak, karışık, çok yüksek, çok uzak veya ma’dûm/yok olmakla, vasat da gürültülü, parazitli, bastıran başka seslerle doldurulmuş olmakla işitme tahakkuk edemez.
———————————————
Anlamadıklarımızı
Hangi Sebeble Anlamayız?
———————————————
    Kalbimiz ve beynimizden her ikisi veya biri, ölü, zayıf, hasta veya başka şeylerle meşğûl olmakla, anlaşılacak şeyler, ağır ve zor, karışık ve anlaşılmayacak şekilde veya ma’dûm seviyesinde esâsen hiçbir şekilde anlaşılmayacak şeyler olmakla, vasat da, perdeli, dikkatleri dağıtıcı, başka şeylerle beyni ve yüreği meşgul edici ve kilitleyici olmakla anlama ve kavrama mümkün olamaz.
    Şâyet görmeme veya görememeyi onca sebebden sadece birine veya birkaçına hasredersek yanlış yaparız. İşitmemeyi veya işitememeyi de sebeblerinden sadece birine veya birkaçına bağlarsak doğru yapmayız. Anlamamayı veya anlayamamayı dahî sebeblerinden sadece birine veya birkaçına dayandırırsak isâbetsiz bir şey yapmış oluruz.  
    Hayrettin Karaman Bey, Yazı İşleri Müdürü’müze gönderdiği bir yazısında, ben ise sizi ve hocanızı -ilim ahlakı bakımından- beni anlayacak, tartacak, değerlendirecek seviyede görmüyorum diyor. Bu dediği, ne acıdır ki, kat’î bir doğrudur… Çünki hakkı görmek için kör veya şaşı olmayan ve başka menfîliklerden uzak olan bir göze de ihtiyâc vardır… Asıl musîbet işte buradadır… Görmemek yukarıdaki sebeblerden biri veya birkaçı ile olur… Görenler Allah için konuşsun… Biz ilim ve ahlakda kemâl ve hattâ vasat seviye iddiâsında olacak kadar -hamd olsun- câhil ve ahlâksız değiliz. Hakîkî ilim ve ahlâk nümûnelerinin şaşırtıcı seviyelerini kitâblarda okurken ve bizzât görürken bu dediğimizin aksi düşünülemez. Ancak, sallanarak yürüyüp hezeyân nev’inden sözler söyleyen sarhoşun sarhoşluğunu anlamak için, Adlî Tıp Mütehassısı, ölüm derecesinde kıvranan bir hastanın hastalığını bilebilmek için de Tabîb-i Hâzık olmaya her halde ihtiyâc yoktur. O’nun istiğnâsı, isbât edilen hakîkatler karşısında yanlışta ısrârı, haklı tenkîdler sebebiyle nefsânî infiâli ve nakillerinde bilerek veya bilmeden vâki telbis/karıştırma üslûbu kendi ilim ve ahlâkının terâzisidir; bizim ayrıca bir şey söylememiz fazla olur…
    Tenkîdlerimize cevâb vereceğini va’d etmiş, biz de beklemeye başlamıştık. Gazetedeki köşesinde cevâb diye yazdıklarının birincisi gıybet ettiler gıybeti, bühtân ettiler bühtânı ve zulmettiler zulmünden ibâret… Sn. Karaman artık şu dedikodu yapıyorlar şeklindeki dedikodularını bıraksın… Bu sakız artık çiğnene çiğnene iyiden iyiye çürüdü… Hıyânet çapında cinâyetleri işleyeceksiniz, ama hiç kimse bir şey diyemeyecek… Neden? Dokunulmazlığınız var da ondan mı?… İkinci yazısı, diyaloğ Vatikan’ın oyunudur şeklindeki O’nun şu şartlarda yazmayı ve bahis mevzûu yapmayı münâsib bulmadığı birinci adım ve merhalesini tâ’kîb eden ikinci adım ve merhalesinden ibârettir. Üçüncü “cevâb yazısı”(!) ise, kırık plak gibi eski dediklerinin değişik bir biçimde tekrârından ibâret olan bomboş laflardan ibâret… Abduh, Reşîd Rızâ ve Süleyman Ateş İslâm âlimleriymiş(!). Onlardan nakil yapmışmış… Bozacının şâhidi şıracı derler ya, işte o hesab… Mezhebsizlikle ithâm ediliyormuş… Buradan i’lân edelim: Biz kendisine “mezhebsiz” diyenlerden dolayısıyla O’na iftirâ edenlerden falan değiliz. Doğru, O bir mezhebsiz değildir. O hiç mezhebsiz olur mu? Mutlaka bir, hatta birçok mezhebi vardır. Meselâ bu Makyavelizm Mezhebi neden olmasın? Hem, sadece O değil, herkesin gittiği bir yol/mezheb vardır; bu manada dünyâ üzerinde mezhebsiz hiçbir kişi olmaz. Târîh’de Kalenderiye Mezhebi nâm bir mezheb bile vardı da, şimdi mi olmayacak?!… Kişi hiç değilse Mezhebsizlik Mezhebinde olur. Sn. Karaman’ın verdiği fetvâlara bakanlar, göreceklerdir ki, O hiçbir usûl ve inzibât kaydı olmayan sözlerin sâhibidir. O, bilhassa zâlim ve vahşî siyâsetin şekillendirdiği şartlara göre ictihâd eden bir mezheb sâhibidir. Yine O’nun Mezhebi, Efğâniyye, yâhud Abduhiyye veya daha câmi’/toparlayıcı bir isim verilecek olursa, İbâhiyye mezhebidir de denilebilir.
      İslâm düşmanı medyayı boykot etmek, Kur’ân’ın emridir; farzdır, diyor. Bu söz -vallâhi- doğrudur. Lâkin, şu medyayı basit bir maşa olarak kullanan, her an emrine âmâde kılan, itâatinden hiçbir zaman çıkarmayan ve onun hakîki âmiri olan Hristiyân ve Yehûdî âlemiyle hoşgörü ve diyalog naraları atmak neyin nesidir?.. Dedeleriniz onlara İslâm’ı şeref ve haysiyetleriyle teblîğ ediyorlardı. Teblîğ para etmezse, onlar dedelerinize alçaklık ve zillet içinde cizye veriyorlardı. O da olmazsa dedeleriniz onlara dost olma yarışına girmiyor, onlarla harbetme sevdasıyla yanıp tutuşuyordu. Onlar şimdi bizden intikam alıyorlar. “Müslümân” kızları kendi elinizle onların kabuklularına kocaya verebiliyorsunuz. Dedeleriniz bir Müslüman kadının ırzının kirletilmesini harb sebebi sayarken, bütün bir Ümmetin nâmusunu kendiniz pazarlamaya kalkışıyorsunuz. “İslâm âlemine karşı Haçlı seferi düzenliyorum” demekle “düşmanlık ağızlarından açığa çıktı; göğüslerinin gizlediği ise (bundan) daha da büyük.” Size yüklenen misyonun farkında değilsiniz herhalde…
     Bir utandırıcı târih yazıyorsunuz. Torunlarınızdan Hristiyanlaş-mayıp veya Yehûdîleşmeyeyip Müslümân kalmaya muvaffak kılınanlar çıkarsa, sizinle iftihâr etmek şöyle dursun, sizden tiksinecek ve utanacaklar…
     Efendiler!… Yeter artık… Sırtınızı zâlimlere ve zorbalara dayayıp şu Ümmetle dalga geçmeyin. Şu bir yanıyla zâlim başka bir yanıyla da mazlûm olan hâzırdaki Ümmet’e bir de siz zulmetmeyin… Onu şimdiye dek kandırdığınız yetti de arttı bile. Artık ne olur, Onu bundan böyle kandırmayın. “Bizi kandıran bizden değildir”. “Müslümânları kandıran Onlardan değildir”, buyruldu. Belki Onlardan olmamak sizce hiç de mühim değildir ama bu Müslümânlarca çok mühimdir. Bu feryadlarımızın kuvvetle muhtemel kılınızı bile kıpırdatmayacağını tahmîn etmekte güçlük çekmiyoruz; lâkin ne yapalım suya düştük; başka neye sarılalım?!…
    Ümmet’i narkozlayıp uyutmak için kullandığınız, esrârınız /eroininiz hoşgörünüzle işlediğiniz cinâyetin farkında mısınız? Allah celle celâlühû’nün ve Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’in buğzedin dediği Sapmışlar ve Lâ’netlikleri Ümmet’e sevdirmeye çalışırken hesab vermekten hiç mi korkmuyorsunuz?
 
وَصَلَّى الله عَلَى سيدنامحمد وَ عَلَى اَلِه وصحبه كلما ذكره الذاِكرون وغفل عن ذكره الغافلون وَ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالمَين
PDF'e AktarYazdır

BİR CEVAP BIRAK

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen buraya isminizi yazın